Turizm sektörü dışarıdan öyle zevkli, eğlenceli, albenili olarak gözükse de durum hiç de öyle değil. Bunu sektörün yürümesini sağlayan çalışanlardan öğrendiğimizde madalyonun diğer yanını da netçe görmüş oluruz. Yaklaşık altı yıldır bu sektörde çalışan bir işçi olduğum için durumu net bir şekilde anlamam hiç de zor olmadı.
Turizm çalışanlarının çoğu mevsimlik işçilerdir; yazın çalışıp kışın ise yazın kazandıklarıyla geçinmeye çalışan işçiler. Turistik bölgelerde yaz-kış iş istihdamı sağlayan otel ve seyahat işletmeleri yok denecek kadar azdır. Bu sektörde patronlar, kâr etmek için sadece yazın çalıştırmak üzere işçi alırlar, kışın ise zarar etmekten kurtulmak için bunları kapı önüne koyuverirler.
Sizinle şimdiye kadar edindiğim deneyimlerim ve yaşadıklarım aracılığıyla bu sektörün diğer olumsuz yanlarını da paylaşmak istiyorum.
Hepimiz biliriz ülkemizdeki turizm merkezlerinde veya ilçelerinde en az bir tane Turizm Meslek Lisesi bulunur. Ve bu bölgelerdeki çocukların çoğu da bu okula gönderilir. Kendim de böyle bir bölgede yaşadığım için diğerleri gibi beni de bu okula gönderdiler. Bu okulun öğrencilere sağlayacağı ayrıcalıklar öyle abartılı bir şekilde sunulur ki çocuğu olup da göndermeyen aile pek azdır. Bu okula giderseniz diğer liselerden farklı olarak şunları kazanacağınız vaat edilir size: “Ufku açık bir sektör olduğu için işsiz kalmazsınız, her zaman iyi bir kazanç kaynağınız olur, iyi bir kariyeriniz olur, vb. vb.”. Vaatlerin ardı arkası gelmez. Bu tür sahte söylemlerle çocukları bir hayal dünyasına iterler. Aileler çocuklarının görüşünü almadan, onların iyiliklerini düşündüklerini zannederek, direkt kendi kararlarıyla gönderirler onları bu okullara. Çocuklara hangi okula gitmek istiyorsun diye hiç sorulmaz. Hatırlıyorum benim bu okula girmem için sadece ailem değil neredeyse bütün akrabalar bir olup karar vermişlerdi.
Bu sektöre girdim gireli içim bir gün bile huzurlu olamadı. Birilerinin ayağını kaydırıp da onun yerine geçmeyi, patronun saçmalıkları için yalan söylemeyi ve doğru olmayan ilişkiler kurmayı vb. doğru bulmuyordum. Patronlar, turizm işçilerinden –tıpkı diğer sektördeki işçiler gibi– güzel, kaliteli ve iyi iş-hizmet üretmelerini isterler. Peki onların bu iş ve hizmeti üretecek işçilere yaptıkları güzellikler, kaliteli servisler ve diğer olanaklar nerede? Otellerde çalışanlara ayrılan lojmanlarda ne sıcak su, ne doğru dürüst çarşaf vs. bulunmakta, ne de oda bakımı yapılmakta. Yemekhanelerin durumunun da lojmanlardan farkı yok. Ne doğru dürüst sandalye, masa, ne havalandırma –genellikle otelin altında olduğu için–, ne de yiyecek ve içecek malzemelerinin sunumunda bir düzenlilik var. Yemek saatlerinde çoğu yemekler bir önceki akşam otel müşterisine verilen yemeklerden arta kalanlardan çıkıyor.
Bunlarla da bitmiyor kapitalist sistemin işçiler üzerindeki etkisi. Bildiğimiz gibi bir otelin birçok departmanı vardır. Çamaşırhane, ön büro, muhasebe, bulaşıkhane, restoran, temizlik işleri gibi. Ben bu bölümlerin hemen hepsinde çalıştım. Bu departmanlar arasındaki ayrımlar aynı zamanda çalışanlar arasındaki ilişkilerin düzeyini de belirlemekte. Bir ön büro veya muhasebede çalışanla bir bulaşıkhane veya çamaşırhanede çalışan aynı yemek masasında birlikte yemek yemez. Hatta onlara (ön büroculara ve muhasebecilere) özel masalar ayrılmıştır. Onlara ayrılan bölümlere onlardan başka kimse oturamaz. Onların yaptıkları iş, diğerlerinden farklı, ayrıcalıklı bir iş olarak görülür. Kapitalist sistem işçiler arasındaki ilişkileri bu şekilde belirlemekte. Birbirinden yalıtık, yüzeysel ilişkiler.
Yalnız bunlarla da sınırlı değil hizmet çalışanlarına yapılanlar. Her sektörde olduğu gibi turizm sektöründe de saatlerce mesailere kalınıyor. Daha çok elaman yetersizliğinden dolayı fazla mesai yapılır. Bir vardiyada iki kişi çalıştırılması gerekirken bir kişi çalıştırılır fazla zarar etmemek için. İşverenler çoğunlukla yaz dönemlerinde düşük ücretli elaman çalıştırmak için stajyer öğrenci alırlar. Bir taşla iki taş vurmak için stajyerleri çalışmaları gereken bölümler dışında otelin diğer bütün bölümlerinde de çalıştırırlar. Onlar da bir şey diyemezler fazla çalıştırılmalarına ve sürekli otelin içerisinde dolandırılmalarına. Bir şey deseler de kapitalist eğitim düzeni hazırlamış ses çıkarmalarının bedelini. Stajları yanacak ve bir sonraki yıl tekrar staj yapmak zorunda kalacaklar.
Ayrıca gördüğüm ve beni çok rahatsız eden bir diğer olay da animasyon, tiyatro, eğlence gösterileri adı altında insanların içeriksiz, saçmasapan, yer yer soytarılığa kaçan şeylere zorlanması. Ekmek parasını çıkartmak uğruna “komik olmaya”, şarlatanlığa zorlanmak, işçi ve öğrenci arkadaşlarımı bu hallerde görmek beni daima üzmüştür. Bacasız sanayi olarak da bilinen turizm sektörünün turizm çalışanları üzerindeki etkisini, onları diğer sektörlerdeki işçiler gibi iş-ev, ev-iş çemberinde gelip gidecek şekildeki uyguladığı politikaları ve sadece kendi ekonomik işleyişi için onları soktuğu durumu, net olarak örgütlü mücadeleye katıldıktan sonra kavradım. Velhasıl üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tutanlar olduğu sürece, ne turizmde ne tekstilde ne de sanayide rahat rahat çalışmamız mümkün olamaz. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya ancak üreten ve yönetenin aynı olmasıyla mümkündür. Bunca hizmeti üretip güzellikleri yaratan, o otellerin yıldızlarını ışıldatan emekçiler, söz konusu otellerde bir haftalık tatil için bir yıl aç kalmayı göze almak zorundadırlar ki çelişkinin en büyüğü de buradadır.
link: Ümraniye’den bir MT okuru, İşimiz burjuvaları eğlendirmek..., 30 Nisan 2005, https://marksist.net/node/397
Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir
SEKA Direnişinin Ardından