Roboski katliamının ardından haftalar, aylar geçmesine rağmen ne failleri belli olmuş ne de bununla ilgili hükümet tarafından tatmin edici bir açıklama yapılmış diye hayıflanırken, birden başbakan ve içişleri bakanının, aklı mantığı geçtik, gönüllerde derin yaralar açan açıklamaları sadece 34 ölen Kürt gencinin yakınlarını değil azıcık vicdanı olan herkesi bir kez daha kahretti.
AKP’nin ve kendinden menkul kıymetli içişleri bakanının uzun uzun karakter tahlillerini yapmaya ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. Her burjuva iktidar gibi, tüm yurttaşlarını tarlalarının ürünü olarak gören ve istediği zaman ekeceğine, istediği zaman da biçeceğine inanan klasik bir anlayıştır karşımızdaki. Ve yine tüm burjuva partileri gibi meydanı boş bulunca halklara olan kinlerini kusarken salyalarını gizleme gereği duymamaktadırlar. Özellikle başbakanın “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ve ardından “sezaryene de karşıyım” cıvıklığı özelde Kürt halkının genelde ise TC’de nefes alabilen herkesin neyle karşı karşıya olduğunun küçük bir özetidir. Ve bu özet, Kürt sorunundan yoksulluğa kadar, sağlık politikalarından kadın sorununa kadar, emeğinden başka sermayesi olmayanlara burjuva iktidarların yaklaşımı nedir ve bunun karşısında işçi sınıfının tutumu ne olmalıdır konusunda acı dersler içermektedir.
Sezaryen meselesinden başlayacak olursak, allı pullu sağlık reformları sonucu sağlık sistemini özelleştiren ve sadece kadın doğum servislerinden milyarlar kazanan özel hastanelere yoksul halkın canını peşkeş çeken sağlık sistemi mi bu sezaryen çokluğunun nedeni, yoksa insanlar çıldırdı ve bıçak sever mazoşist bir psikolojiyle mi yatıyorlar neşterin altına? Bebekleri dünyaya sezaryenle gelen bir baba olarak şunu söyleyebilirim, eşimin böyle bir mazoşist bıçak sever tarafı olmadı hiç. Ama ikiz bebeklerimiz tehlikeye gireceğinden sezaryen yapılması zorunluydu. Mecbur kalan binlerce annenin dışında daha tehlikeli olan durum şudur ki; biz yoksulların canı para=sağlık denklemine eşitlendiğindendir ki, birer sağlık neferi(!) olan özel hastaneler soğuk algınlığına böbrek testi ister olmuş, kaçırır mı sezaryen gibi büyük bir lokmayı!
Yapılan araştırmalara göre kürtaj ameliyatlarının %80’inden fazlası 35 yaş üstü kadınlarda, yani çocuk doğurması riskli olan, doğursa da çocuğun sıkıntı yaşayacağı anne adaylarına uygulanmaktadır. Geri kalan %20’nin çoğunluğunu ise kreşsiz, sağlık güvencesiz, geleceği muallak, zaten kıt kanaat geçinen ve insan doğasına aykırı mesai saatleri ile ağır koşullarda çalışan kadın işçiler oluşturmaktadır. Sadece bu sonuçlar bile kürtaj hakkının kadında saklı olması gerektiğini, erkeğin ve erkeğin kaburgasından çıkan devletin hiçbir müdahale hakkının olmaması gerektiğini göstermektedir.
Roboski’de Kürt halkına gözdağı vermek için katliam yapıldığı aşikârdır. AKP burjuvazisi, lütufkarlığıyla(!) yetinmeyen Kürt halkına bir ders vererek(!) derin bir tehdit savurmuş ve 90’ları tekrar yaşatmakla tehdit etmiştir. Bu, özelde Kürt halkına olmakla birlikte genelde yükselen “yoksullar başkaldırısı”na da bir tehdittir. Ölen 34 masum Kürt genci bunun için illegal gösterilmeye çalışılmaktadır. Verilen mesaj “yasalara sadık kalmayan herkes bunu yaşayabilir” mesajıdır. Greve çıkan işçi de bunu yaşayabilir, kendi yurdunda kaçakçı görülen Kürt genci de. Aslolan burjuvazinin zincirlerinden kopmaktır. Başlıktaki soruya da cevap verecek olursak eğer; bu memleket yasalarıyla, toplarıyla, heronlarıyla, predatörleriyle ezilen halkları zapt etmeye çalışan efendilerin değil; heronu, predatörü olmasa da dipten gelen milyonlarındır. Bunu efendiler iyi bilmektedir, biz milyonlar da yeni yeni öğrenmekteyiz ve bu efendilerin asıl korkuları bizlerin dipten gelen dalgasıdır. Kaçınılmaz olan ise mal sahibi olan işçi sınıfının artık malına sahip çıkmaya başlamasıdır.
link: Mersin'den bir eğitim işçisi, Roboski'den Kürtaja, Bu Memleket Bizim (mi)?, 6 Haziran 2012, https://marksist.net/node/3021
Kamuda Sahte Sendika Yasasına Hayır!
Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Neler Getiriyor?