Kapitalist sistemin yıkıcı eğilimleri insanlığı yok oluşun eşiğine getirmiş durumdadır. Çürüyen kapitalizmin kendisi olan emperyalist aşamayla birlikte, insanlık emperyalist paylaşım savaşları içinde azap çekiyor. Son yüz yılda milyonlarca insan emperyalist güçler tarafından çıkartılan paylaşım savaşları ve bölgesel çatışmalar sonucunda hayatını kaybetmiş, yoksul emekçi kitleler birbirine boğazlatılmıştır. Kapitalist dünya sisteminin organik bir parçası olan ekonomik krizler, tarihin belli dönemlerinde çok şiddetli biçimde patlamaktadır. Bugün de böylesi bir dönemden geçiyoruz. Bunun sonucu olarak da dünya, yıkımı bir öncekilerden çok daha büyük olacak bir üçüncü dünya savaşının içine sürüklenmiştir. İnsanlığı yok oluştan kurtarmak ve özgürlük dolu bir dünyanın kapısını açmak için proleter dünya devrimi dışında başka bir seçenek bulunmamaktadır. O nedenledir ki, komünistlerin üzerlerinde tarihsel bir görev bulunmaktadır. Ancak bu görevin lâyıkıyla yerine getirilebilmesi için, geçmişten doğru dersler çıkarmak da fazlasıyla önem taşımaktadır. İşte tam da böyle bir süreçte I. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi sürece bakmak ve devrimci Marksistlerin emperyalist savaş karşısında takındıkları tutumları hatırlatmak yararlı olacaktır.
Emperyalist savaş ve Basel Manifestosu
20. yüzyıl, tarihsel nitelikte olayların yaşandığı bir dönemi kapsıyordu. Yüzyılın başında emperyalistler savaş borularını çalıyor ve emekçilere korkunç bir yıkım getirecek olan bir dönemin zeminini hazırlıyorlardı. Diğer yandan da Avrupa işçi sınıfının azımsanmayacak bir kesimini örgütlemiş bulunan II. Enternasyonal’e bağlı sosyalist partilerin emperyalist savaş karşısındaki tutumları, sürecin gidişatını kökünden etkileyecek nitelikteydi. Bu bağlamda 1912 yılında gerçekleşen Basel kongresi bir dönemeç noktası teşkil edecekti. Bu kongrede alınan kararlar, sosyalist harekette sosyal-şovenizm ve enternasyonalizm temelinde yaşanacak derin ayrışma açısından da önemli bir gösterge olacaktı.
II. Enternasyonal’in İsviçre’nin Basel kentinde yaptığı bu kongre 24-25 Kasım 1912 tarihinde gerçekleştirildi. Kongreye 25 ülkeden 555 delege katıldı ve bu delegelerin 6’sını Bolşevikler oluşturuyordu. Basel kongresinin gündeminin ana ekseni yaklaşan emperyalist savaş ve bu savaşa karşı proletaryanın tutumuydu. Emperyalist paylaşım savaşı öncesi gelişmeler, yaklaşan tehlikenin ne boyutta olacağının ipuçlarını veriyor ve bunun yansımaları da hissediliyordu. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde, kapitalizm en yüksek aşamasına, yani emperyalizm çağına girmişti ve bu sıçrama, daha önceki dönemde topraklar açısından paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılmasını da zorunlu kılar hale gelmişti. Sermaye tekeller elinde merkezileşmiş ve yoğunlaşmış, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin birbirine eklemlenmesiyle ortaya çıkan mali sermaye yeniçağın efendisi olmuştu. Bu döneme damgasını basan en önemli özelliklerden biri de, bu yeniçağın, eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde yıkıcı savaşların ve devrimlerin çağı oluşuydu.
I. Emperyalist Paylaşım Savaşına giden süreçte, emperyalist güçler arasındaki rekabet iyice kızışmış ve silahlanma alabildiğine artmıştı. Sınıf mücadelesi de belirgin bir yükseliş içindeydi. 1912 yılına gelindiğinde II. Enternasyonal’i oluşturan partilerin üye sayısı 3 milyonu geçmiş, sendikalarda örgütlü işçilerin sayısı ise 10 milyonun üzerine çıkmıştı.
İşte böylesi gelişmelerin yaşandığı bir atmosferde Basel kongresi, patlak veren Balkan Savaşı ve yaklaşan I. Dünya Savaşının yaratacağı felâket karşısında sosyalistlerin nasıl bir tutum alacağı konusunda bir dizi önemli kararların alındığı enternasyonal bir toplantı olmuştu. Kongrede alınan ve Basel Manifestosunu oluşturan kararların bir kısmına bakalım:
“Bir savaşın patlak verme tehlikesine karşı, ilgili ülkelerin işçi sınıflarının ve onların parlamentodaki temsilcilerinin Uluslararası Sosyalist Büronun koordineli etkinliğiyle desteklenen görevi, doğal olarak sınıf mücadelesinin ve genel politik durumun keskinliğine göre çeşitlendirecekleri en etkin araçlarla her halükarda savaşın patlak vermesini önlemek için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etmektir. Savaşın patlak vermesi durumunda ise görevleri, onu hızla sona erdirmek üzere müdahale etmek, savaşın yarattığı ekonomik ve politik krizden halkı ayaklandırmak için var güçleriyle yararlanmak ve böylece kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmaktır.”
Basel kongresinde ayrıca tüm ülkelerdeki sosyalistlerin görevlerine dair de önemli kararlar alınmıştı:
“Kongre, savaş içindeki bütün ülkelerin sosyalist partileri ve sendikalarının, tam bir mutabakatla savaşa karşı oluşlarını memnuniyetle kaydeder. Bütün ülkelerin proleterleri emperyalizme karşı mücadelede eşzamanlı olarak ayağa kalkmışlardır; Enternasyonal’in her seksiyonu kendi ülkesinin hükümetine proletaryanın direnciyle karşı koymuş ve kendi ulusunun kamuoyunu tüm savaşçı heveslere karşı harekete geçirmiştir. Böylelikle bütün ülkelerin işçilerinin görkemli bir işbirliği ortaya çıkmıştır ki, bu işbirliği tehdit altındaki dünya barışının korunmasına daha şimdiden büyük oranda katkıda bulunmuştur. Egemen sınıfın bir dünya savaşının sonucu olarak doğabilecek bir proleter devrimden duyduğu korku, barışın esaslı bir güvencesi olmuştur. Kongre bu yüzden, sosyal-demokrat partileri, eylemlerini kendilerine uygun görünen her araçla sürdürmeye çağırır. Bu ortak eylem içinde her sosyalist partiye kendi özel görevini gösterir.”
II. Enternasyonal’i oluşturan sosyalist partiler bu kongrede aldıkları kararları hayata geçirmiş olsalardı emperyalist savaşın seyri değişmiş olurdu. Ancak II. Enternasyonal’in oportünist önderliği Basel Manifestosunda alınan kararların tam tersini hayata geçirerek sosyal-şovenizmin batağına saplandı ve II. Enternasyonal’in çöküşüne hizmet etti.
Basel kongresinde alınan kararlar, emperyalist savaş karşısında proletaryanın tutumunun ne olması gerektiğini çok net bir biçimde ortaya koyuyor ve buna ihanet eden sosyal-şovenlerin gerçek yüzlerini sergiliyordu. Basel Manifestosu 1914’te dünyayı kana bulayan büyük savaşı öngörüyor ve işçilerin bu savaşta birbirlerini vurmalarını cinayet olarak değerlendiriyordu. Kongre, yaklaşan savaşın ezilen ulusların ezen ulusa karşı verdiği bir ulusal kurtuluş savaşı olmadığını ve anayurdun savunulması fikrinin de işçi sınıfının tutumu olmayacağının altını kalınca çiziyordu.
Basel kongresi yaklaşan savaşın açıkça emperyalist bir savaş olduğunu ve “anayurdun savunulması” için değil, savaş durumunun yaratacağı iktisadi ve siyasi durumdan da yararlanılıp, kapitalist egemenliğe son verilmesi için çalışılması gerektiğini vurguluyordu. Emperyalist savaşın kaçınılmaz olarak devrimci bir durum yaratacağını ve proletaryanın devrimci savaşımının tek kurtuluş olacağını belirtiyordu. Ancak II. Enternasyonal önderliği, bu kararlara rağmen savaşta “anayurdun savunulması” gerektiği yolundaki sosyal-şovenist fikirleri savundu ve tam bir ihanet çizgisine savruldu.
Emperyalist savaş karşısında devrimci tutum
Komünistler savaşları politikanın başka araçlarla sürdürülmesi olarak görürler. İşçi sınıfını kurtuluşa götürecek devrimci dünya görüşü olan Marksizm, savaşlar karşısında nasıl bir tutum takınılması gerektiği konusunda net bir fikre sahiptir. Marksistler her savaşa değil haksız ve emperyalist savaşlara karşı çıkarlar. 20. yüzyılla birlikte kapitalist dünya sistemi emperyalist aşamaya sıçramış ve dolayısıyla kapitalistler tarafından çıkartılan savaşlar da emperyalist savaş biçimine dönüşmüştür.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı patlak verdiğinde, başta Alman Sosyal Demokrat Partisi olmak üzere II. Enternasyonal partilerinin oportünist önderlikleri Basel Manifestosuna ihanet edip savaş kredilerine oy verme kararı aldılar. “4 Ağustos 1914’te Alman parlamentosu Reichstag’ta yapılan oylamada, sosyal demokrat milletvekilleri 14’e karşı 78 oyla, savaşta Almanya’yı desteklemeyi kabul etti. Bu durumu izleyen birkaç gün içinde, Avusturya, Fransa, Belçika ve İngiliz sosyal demokratları da, «ulusal savunma»nın meşruluğu adına «kendi» ülkelerini destekleme kararları aldılar. Kısacası, savaş başlayana dek savaşa karşı olan sosyal demokratlar, savaş bir kez kapılarını çaldığında hemen çark ederek işçi sınıfına ihanet etmişlerdi.” (Tuncay Alp, Birinci Emperyalist Savaş, İşçi Hareketindeki Tutumlar ve Sonuçları, Mart 2002, www.marksist.com)
Emperyalist paylaşım savaşında II. Enternasyonal önderliğinin almış olduğu şovenist tutum, kişilere bağlı bir tutum olarak görülemez. Bu, devrimci Marksizm ile oportünizm arasındaki derin uçurumun bir yansımasıdır. Sosyal-şovenizm son biçimi almış oportünizmdir diyen Lenin bu tutumu şöyle ifade etmekte:
“1914-15 savaşında savaş savunuculuğunun ekonomik özü nedir? Bütün büyük devletlerin burjuvazisi, dünyayı parçalayıp sömürmek, başka ulusları ezmek için savaştan yararlanıyor. Burjuvazinin büyük kazançlarından birkaç lokma, işçi bürokratlardan, işçi aristokratlardan ve küçük-burjuva taraftarlarından ufak bir gruba da düşebilir. Sosyal-şovenizm ve oportünizm aynı sınıf temeline, yani imtiyazlı işçilerin küçük bir bölüğünün, işçi sınıfı yığınlarına karşı milli burjuva ile yaptığı ittifaka dayanır. Burjuvazinin uşakları ile burjuvazi arasında işçi sınıfına karşı kurulan ittifakı burjuvazi sömürür. Oportünizm ile sosyal-şovenizmin politik muhtevası aynıdır, yani sınıfsal işbirliği, proleter diktatörlüğünün tanınmaması, devrimci eylemin tanınmaması, burjuva kanuniliğin kayıtsız şartsız kabulü, burjuvaya güven ve proletaryaya güvensizliktir. Sosyal-şovenizm doğrudan doğruya İngiliz liberal-işçi politikasının, Millerandizm ve Bernsteinizmin bir uzantısı ve tamamlanmasıdır.” (Lenin, Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1. baskı, s.80-81)
I. Emperyalist Paylaşım Savaşı patlak vermeden önce Lenin Basel Manifestosu hakkında “Şimdi elimizde senet var, vadesi geldiğinde bunun nasıl ödeneceğini birlikte göreceğiz” demişti. Basel Manifestosunun yayınlanmasının üzerinden iki yıl geçtiğinde Lenin’in bahsetmiş olduğu vade gelmişti. Savaş patlak verdiğinde II. Enternasyonal’in o meşhur önderliği işçi sınıfına ihanet etmekte hiç tereddüt etmedi. Kautsky savaş patlak verdiğinde sosyalistlerin yurtlarını savunmaları gerektiği yolundaki düşüncesini şu meşhur sözleriyle açıklıyordu: “Vatanını savunmak herkesin hakkı ve görevidir. Gerçek enternasyonalizm, benim ulusumla savaş halinde olanlarla birlikte, bütün ülkelerin sosyalistleri için tanınan bu haktan meydana gelir.”
Kautsky’nin “gerçek enternasyonalizm” dediği şey açıkça bütün uluslardan işçilerin birbirlerini gırtlaklamalarıydı. Oysa bu enternasyonalizm değil, açık bir ihanetti. Onun gibi hainler parlamentoda savaş kredilerine kabul oyu ya da çekimser oy vererek emperyalist savaşı onaylarken, gerçek enternasyonalistler bu ihanete karşı cansiperane mücadele veriyorlardı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, Alman Sosyal Demokrat Partisi içinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki komünistler, Sırp ve Bulgar sosyalistleri, Basel Manifestosuna sadık kalarak savaş karşısında devrimci bir tutum takındılar. Devrimci cephe içinde yer alanlar bir yandan oportünist çizgiye karşı savaş verirken diğer yandan işçi sınıfının enternasyonalist birliğini güçlendirmek için savaş karşısında kendi hükümetlerinin devrilmesi için çalışıyorlardı. Rosa Luxemburg, savaş karşısında “yurtsever” politikaları savunan Kautsky’yi ve sosyal demokrat hareketi kokuşmuş bir ceset olarak değerlendiriyordu. II. Enternasyonal içinde boy vermiş yurtsever karşı-devrimci kampa karşı devrimci Marksist eğilim azınlıkta da kalsa mücadele etmekten geri durmuyordu. SPD içinde enternasyonalist çizgiyi Rosa, Karl, Clara Zetkin, Franz Mehring gibi ölümsüz devrimciler sürdürüyordu. Rosa her fırsatta oportünizmin maskesini yere seren makaleler yayınlıyor ve yeni bir uluslararası örgütün kurulmasını bir zorunluluk olarak görüyordu. 1916’da kurulan Enternasyonal Grup Karl Liebknecht ve yoldaşı Rosa ile birlikte işçiler arasında güçlenmeye başlıyordu. Karl Liebknecht’in “Asıl Düşman Kendi Ülkemizde” adlı bildirisi, işçi sınıfına “her şeyi öğren, hiçbir şeyi unutma” deyip, içerdeki ve dışardaki savaş kışkırtıcılarına karşı kararlı bir mücadele verilmesi gerektiğini dile getiriyordu.
Ekim Devrimi günümüze ışık tutuyor
Emperyalist savaş karşısında devrimci Marksist tutum Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin elinde parlıyordu. Bolşevikler daha başından itibaren kapitalist düzenin yıkılması için işçi sınıfı içinde çalışıyor ve devrime önderlik edecek örgütü büyütüyorlardı. Bolşevikler Basel bildirisine sahip çıkan ve bunun gereğini yerine getiren komünistlerin başını çekiyorlardı. Lenin kapitalist sistemin yeni aşamasını emperyalizm olarak nitelendiriyor ve bu çağı devrimler-karşı-devrimler çağı olarak betimliyordu. Emperyalist savaşın patlak vermesiyle birlikte Bolşevikler işçi sınıfına var güçleriyle gerçek düşmanın kendi burjuvazileri ve hükümetleri olduğunu anlatmaya koyuldular. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi gerektiğinin altını çizen Bolşevikler, Basel Manifestosuna sırt çeviren sosyal-şovenistlerin bayrak edindikleri “anayurdun savunusu” sloganının işçi sınıfına karşı yapılmış büyük bir ihanet olduğunu ifade ettiler.
Birinci Dünya Savaşının başlamasının üzerinden tam 98 yıl geçti. Kapitalist dünya sisteminin gelmiş olduğu nokta tüm insanlığa yok oluşu dayatıyor. Bugün yaşanan krizin bundan öncekilerden çok daha şiddetli geçeceğini burjuva ideologlar da itiraf etmekteler. Sistem krizini bütün bir kapitalist dünya yaşamaktadır ve geçmişin kimi mekanizmaları bu krizin ertelenmesini sağlayamamaktadır. Yaşanmakta olan bugünkü süreç bütün çıplaklığıyla gösteriyor ki, kapitalistler krizden çıkış yolunu bir kez daha savaşta arıyorlar. Yaşanmakta olan üçüncü dünya savaşının öncekilerden çok daha ağır ve yıkıcı olacağı kesindir. Emperyalist savaş durdurulmazsa milyonlarca insanın yok olmasına, kitlelerin birbirini boğazlamasına sebep olacak. Fakat karamsar olmaya, yılgınlığa düşmeye gerek yok. Bu yıkımdan çıkış yolunu Ekim Devriminin parlayan ışığı gösteriyor. Ekim Devrimi hem Birinci Dünya Savaşının sona ermesine hizmet etmiş, hem de insanlığa kurtuluşun yolunu göstermiştir. Bugün dünyanın birçok bölgesinde yaşanan mücadeleler, sınıf mücadelesinin daha da büyüyüp keskinleşeceğinin işaretlerini vermektedir. Esen rüzgârlar büyük fırtınaların kopacağının habercisidir. Bu fırtınayla yelkenlerini şişirecek olan devrimci proletaryanın önündeki en temel görevse, işçi sınıfının enternasyonalist komünist önderliğinin yaratılması ve güçlendirilmesidir.
link: Mikail Azad, 100. Yılında Basel Kongresi ve Emperyalist Savaş, 5 Nisan 2012, https://marksist.net/node/7247
KESK Grevinde 4+4’lük “Polis Terörü”
12 Eylül’ün Tüm Sorumluları Sanık Sandalyesine!