Geçtiğimiz günlerde Haiti Devlet Başkanı Jovenel Moise, ailesiyle birlikte oturduğu lüks villasında silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü. Kolombiyalı ve Haiti asıllı ABD vatandaşı eski askerlerden oluşan bir komando timi tarafından yapıldığı açıklanan suikastın ardından ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Görünen o ki, Haitili emekçilerin son yıllarda yükselen tepkisini bastıramayan ve siyasi istikrarı sağlayamayan Moise, ABD’nin ve Haiti egemen sınıfının hiç değilse bir kesimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Böylelikle emekçi kitlelerin öfkesinin Moise’den düzene yönelmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Haiti’den gelen suikast haberinin yankıları sürerken, Haitili emekçilerin eşitsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı mücadelesi de ivmelendi. Şubat 2019’da yüz binlerce işçi ve emekçi meydanlara çıkmış, “yüksek enflasyona, yoksulluğa, yolsuzluklara artık yeter” demişti. O sıralar devlet başkanı olan Jovenel Moise ise gösterilere katılan emekçileri şiddet ve zorbalıkla bastırmaya çalışmıştı. Polisin halka saldırması sonucu onlarca kişi yaşamını kaybederken, çok sayıda insan yaralanmıştı. Ancak baskı ve tehditler Haiti halkını yıldıramamış, protestolar aylar boyunca sürmüştü. 2020 yılının Ekim ayında protesto dalgası yeniden yükselmiş, Haitili emekçiler haklı talepleriyle yeniden meydanlara çıkmıştı. 6 ay süren protestolar karşısında geçtiğimiz Nisan ayında Başbakan istifa ettiğini açıklamıştı. Ancak Haitili emekçiler, devlet başkanı Moise ve bütün yönetimin istifa etmesi, ülkedeki bütün yolsuzlukların, yoksulluğun ve haksızlığın hesabının verilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Bu talepleri yükseltmeye devam ediyorlardı.
Haiti halkının yıllardır verdiği haklı mücadele, Türkiyeli işçi ve emekçiler için de önemli dersler içeriyor. İşçi sınıfının örgütsüzlüğünün, emekçi halklar için nasıl felâketler getirdiğinin acı bir örneğidir Haiti. Fransız sömürgesi olan Haiti, 1804 yılında, kıtanın ABD’den sonra bağımsızlığını ilan eden ikinci ülkesi oldu. Birinci Dünya Savaşından sonra 1934 yılına kadar ABD’nin işgali altında kaldı. İkinci Dünya Savaşından sonra ise askeri diktatörlüklerden ve darbelerden nefes alamaz oldu. 1980’li yıllara gelinceye kadar ülkede otuz kadar darbe gerçekleştirildi. ABD tarafından desteklenen ve 30 yıl iktidarda kalan eli kanlı Duvalier diktatörlüğü yoksulluk ve sefalet içindeki halka kan ağlattı. Duvalier diktatörlüğü 1986 yılında bir kitle ayaklanmasıyla devrildi. Fakat devrimci bir önderlikten yoksun olan Haiti işçi sınıfı iktidarı kendi ellerine alamadı. İktidara ABD destekli generaller yerleşti. Ocak 1987’de genel greve giden işçi sınıfı günler boyu süren direnişle askeri yönetime karşı mücadele etti. Durumu kontrol edemeyen askeri yönetimin 1990’da istifa etmesi üzerine genel seçimler yapıldı. Halkın diktatörlüğe karşı yıllardır biriken öfkesi sonucu sol ve demokrat hareketlerin adayı Aristide başa geçti. Ekonominin ve ordunun bir kısmını kontrol eden, ordu haricinde de silahlı çeteler örgütleyen, generallerin başını çektiği ABD yanlıları güçlerini hâlâ koruyordu. 30 Eylül 1991’de, Haiti büyük burjuvazisinin ve ABD yönetiminin desteklediği bir darbe ile Aristide yönetimden uzaklaştırıldı. İktidara yerleşen gerici rejim 3000 kişiyi katletti. Süren istikrarsızlık ve kargaşayı bahane eden ABD yönetimi, ipleri tamamen eline alma düşüncesiyle Eylül 1994’te 20 bin ABD askerini Haiti’ye gönderdi. 2000’li yıllar boyunca ABD’nin hegemonyası altında ülke tam bir enkaza çevrildi. Büyük yolsuzluklar, özelleştirmeler, kamu ihalelerinin yandaşlara peşkeş çekilmesi, mafya ve çetelerle kurulan ilişkiler ağı, uyuşturucu trafiği, kara para vurgunları...[*]
Tüm bu karanlık tablonun acı faturası yoksul halka kesildi. Ülkenin egemenleri lüks villalarında keyif çatarken nüfusun yüzde 80’i açlığa mahkûm edildi. 2008’de yaşanan ekonomik yıkım sonrası halk iyice sefalet çukuruna itildi. Haitili emekçiler marketlere akın ederek gıda ürünlerine el koymaya başladılar. Yoksul halk “çamur kurabiyeleri” değil, insana yaraşır yiyecekler yemek istiyordu. Egemenler ise bu durumu da fırsata çevirmek için elbirliğiyle harekete geçti. 47 ülkeden 9 bin asker ve polisin oluşturduğu askeri kuvvetle ülke fiilen işgal edildi. “Barış Gücü” adı altında Haiti’ye giren Birleşmiş Milletler işgal gücü ayaklanmaları bastırdı. Böylece patronlar sınıfı lehine düzen yeniden tesis edildi.
Aradan iki yıl geçtikten sonra, Haitili emekçiler bu kez yeni bir felâketle karşı karşıya kaldı. 2010 yılında gerçekleşen 7 büyüklüğündeki deprem toplumda derin yaralar açtı. Resmi rakamlara göre 316 bin insan yaşamını yitirdi, 200 binden fazla kişi yaralandı. 1,5 milyon kişi evsiz kaldı. Halk günler boyu aç ve susuz bırakıldı. Devlet kurumları, hastaneler, okullar ve 11 binden fazla bina yıkıldı. Yıllar boyunca ülkenin nasıl yağmalandığı, iktidarların halkı nasıl soyup soğana çevirdiği yeniden gün yüzüne çıktı. Takip eden yıllarda da yağma ve talan politikalarına tam gaz devam edildi. Haitili emekçilerin tepesine çöreklenen iktidarlar, uluslararası sermaye ve yerli sermayeyle kol kola girdi. Deprem nedeniyle yapılan uluslararası yardımlar sermaye sınıfı tarafından yağmalandı. Haiti, emekçiler için dünyanın en yaşanılamaz ülkelerinden birisi haline getirildi.
2017 yılında iktidara geçen Moise yönetiminin de diğer iktidarlardan bir farkı olmadı. Ülkenin kuzeyindeki muz işletmelerinin sahibi olan ve muz adam olarak bilinen Moise, kısa sürede ülkenin en zengin kapitalistleri arasına girdi. Moise döneminde ülkedeki milyarderlerin sayısı her geçen yıl arttı. Halkın yüzde 99’u yoksulluk içinde debelenirken, zenginler servetlerine servet kattı. Moise’in üyesi olduğu merkez sağ çizgideki PHTK (Haiti Kel Kafalar Partisi) mafya ve çetelerle derin ilişkiler kurdu. Anayasaya göre görev süresi bitmesine rağmen iktidar koltuğunu bırakmayan Moise, Ocak 2020’den beri ülkeyi kararnamelerle yönetiyordu. Yüksek yargı makamları başta olmak üzere devlet kurumlarını denetimine aldı. Silahlı çeteleri kullanarak, şiddet ve devlet terörüyle emekçi halka gözdağı verdi. Başkanın beslediği çeteler, yoksul mahallelerinde çok sayıda can kaybına yol açan 12’den fazla katliam gerçekleştirdi. Emekçiler haklı taleplerle sokağa döküldüğünde, Kolombiya’da yapıldığı gibi yüzlerce insan devlet terörüyle katledildi. Çetelerin gün ortasında gerçekleştirdikleri bu katliamlarda devlete ait silahlar ve diğer mühimmatlar kullanıldı. Moise’in iktidarı boyunca açlar ordusuna katılan milyonların sayısı ikiye katlandı. Kitlesel yoksulluk alabildiğine arttı, işsizlik derinleşti. Yüksek enflasyon, yolsuzluklar ve yoksulluk halkın belini iyice büktü. Koronavirüs salgını ile kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizi de eklenince ortaya çıkan tablo gerçek manada bir cehennemdi.
Gerek Moise döneminde öne çıkanlar gerekse de Haiti’nin tarihinden yansıyanlar bugüne de ışık tutuyor. Ülke kaynaklarını sınırsızca yağmalanması, kamu fonlarının yandaşlara peşkeş çekilmesi, ayyuka çıkan çürüme ve yolsuzluklar, mafya ve çetelerle kurulan derin ilişkiler, limanların uyuşturucu ve silah ticareti için kullandırılması, sefalet içinde yüzen milyonlar, bir avuç asalağın sınırsız kibri ve sefahati… Karayipler’in bu en yoksul ülkesinde yaşananlar, Türkiyeli işçi ve emekçilere özellikle de bugün, ne kadar da tanıdık geliyor değil mi? Ancak kokuşmuş kapitalizmden, başka bir şey beklemek beyhude olur. Her tarafından pislik akan kapitalist sistem işçi sınıfına başka bir şey sunamaz. Sömürü düzeninin ve bu düzeni ayakta tutmak için donatılmış devlet ve iktidarların, emekçiler için ne demek olduğu ortaya saçılan ifşaatlarla çıplak bir şekilde açığa çıkmıştır. Bu düzen Haiti’den Türkiye’ye, Rusya’dan ABD’ye bütün emekçileri çıkışsızlığa sürüklemektedir.
Egemen sınıf içinde kızışan kavga, devlet kaynakları üzerinde sürdürülen sınırsız yağma, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve çürüme… Buna emperyalist güçler arasındaki nüfuz mücadelesini de eklemek lazım. İşte Moise’in öldürülmesini bu tablonun içine oturtmak gerekiyor.
Kapitalistler çürümüş düzenlerini sürdürebiliyorlarsa, bunun sebebi işçi sınıfının örgütsüzlüğüdür. Milyarlarca işçi ve emekçinin emeği, hayatı ve geleceği üzerinde böylesine fütursuzca tepinebiliyorlarsa, bir avuç asalağın azametinden değil, milyarlarca işçinin dağınıklığındandır. Ancak eşyanın doğası gereği örgütsüzlük, mutlak ve değişmez değildir. Dünya işçi sınıfının kapitalizmin temellerini hedef alarak örgütlenmesi uzun ve zahmetli bir süreçtir ama gerçekleşmesi de zorunludur. İşçi sınıfı tarihi, örgütlü kitlelerin ayağa kalktıklarında neleri başarabildiğinin sayısız örnekleriyle doludur.
[*] Ayrıntılı bir okuma için bkz: Nazım Yıldırım, Haiti: İşçi Sınıfının Örgütsüzlüğünün ve Emperyalist Çözümsüzlüğün Kıskacındaki Ülke, marksist.com
link: Ankara’dan bir MT okuru, Haiti’de Yaşananlar Ne Anlatıyor?, 17 Temmuz 2021, https://marksist.net/node/7409
Allı Turnaları da Öldürdüler
Boğaziçi Direnişi: Kayyum Rektör Gitti, Mücadele Sürüyor