Son bir yılda et fiyatları aşırı bir artış gösterdi. Böylece zaten fiyatı bir işçi ailesinin bütçesini zorlayan etin işçi sofrasına uğrama ihtimali de nerdeyse sıfıra düştü. Et fiyatlarındaki “anormal” artışın sebepleri ve çözümü gündemin ana maddelerinin arasında zor da olsa kendine yer bulabildi. Bizzat başbakan, bir marketi teftiş ederken sosis fiyatlarına kızıp derhal indirilmesini salık veren Putin’e öykünerek olaya müdahale etti. “Ben vatandaşıma 30 liradan kıyma yedirmem” diyen Erdoğan gerekli çalışmaları başlatma talimatı verdi bakanlarına.
Başbakanın bundan muradı başka tabii! Hükümet gerçekten halkın geçim derdini düşünseydi, yıllardan beri uyguladığı politikalarla emekçinin boğazını sıkmazdı. Ama bu eşyanın doğasına aykırı olurdu. Hükümetler emrinde oldukları sınıfın çıkarlarına denk düşen politikalar izlerler. AKP hükümeti de tıpkı diğer burjuva hükümetler gibi, kapitalist sınıfın lehine, işçi sınıfının aleyhine yasalar çıkarmış ve işçi sınıfına acımasızca saldırmıştır. Patlak veren krizin faturasını işçi sınıfına ödetmeye çalışmıştır. Et fiyatlarının ve asgari ücretin son iki yıldaki artışını yan yana koyduğumuzda bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla görürüz. Geçtiğimiz yıl asgari ücret 527 TL idi. Bu paraya kilosu 18 TL olan kıymadan 29 kilo alınabiliyordu. Bu sene asgari ücret 577 TL oldu. Nisan ayında tavan yapan et fiyatlarının ardından şimdi bu parayla ancak 19 kilo kıyma alınabiliyor. Her şeye yüksek oranlarda zam yapılırken ücretlere yapılan zam en fazla yüzde beşlerde kalıyor. Sonuç olarak reel ücretler düşüyor. Hal böyle olunca da kırmızı et lüks tüketime giriyor. Kiloyla satılan et ancak gramla alınabilir hale geldi. Kısacası burjuva politikacılar popülist laflar etmekten başka bir şey yapmazlar. Başbakan “vatandaşıma 30 liradan et yedirmem” derken samimi olsaydı, işçiler açlık sınırının altında bir asgari ücretle ay sonunu nasıl getireceklerini kara kara düşünmezlerdi.
Et fiyatlarındaki artış beraberinde ithal et tartışmalarını da gündeme getirdi. Türkiye 1996’dan beri “deli dana” olarak bilinen hastalık sebebiyle riskli ülkelerden et ithal etmiyordu. Et fiyatlarının artmasını durdurmaya yönelik çözüm olarak şimdi Et ve Balık Kurumuna ithalat yetkisi verilince tartışma da iyice alevlendi. Sağlı sollu eleştiriler yapıldı. “Et ithalatının yerli üreticiyi bitireceği”, “dış ülkelere bağımlı kılacağı” gibi küçük-burjuva milliyetçi fikirler ortaya saçıldı. Sosyalist solun milliyetçilikle malûl kesimlerinin de sorunlara sınıf temelinde bakmadığının bir başka örneği sergilenmiş oldu. Oysa devrimci Marksistlerin görevi işçi sınıfının bağımsız politikasını savunmaktır. Bunun için ithal et konusunda sorunun nereden kaynaklandığına ve nasıl geliştiğine sınıfsal temellerde bakmak gerekiyor.
Tarımda geç kapitalistleşme
Kapitalist gelişim çizgisi karşısında Türkiye’de köylülük yıllarca dirense de, son 10 yılda bu “köylü kalesi”nin duvarlarında çok büyük gedikler açılmıştır. 1960’larda tarımsal nüfus %60’lardayken bu oran 2000 başlarında %35’e, 2010’da ise %30’un altına inmiştir. ABD’de bu oran %1,5 AB ülkelerinde ise %6 civarındadır. AB, Ortak Tarım Politikası gereği Türkiye’deki tarımsal nüfusun %8’e çekilmesini istiyor. IMF ve Dünya Bankası ile AB’nin tarım politikaları yüz binlerce küçük üreticinin tasfiye sürecinin trajik biçimde devam etmesine yol açıyor. Üstelik bu durum sadece Türkiye’de yaşanmamaktadır. Kapitalist sistem gittiği her yere kendi kurallarını da beraberinde götürmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de küçük üreticilerin yaşadığı sıkıntıların temelinde politikacıların kötü yönetimleri yatmamaktadır. Kapitalizmin genel eğilimi küçük üreticileri yok etme yönündedir. “Lenin'in dediği gibi, 'kârları dolu ambarlarından değil boş midelerinden gelen' ve 'tüketimlerini inanılmaz boyutlarda kısarak varlıklarını sürdürme sanatının ustaları olan' küçük çiftçilerin, günümüz dünyasında, bu 'sanatı' devam ettirebilmeleri ve kapitalist sistemin 'yıkıcı' kanunlarından kaçıp kurtulmaları tümüyle olanaksız hale gelmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemin bütün yerküreyi bir ağ gibi sardığı, gümrük duvarlarının bir bir yıkıldığı günümüz dünyasında, aç kalarak bile olsa, uluslararası rekabete dayanma şansları artık bulunmuyor.”[1] Nitekim AB’de yürürlükte olan Ortak Tarım Politikası uygulamaları çiftçilerin yaşadığı sorunları arttırmış ve yüz binlerce çiftçi iflas etmiştir. Bu yüzden Avrupa’nın birçok ülkesinde küçük çiftçiler çok sayıda eylem düzenlediler. Türkiye’deki küçük üreticiler de adeta can çekişiyor.[2]
Geçen sene toplanan AB tarım bakanları toplantısında Türkiye’de tarımda yapılması istenen temel değişiklikler şunlardı: Devletin tarıma yönelik desteklerinin ve müdahale alımlarının azalması, verimsiz işletmelerin desteklenmesine ilişkin politikaların kısıtlanması, tarımdaki yüzde 26,4’lük nüfusun daha da azaltılması. Bu politikaları sadece uluslararası sermayenin isteği olarak görüp yerli burjuvazinin bunda çıkarının olmadığını düşünmek meselenin özünü kaçırmak demektir. Dini, dili, rengi ne olursa olsun burjuvazi her yerde sermayesini büyütmek ister. Yüz binlerce küçük üreticinin yok olması ve aileleriyle birlikte milyonlarca kişinin sefalete sürüklenmesi sermayenin umurunda değildir. Tersine bu olmaksızın büyüyemeyeceğinin bilincindedir burjuvazi. IMF ve AB gibi emperyalist kurumların politikaları aynı zamanda yerli büyük sermayenin de politikalarıdır. Küçük üreticiler tasfiye olurken büyük burjuvazi semirdikçe semirmektedir.
Tarımdaki tasfiye süreci Türkiye’de hayvancılığın da olumsuz etkilenmesine yol açmıştır. Nitekim hayvancılık sektörüne dair TÜİK’in açıkladığı rakamlar bu gerçekliği apaçık gösteriyor. 1991 yılında 12 milyondan fazla olan büyükbaş hayvan sayısı 2009’da 11 milyonun altına düşmüş. Aynı yıllar arasında küçükbaş hayvan sayısı ise 51 milyondan 26 milyona düşmüştür. Oysa Türkiye’nin 1990’da 56 milyon olan nüfusu, bugün 72 milyon. Kırmızı et üretimi ise 2009’da bir önceki yıla göre %14,5 azalarak 482 bin tondan 412 bin tona inmiş. Yani kişi başına düşen et miktarı muazzam bir düşüş göstermiş. Matematiksel olarak düşündüğümüzde nüfusun artmasıyla birlikte hayvan sayısının ve et üretimin de artmasını bekleriz. Oysa küçük üreticilerin tasfiye sürecinin hızlanması sebebiyle et üretiminin azalmasını fırsat bilen büyük üreticiler arzı bilinçli biçimde sınırlı tutmakta, bunun sonucunda da piyasadaki et miktarı gerektiği biçimde artmamakta, fiyatlarsa fırlamaktadır.
Hayvancılık sorunundaki önemli faktörlerden biri de devletin Kürtlere karşı uyguladığı imha politikasıdır. TC’nin boyunduruğunu kabul etmeyip ulusal hakları için mücadele eden Kürt halkı, yerinden yurdundan sürüldü. Köyleri yakıldı, evleri yıkıldı, meraları kapatıldı. Kürt illerinde en önemli geçim kaynaklarından biridir hayvancılık. Ancak ormanları yakılıp meraları ve yaylaları yasak bölge ilan edilen Kürtler, kentlere göç etmek zorunda kaldılar. Köylerde kalanlar ise yayla yasakları yüzünden hâlâ hayvanlarını otlatamıyorlar. Son 25 yılda 4500 köy boşaltılmış, 4 milyona yakın kişi kentlere göç etmek zorunda kalmıştır. Arazilerin mayınlanması, köy ve meraların tarumar edilmesi, yaylaların yasaklanması sonucu eskiden hayvancılığın en büyük merkezi olarak bilinen bölgede hayvancılık bitme noktasına geldi.
Hayvan sayısının azalması, fırsatı kollayanlar tarafından kırmızı et fiyatlarının da yükseltilmesi sonucunu doğurdu. Son 2-3 yıl içinde çiğ süt fiyatının düşmesi ve yem fiyatlarının artması bunu besleyen diğer faktörler oldu. Hatırlayacak olursak Mart ayında süt üreticileri daha yüksek fiyat talebiyle “sanayiciye süt satmama” eylemi yapmışlardı. Sütten kazanç azalınca besiciler hayvanlarını kesmek zorunda kaldılar. Böylece hayvan sayısı düştükçe düştü. Bu da karşılıklı olarak et fiyatlarını yükseltti.
Son aylardaki aşırı artışı hesaba katmadığımızda dahi Türkiye’deki et fiyatları diğer ülkelere göre yüksek. Örneğin AB ülkelerinde kırmızı etin kilosu 4-7 dolar, Arjantin ve Brezilya’da 2 dolar, ABD’de 5 dolar iken, Türkiye’de 15-20 dolar arasında değişiyor. Geçen sene dahi Türkiye’deki et fiyatları 10 doların üstündeydi. Bu da gösteriyor ki et fiyatlarındaki artışın tek sebebi spekülasyon değildir.
Türkiye’de sadece et fiyatları değil, kişi başına tüketilen yıllık et miktarı da diğer ülkelere göre oldukça farklılık gösteriyor. ABD’de yılda kişi başına 116 kg, Arjantin’de 99,5 kg, AB ülkelerinde ise ortalama 70 kg et tüketiliyor. Bu rakam Türkiye’de 6 kg bile değil. Bu miktar günlük 16 grama denk düşüyor ki, bu bir insanın tüketmesi gereken günlük kırmızı et miktarının çok altındadır. Sağlıklı bir beslenme için kırmızı etin günde en az 100 gram tüketilmesi gerekiyor. Üstelik istatistiklerde yansımasını bulan “kişi başına düşen et miktarı” basit bir aritmetik ortalamadan ibarettir. Bu rakam herkesin midesine giren et miktarını ifade etmiyor. İnsanlığın biyolojik gelişiminde büyük rolü olan et, gerçekte yüz milyonlarca yoksulun sofrasına nerdeyse hiç uğramıyor.
Küçük üreticinin yeri işçi sınıfının yanıdır
Hükümet et fiyatlarını zapturapt altına almak için ithal ete izin verdi. İthal et izni daha çıkar çıkmaz et fiyatlarında 2-3 liralık bir düşüş oldu. Mayıs başında yapılan ihaleler iptal edilirken, 20 Mayısta yapılan ihale toplam 8 bin ton sığır etinin ortalama 10,5 liradan 4 farklı firmadan alınması ile sonuçlandı. Fiyat artışı şimdilik durmuş gözüküyor. Hatta et fiyatlarında %20’ye yakın bir düşüş gerçekleşti. Ancak ithal et tartışmalarındaki yanlış fikirlerin üzerinde durmak gerekiyor.
Birincisi, sorunlara sınıfsal değil de milliyetçi temellerde bakmak işçi sınıfının zihnini bulandırmaktan ve burjuvazinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. Et ithalatına “dışarıya bağımlı bir ülke olacağız” gerekçesiyle karşı çıkmak bu tuzağa düşmek demektir. Türkiye’nin “kendi kendine yeterli yedi ülkeden biri” olduğu çok eski bir yalandır. Kapitalizmin geldiği aşamada hiçbir ülkenin kendini tamamıyla dışarıdan tecrit ederek ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilmesi mümkün değildir. Kaldı ki kapitalizmde üretim ne ulusal temellerde yapılır, ne de gerçek anlamda insan ihtiyaçları göz önünde bulundurulur. Kapitalist üretimin temel güdüsü kâr etmektir. Metanın et, süt, ekmek gibi en temel gıda malzemeleri olması bu gerçeği değiştirmez. Burjuvazi yiyecek ekmek, içecek su bulamayan bölgelere, daha kârlı olduğu için cep telefonu, bilgisayar satmanın yollarını arar. Burjuvazi, emekçilere milliyetçilik zehrini zerk etmeye çalışır, ama işine gelmedikçe kendisi hiç de milliyetçi davranmaz. Kendi ülkesinde milyonlarca işçi işsizken, işgücünün daha ucuz olduğu bir ülkede fabrikalar açabilir. Ya da ürettiği bir ürün yurt içindeki ihtiyacı karşılamaya yetmezken, daha fazla kâr etmek uğruna bunun önemli bir kısmını ihraç etmekte beis görmez. Abes olan sosyalist olduğunu iddia edenlerin milliyetçi fikirlerle küçük-burjuva kuyrukçuluğu yapmalarıdır.
İkincisi, yerli üreticinin et ithalatı ile zor duruma gireceği iddiasıdır. Yerli üreticilerden kasıt büyük şirketler ise, açıktır ki bu işçi sınıfının derdi olamaz. Yok, küçük üreticiler kastediliyorsa, onlar zaten zor durumdalar. İpotek ve hacizlerle küçük üreticilerin varlıkları her geçen gün büyük sermayedarlara geçmektedir. Sermayenin merkezileşmesi ve küçük üreticilerin tasfiyesi kapitalizmin genel eğilimidir. Üretimin merkezileşmesi ve daha fazla üretimin yapılması devrimci işçi sınıfının karşı çıkacağı bir şey değildir. Ancak kapitalizmde bu süreç küçük üreticilerin sefalete sürüklenmesi ile sonuçlanmaktadır. Kapitalizm yıkılmadan da bunun önüne geçmeye çalışmak nafiledir. Sadece kapitalist politikalara karşı mücadele etmek yetmez, bizzat kapitalizmin kendisine karşı mücadele etmek gerekiyor.
Dolayısıyla küçük üreticilerin devrimci işçi sınıfıyla birlikte hareket etmesi gerekiyor. Çünkü kapitalizmi yıkacak tek güç işçi sınıfıdır. Ancak tüm emekçilerin işçi sınıfı öncülüğünde kapitalizmi yıkmasıyla insanlık kurtuluşa erecektir. Ancak o zaman bugünün küçük üreticileri olan emekçiler sefalete sürüklenmek yerine, kolektif bir üretim sayesinde insanca yaşam olanağına kavuşacaklardır. Böylece üretim araçları en verimli şekilde kullanılabilecek, yeryüzünden açlık ve yoksulluk silinip gidecektir. İşte o zaman herkes ete de, süte de doyacaktır.
link: Suphi Koray, Artan Et Fiyatları ve İthal Et Tartışmaları, 1 Haziran 2010, https://marksist.net/node/2459
Tayland’da Burjuvazinin İt Dalaşında Emekçiler Eziliyor
İsmet İnönü, Kemalizm ve Demokrasi