Ortadoğu’nun kanayan yarası Filistin sorunu, İsrail’in Ramazan’ın son günlerinde Filistinlilere dönük olarak tırmandırdığı devlet terörüyle yine dünya gündemine taşındı. 7 Mayıs Cuma akşamından bu yana Doğu Kudüs’te İsrail polisi ile Filistinliler arasında şiddetli çatışmalar sürüyor. Polisin ses bombası, plastik mermi, göz yaşartıcı bombalarına, tazyikli suyuna, coplu ve toplu dayaklarına rağmen binlerce Filistinli bölgeyi terk etmiyor. Polisin ve İsrail hükümetinin tüm baskılarına rağmen barikatlar kurarak direniyor. Eski Şehir içindeki Harem-üş Şerif’te yoğunlaşan saldırılarda her gün yüzlerce Filistinli yaralanmaya devam ediyor. Filistinliler Mescid-i Aksa’nın çevresinde nöbet tutuyorlar. Polis kimi zaman cami içindekilere de gaz bombalarıyla saldırılar düzenliyor. Cami ve etrafı savaş alanına dönmüş durumda. Filistin Kızılay’ının bildirdiğine göre hastaneler dolu olduğu için bölgede yaralılar için sahra hastanesi kuruldu. Saldırılara İsrail polisinin yanı sıra zaman zaman hükümetin politikalarından yana olan milliyetçi İsrailliler de dâhil olmuş durumda. Hafta sonu bunlardan bazıları sokaklarda araçlarıyla göstericileri çiğnemeye kalkıştı. Filistinliler direndikçe İsrail devleti şiddetin dozunu arttırıyor. Pazartesiden bu yana İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırıları şiddeti doruk noktasına çıkardı. Tüm bu saldırılar sonucunda birkaç gün içinde içlerinde çocukların da bulunduğu 60’a yakın Filistinli hayatını kaybetti.
Filistin lideri Mahmud Abbas yaşanan olayları “uluslararası kamuoyunun önündeki yeni bir sınav” olarak niteledi. Filistin Dışişleri Bakanlığı, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi ile UNESCO’ya yaşananlar konusunda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirme çağrısında bulundu. Filistin halkının yıllardır kanayan yarasına çözüm bulma konusunda notunu çoktan almış olan “uluslararası kamuoyu”ndan “tepkiler” gelmekte gecikmedi tabii ki! ABD, Rusya, AB, Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan, İran gibi birçok ülke İsrail polisi tarafından yapılan saldırıları “kınadılar”. Kınamalar, derin endişelere gark olmalar, “her iki tarafı da” sorumlu davranıp durumu sakinleştirmek için çaba göstermeye çağırmalar birbirini izledi.
Erdoğan da yaptığı açıklamalarda İsrail’i kınayıp, “zalim ve terör devleti” olarak nitelemekten geri durmadı! İsrail’e karşı tüm dünyanın harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de Cuma gününden bu yana İsrail temsilciliklerinin önünde gösteriler ve birtakım açıklamalar yapıldı. Daha 1 Mayıs’ta kutlama yapmak isteyenlere polis terörü uygulayan, geçtiğimiz aylarda Boğaziçili öğrencileri terörist ilan eden, milyonlarca işçi ve emekçiyi açlık ve yoksulluk koşullarına iten Erdoğan rejimi, Filistin halkının bu sorunundan sadece can suyu bulmaya çalışıyor.
Türkiye’de muhalif basında bile yaşanan durum sanki yalnızca Filistinlilerin ibadet haklarının gaspıymış gibi gösteriliyor. Oysa son günlerdeki çatışmaların fitilini asıl olarak yakan şey İsrail devletinin Filistinlileri yaşadıkları bölgelerden koparıp atmaya yönelik saldırılarıdır. Gerginlik asıl olarak bu yılın başından itibaren Şeyh Cerrah Mahallesinde otuzdan fazla ailenin evlerinden çıkarılmak istenmesine karşı Filistinlilerin tepki vermesiyle başlamıştı. Üstüne Nisan ayının son haftasında Ramazan geleneği olarak eski kentin Şam Kapısının merdivenlerinde Filistinlilerin oruçlarını açmak istemeleri İsrail polisi tarafından engellenince zaten birikmiş olan tepkiler kitlesel bir şekilde patlak vermiş oldu. Bunun İsraillilerin 9-10 Mayısa denk gelen “Kudüs Günü” kutlamalarıyla (İsrail’in Doğu Kudüs’ü 1967 yılında Altı Gün Savaşıyla işgal ettiği tarihin yıldönümü) çakışmasıyla olaylar daha da büyümeye başladı.
Doğu Kudüs’te evlerinden çıkarılmak istenen birçok Filistinli aile var. Kudüs Sulh Mahkemesi, Yahudi yerleşimcilerin talebi üzerine 2019’da Şeyh Cerrah Mahallesinde oturan 12 Filistinli ailenin evlerini Yahudi yerleşimciler lehine boşaltmalarına karar vermişti. Bu karara göre ailelerden dördünün Ocak ayında evlerini boşaltmaları gerekiyordu. Ailelerin itirazıyla karar temyiz edilmiş, mahkeme sürecinin yeniden başlatılmasına karar verilmiş ama Şubat ortalarında bu ailelerin itirazları yeniden reddedilmişti. Şimdilik 500 civarında Filistinliyi doğrudan ilgilendiren bu tahliye kararı anlaşılacağı üzere çok daha geniş bir kitleyi ilgilendiriyor. Çünkü Doğu Kudüs’te 300 bin Filistinlinin 200 bini yerleşimci. Söz konusu evlerin mülkiyet meselesinin Yahudi yerleşimciler lehine çözülmesi ve İsrail polisinin zorbalığı ile evlerinden atılma tehdidi Filistinlilerin tepkilerinin artmasına yol açmış durumda.
Bütün bu olanlarla büyüyen öfkenin üstüne, Müslümanlar için Ramazan ayının en kutsal gecesi olan Kadir Gecesinde birlikte dua eden on binlerce kişiye polisin saldırmasıysa İsrail yönetiminin bilinçli bir gerilim-saldırı politikası izlediğini gösteriyor. Ramazan ayı başladığında Şam Kapısının dışındaki güvenlik bariyerleri Filistinliler tarafından zaman zaman protesto ediliyordu. İsrail polisi akşam saatlerinde Filistinlilerin orada toplanmalarını engellemek için zor kullanıyordu. Ancak gelinen durum, bölgenin her an alışık olduğu gerilimin çok ötesine geçildiğini gösteriyor. İsrail Başbakanlık Sözcüsü Ofir Gendelman olayları “planlı bir isyan” olarak değerlendirse de olayların nasıl başladığına bakılınca ve İsrail devletinin Mart seçimlerinden bu yana süren siyasi krizi de hesaba katılınca asıl planlayıcıların kimler olduğu daha iyi anlaşılıyor! İsrail’de 23 Martta seçimler yapılmıştı. Son iki yılda yapılan dördüncü seçimdi bu. Hükümet kurabilmek için 61 sandalye gereken İsrail meclisinde, Netenyahu’nun Likut Partisi bu seçimlerde 30 sandalye kazanabildi. Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in 4 Mayısa kadar hükümet kurmak için süre verdiği Netanyahu’nun yaptığı görüşmelerde herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Yani Martta yapılan erken seçimden bu yana süren koalisyon krizine çözüm bulunamazken, başbakanlık koltuğuna kimin oturacağının belirlenmesi için yeni bir seçim gündemdeydi. Tüm bu yaşananların böylesi bir krize “denk gelmesi” manidar değil mi? Yaşadığımız ülkede de siyasi krizler dönemlerinde patlayan bombaları, toplumun önüne konan “düşmanları” ve yaratılan devlet terörünü daha unutmadık!
Dünyanın her ülkesinde, her bölgesinde işçilerin, emekçilerin ve yoksulların sorunları giderek artıyor, derinleşiyor. Yaşadığımız dünyada, kapitalist sistemin yarattığı tüm hayal balonları teker teker patlıyor. Elde kalan tek şey ve en önemli şey, yine tüm işçilerin, emekçilerin, aralarındaki tüm ayrımları bir kenara itip, birleştiği örgütlülüğü ve mücadelesi. Yıllardır kangrene dönüşmüş olan Filistin halkının yaşadığı sorunların tek çözüm adresi de sınıf mücadelesidir. Filistin halkının mücadelesinin İsrail’de ve onu koruyup kollayan ülkelerde yükseltilecek sınıf mücadelesiyle desteklenmesi gerekiyor. İsrail devletine gerçek anlamda geri adım attıracak ve toprak sürekliliği olan bir Filistin devletini mümkün kılacak kilit etmen budur.
link: Aylin Dinç, İsrail Devleti Sıkıştıkça Filistin Halkına Saldırıyor!, 12 Mayıs 2021, https://marksist.net/node/7357
Suriye Savaşının 10 Yılı: Bir Halkın Felâketi
Katliamın Yedinci Yılı: “Soma Düzeni” Sürüyor!