Dünyanın her yerinde etkileri hissedilmeye başlanan ekonomik krizin bedelini ödemek zorunda bırakılan işçi sınıfının yaşamı gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. İş koşullarının ağırlaşması, ücretlerin düşmesi, artan işsizlik tablosuna, vergi yükünün ağırlaştırılması, yüksek enflasyon ve temel tüketim maddelerine yapılan fahiş zamların eklenmesiyle zincirlerinden boşanan öfke Tunus’tan Fransa’ya, Macaristan’dan Sudan’a, Bulgaristan’dan Ürdün’e pek çok ülkede kitlesel patlamalara dönüşüyor.
2011’de patlak veren isyan dalgasından 8 yıl sonra Kuzey Afrika ülkelerinde bugün yeniden işçilerin, emekçilerin ayak sesleri duyuluyor. Hatırlanacak olursa 17 Aralık 2010’da Tunus’ta işsiz bir gencin kendini yakmasıyla isyanların fitili ateşlenmiş ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan kitlesel ayaklanmalar pek çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesine yayılmıştı. Diktatörleri deviren, ancak devrimci bir önderliğin yokluğu koşullarında düzen sınırları içinde kalan bu ayaklanmaların asıl ateşleyicisi, zaten diktatörlük rejimlerinin baskısı altında boğulan kitlelerde 2008 krizinin yarattığı yıkım olmuştu. Burjuvazi isyanları düzen sınırları içinde tutmayı başarsa da, yaşam koşullarında hiçbir düzelme olmadığı gibi IMF reçetelerinin ve ekonomik krizin faturasını ödemek zorunda bırakılan emekçiler dönem dönem seslerini yükseltmeye, grevler ve protestolar düzenlemeye devam ettiler. Son bir yıldır ise giderek daha sık ve daha uzun süreli kitlesel protestolar yaşanıyor. İlk başta ekonomik nedenlerle başlayan protestolar kısa sürede siyasi iktidarları hedef alan bir içeriğe bürünüyor ve sokaklarda hükümetleri istifaya çağıran öfkeli kalabalıkların sesi yankılanıyor.
Tunus
“Arap Baharı”nın başladığı ülke olan Tunus’ta 8 yıl içinde tam dokuz hükümet değişti. Ancak bunların hiçbiri Tunus halkının ekonomik ve demokratik taleplerini yerine getirmedi. Aksine 8 yıl içinde işsizlik ve yoksulluk artarak devam etti. 2016 yılında IMF’den 2,8 milyar dolarlık borç alan hükümet, yapılan anlaşma gereği ekonomik saldırı politikalarını hayata geçirmeye başladı. Ocak 2016’da “ekonomik ve sosyal reformlar” adı altında vergilerin arttırılmasını, akaryakıt, gıda, ilaç ve diğer yaşamsal ihtiyaç maddelerine zammı, sübvansiyonlarda ve kamu hizmetlerinde kesintiye gidilmesini, memur alımlarının durdurularak kamu çalışanlarının sayısının azaltılmasını, özelleştirmeleri, emeklilik yaşının arttırılmasını içeren bir saldırı programı hayata geçirildi. Bu saldırı programının bir parçası olarak kamu çalışanlarının ücretlerine zam yapılmadı. Tunus dinarının dolar karşısında değer kaybetmesi ve artan pahalılık karşısında alım gücü her geçen gün düşen emekçilerin son dört yıl içindeki kaybı yüzde 40’a ulaştı. Bazı bölgelerde yüzde 30’a ulaşan işsizlik ülke genelinde yüzde 15’i geçmiş bulunuyor.
Tunus burjuvazisi 2011’de yaşanan isyan dalgasını, düzenini yine de ayakta tutarak atlatmış olsa da emekçiler cephesinde sular hiç durulmadı. 2016 yılında elektrik teknisyeni bir gencin, adının iş başvuru listesinden valilik tarafından silinmesine duyduğu tepki sonucu bir elektrik direğine tırmanması ve bu esnada elektrik çarpması sonucu ölmesinin ardından kitlesel protestolar yaşandı.[1] Bu olay aslında tıpkı Buazizi’nin kendisini yakmasında olduğu gibi o güne kadar biriken öfkenin patlaması için bardağı taşıran son damla niteliğindeydi. Protestolar karşısında geri adım atan hükümetin kaymakamı görevden alması ve 5 bin kişiye yönelik ek istihdam paketini açıklaması tansiyonu düşürmüş gibi görünse de mevcut sorunlar olduğu yerde durduğu için kitlelerde biriken öfke yeni bir tetikleyici unsurun ortaya çıkacağı zamana kadar derinlerde kaldı. Bir sonraki tetikleyici unsur ise 2018 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren bütçe yasası oldu. “3 Ocak 1984 «Ekmek Ayaklanması»nın yıldönümünde, işsiz ve öğrenci gençlerin söz konusu saldırı yasalarının ve zamların geri çekilmesi talebiyle başlattığı eylemler tüm ülkeye yayıldı. 20’ye yakın kentte sokakları dolduran ve çoğu gençlerden oluşan on binlerce emekçi, işsizliği, yoksulluğu, eşitsizliği daha da derinleştirecek bu saldırı programına karşı öfkelerini açığa vururken, yedi yıl sonra bir kez daha «Daha ne bekliyoruz?» diyerek sokağa döküldü.”[2]
Bu kitlesel protestoların üstünden daha bir yıl geçmeden, Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasından tam 8 yıl sonra, 24 Aralıkta bu kez bir işsiz gazetecinin işsizliği ve geçim sıkıntısını protesto etmek için kendini yakmasıyla yeniden kitlesel protestolar başladı. Gazetecinin kendisini yakmasıyla fitili ateşlenen protestolar devam ederken Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT) ücretlerin arttırılması talebiyle 17 Ocakta yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı ikinci genel grevi örgütledi. İlki 22 Kasımda yapılan ve ulaşım, sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerini büyük oranda etkileyen genel grevler yıllar sonra örgütlenen en büyük kamu grevleri olma özelliği taşıyor. Aralık ayından bu yana ise Tunuslu öğretmenler eğitimde reformların yapılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, erken emeklilik hakkı ve ücretlerin arttırılması talebiyle dersleri ve sınavları boykot ediyorlar, protesto yürüyüşleri yapıyorlar. Tunus sokaklarında yeniden 2011 yılında atılan “Halk Rejimin Düşmesini İstiyor”, “İktidar Halka Ait” sloganları yankılanıyor. Sekiz yıldır siyasi istikrarsızlık ve giderek ağırlaşan ekonomik sorunlarla boğuşan Tunus’ta, ekonomik krizin daha da derinleşeceği 2019 yılında da sokaklar emekçilerin öfkesine sahne olacak gibi görünüyor.
Sudan
Kuzey Afrika’daki isyan dalgasına bugün Sudan da eklenmiş durumda. 19 Aralıkta başlayan protestolar ve grevler rejimin baskı ve şiddetine rağmen devam ediyor. 2011’de Kuzey Afrika ülkelerinde Arap isyanları yaşanırken Sudan halkı, temelleri 1900’lerin başında İngiliz emperyalizmi tarafından atılan ve 1956’dan beri aralıklarla sürekliliğini koruyan bir iç savaşın sancılarını yaşıyordu. 2011 yılının Ocak ayında yapılan bağımsızlık referandumunda Güney Sudan’ın ayrılmasıyla sona eren iç savaşın yarattığı yıkım, etkilerini sonraki yıllarda da sürdürdü. Petrol kaynaklarının yüzde 75’inin Güney Sudan’da kalmasıyla ülke ekonomisi daha da kötüleşti. Sudan parası son bir yıl içinde dolar karşısında yaklaşık yüzde 90 değer kaybetti. Resmi rakamlara göre enflasyon yüzde 70’in üzerine çıktı. İşsizlik yakıcı bir sorun haline gelmiş durumda. Sudan halkı karaborsaya düşen ve fahiş oranlarda zamlanan temel ihtiyaç maddeleri için uzun kuyruklar oluşturmak zorunda kalıyor. İnsanlar arabalarına benzin alabilmek için iki gün arabalarında uyuyarak sıra bekliyorlar. Ekmek almak ya da bankalardan paralarını çekmek için saatlerce kuyrukta bekliyorlar. Bütün bu sorunlar yaşanırken rejimin IMF’yle yapılan anlaşma gereği undaki devlet sübvansiyonlarını kaldırması ve bir gecede ekmeğin fiyatını üç kat arttırması bardağı taşıran son damla oldu.
İlk protestolar “Ateş ve Çelik Şehri” olarak adlandırılan ve Sudan işçi sınıfının çekirdeğini oluşturan, militan bir mücadele geçmişine sahip demiryolu işçilerinin bulunduğu Atbara kentinde başladı. Okul yemeğinin maliyetinin iki katından fazla olacağının açıklanmasının ardından önce öğrenciler sokaklara döküldüler. Gece boyunca devam eden protestolar kısa sürede başkente ve ülke genelindeki büyük kentlere yayıldı ve ekmek zammına yönelik tepki yerini Ömer El Beşir rejiminin devrilmesi talebine bıraktı. 25 Aralıkta El Beşir’in istifasını isteyen binlerce gösterici başkanlık sarayına doğru yürüyüşe geçerek “Özgürlük, Barış, Adalet, Devrim” ve “Halk Rejimin Düşmesini İstiyor” sloganlarını haykırdı. Polis göstericilerin üzerine gerçek mermiyle ateş açtı. 27 Aralıkta ise gazeteciler güvenlik güçlerinin protestoculara yönelik şiddetini, gazetecilere yönelik baskı, şiddet ve tutuklamaları ve gazetelerine el konulmasını protesto etmek amacıyla üç günlük grev yaptılar. Gösteriler sırasında yaralanan protestoculara müdahale eden doktorların şiddet görmesi ve bir doktorun güvenlik güçleri tarafından katledilmesinin ardından doktorlar da grev ilan ettiler. Göstericiler ağırlıklı olarak gençlerden oluşuyor ve alışılmadık bir şekilde sokaklarda kadın protestocular da görülüyor. Son 30 yılda bu denli kitlesel protestolar sadece 2013 yılında rejimin akaryakıt sübvansiyonlarını kaldırmasının ardından yapılmıştı.
Bir askeri darbeyle iktidar koltuğuna oturan ve ülkeyi 30 yıldır diktatörlükle yöneten, iç savaş sırasında yüz binlerce insanın öldürüldüğü katliamların sorumlusu diktatör Ömer El Beşir’in protestolara yanıtı acımasız oldu. Atbara’da ve protestoların yayıldığı diğer kentlerde olağanüstü hal ilan edildi. Tüm okullar ve üniversiteler kapatıldı. Sosyal medya uygulamaları yasaklandı, internet kapatıldı. Aralarında gazetecilerin, muhalefet liderlerinin, doktorların ve öğrencilerin olduğu yaklaşık 1000 kişi tutuklandı. 38 gazeteci için eylemleri teşvik ettikleri ve yanlış haberler yayınladıkları iddiasıyla tutuklama kararı çıkarıldı. En az 40 kişi öldürüldü. Güvenlik güçleri hastanelere biber gazı ve gerçek mermilerle saldırdı. Yaralılara müdahale eden doktorlar özellikle hedef alınıyor ve doktorlar can güvenliklerinin olmadığını belirtiyorlar. Ancak bütün bu acımasız baskı ve saldırılara rağmen protestoların önü kesilebilmiş değil. Kalabalıkların haykırdığı “Mermiler Değil, Boyun Eğmek Öldürür” sloganı biriken öfkenin korku duvarlarını yıktığını gösteriyor. Ömer El Beşir protestocuları “vatan haini”, “paralı asker”, “yabancı ajanı” olmakla suçluyor. “Dış güçler”in komplosundan, koltuğu ancak “özgür ve adil seçimlerle” bırakacağından söz ediyor. Ancak bu pespaye yalanlar artık inandırıcılığını yitirmiş durumda.
Protestoları “sükûnetle” neticelendirmek için ülkedeki 23 burjuva muhalefet partisi ortak bir karar alarak Ömer El Beşir’e istifa etmesi ve bir Geçiş Konseyi ve Milli Hükümet kurulması için çağrı yaptı. Ancak diktatör Beşir iktidar koltuğunu bırakmamakta direniyor. Koltuğunu koruyarak protestoları yatıştıracak olanakları ve argümanları tükenen Beşir rejiminin tek yapabildiği baskı ve şiddeti arttırmak.
Olayların gelişimi tam olarak neyi getirir bilinmez ama kesin olan bir şey var ki Beşir iktidarı son bulsa bile işçiler iktidarı almadığı sürece Sudan halkının durumu Tunus’ta Bin Ali rejiminden sonra yaşananlardan farklı olmayacaktır. Kapitalizmin tarihsel bunalımı ekonomik krizlerini kolayına atlatmasına izin vermiyor. Tüm dünyada giderek derinleşen ekonomik kriz Sudan gibi ekonomileri zayıf ve kırılgan olan ülkelerdeki işçileri çok daha büyük bir sefaletin içine sürüklüyor. Üstelik bu tabloya yolsuzluk ve baskılar da ekleniyor. 2018 yılının başında Tunus’taki protesto eylemlerini değerlendirirken protestolar geri çekilse bile mevcut nesnel zeminin giderek çok daha kısa zaman aralıklarıyla ve daha kitlesel halk isyanlarını doğurmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmiştik. Bugün Sudan’da ve “Tunus’ta yedi yıldır yaşananlar bunu doğrulamaktadır. Arap isyanlarının patlak verdiği 2011’den bu yana tekrarladığımız gibi, Tunus’ta da diğer ülkelerde de emekçilerin en yakıcı sorunu örgütsüzlük ve devrimci bir önderlikten yoksunluktur. Bu eksiklik giderildiğinde işçilerin, emekçilerin iktidarı kendi ellerine alarak, tüm sorunlarının kaynağı olan köhnemiş kapitalist sistemi yerle bir etmeye yöneleceklerine şüphe yoktur.”[3]
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. http://marksist.net/kerem-dagli/bes-yilin-ardindan-arap-bahari-ya-da-dev...
link: Demet Yalçın, Kuzey Afrika’da Emekçiler Yine İsyanda, 27 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6579
Düşüncenin Billurlaşmış Hali “Slogan”
Lenin