Latin Amerika kazanı kaynamaya devam ediyor ve şimdi Peru da zincire eklenmiş bulunuyor. Kapitalizmin işçi ve emekçilere yönelik saldırıları hız kazandıkça, tepkiler de yaygınlaşarak artıyor. Hindistan’dan Fransa’ya, Nijerya’dan Peru’ya kadar dünyanın her yerinde, bu saldırılara karşı gösteriler ve grevler yükseliyor. Kamu çalışanlarına ayrılan bütçe payının kısılması, sağlık ve eğitim giderlerinin azaltılması, özelleştirmeler sonucu on binlerce işçinin işinden edilmesi, sendikasızlaştırma saldırıları; tüm bunlar sadece Türkiye’de değil, ileri kapitalist ülkeler de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde yaşanıyor.
Peru’da günlerdir devam eden grevlerin ve gösterilerin sermayeyi ve onun devletini tehdit eder boyuta varması üzerine, devlet başkanı Alejandro Toledo 30 günlük olağanüstü hâl ilan etti. Toledo, 2001 yılında, işçi ücretlerini iki katına çıkarma, özelleştirmeleri durdurma, herkese iş, refah ve demokrasi vaatleriyle iktidara geldi. Uygulanan ekonomik politikalara ve baskılara öfke kusan halk, Toledo’yu iktidara taşıdı. Seçimlerden önce Kızılderili kimliğini, yoksul bir aileden gelişini vs. kullanarak işçilerin ve köylülerin büyük desteğini aldı. Ancak gerçek yüzünün görülmesi hiç de uzun sürmedi. Aslında ABD’de eğitim görmüş bir Dünya Bankası danışmanı olması bile onun hangi sınıfın adamı olduğunu görmek için yeterliydi.
Daha bir yıl geçmeden ikincisi
Toledo, iktidara geldiği iki yıl gibi kısa bir süre içinde ikinci kez olağanüstü hâl ilanında bulunuyor. Özelleştirme girişimleri, Fujimori diktatörlüğü döneminde, IMF ve Dünya Bankasının baskıları sonucu başlamıştı. Tüm seçim vaatlerine rağmen, Toledo da özelleştirme ve kemer sıkma politikalarını devam ettirdi. Nitekim geçtiğimiz yıl, ülkenin güneyindeki Arequipa kentinde, bu politikaları protesto etmek amacıyla on binlerce kişilik gösteriler düzenlenmiş, göstericilerle polis arasında çatışmalar çıkmış ve 16 Haziranda kentte olağanüstü hâl ilan edilmişti. Bu esnada bütün anayasal haklar askıya alınmış ve sokağa çıkma yasağı getirilmiş, kentin tüm kontrolü ordunun eline verilmişti. Ne var ki bütün bu baskılara rağmen, çeşitli sendika şubelerinin, öğrenci, öğretmen, köylü ve kadın örgütlerinin oluşturduğu yerel Cepheler, direnişe devam kararı almışlardı ve hareket pek çok kente yayılmıştı.
Sonunda genel grev tehdidiyle yüz yüze gelen hükümet geri adım atarak Arequipa Cephesinin liderleriyle anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Bu anlaşma gereğince, kentin ayağa kalkmasına neden olan iki büyük elektrik şirketinin özelleştirilmesi askıya alındı, Adalet ve İçişleri Bakanları gösteriler sırasındaki tutumları nedeniyle halktan özür diledi ve olağanüstü hâl kaldırıldı. Kuşkusuz bu önemli bir adımdı, fakat hükümetin kemer sıkma ve özelleştirme politikalarını devam ettirmesine engel olamadı ve bugüne gelindi.
Direniş artarak sürüyor
Son günlerde yaşanan gelişmeleri tetikleyen ise, asıl olarak, SUTEP sendikasında örgütlü öğretmenlerin, ücretlerinin artırılması talebiyle (200 dolarlık aylık ücretlerinin 260 dolara çıkarılmasını istiyorlar) iki haftadır sürdürmekte oldukları grev oldu. 26 Mayıs pazartesi günü, ülkenin çeşitli bölgelerindeki çiftçiler ve tarım işçileri de onlara katıldılar ve 35 yol kesme eylemi gerçekleştirdiler. Salı günü grev, 35 bin sağlık çalışanını kapsayacak şekilde hastanelere ve sağlık merkezlerine yayıldı. Yargı işçileri ise zaten bir süredir grevdeydiler.
Geçen sefer, attığı geri adım yüzünden sağ çevrelerden ve işveren kesiminden büyük eleştiriler alan Toledo, bu sefer bağlı olduğu sermaye sınıfını fazla telâşa düşürmeden duruma müdahale etti ve salı günü olağanüstü hâl ilan etti.
Eğitim Bakanı, 280 bin öğretmenin katıldığı bu grevi yasadışı ilan etse de, öğretmenler olağanüstü hale rağmen greve devam edeceklerini açıkladılar. Öğretmenler ve öğrenciler pek çok kentte binlerce kişilik gösteriler düzenliyor ve polisle taşlı sopalı çatışmaya giriyorlar. Yargı işçileri, Adalet Saraylarını kuşatma altına almış durumdalar. Tarım işçileri ve küçük çiftçiler ise ana ulaşım yollarına kurdukları barikatları kaldırmayarak askerle çatışıyorlar.
Hükümet şimdi de, toplumdaki tepkinin en azından burjuva devlet aygıtının has bileşenlerinden olan polis teşkilâtına sıçramaması için önlemler alarak polis maaşlarını artırma kararı aldı. Çünkü burjuvazi de çok iyi biliyor ki, sıradan polis memurları da, ücretlerinin artırılması talebiyle sokaklara dökülenlerle özde aynı koşullar altında yaşamaktadırlar. Zaten polis içinde huzursuzlukların arttığı ve protesto planlarının yapıldığı haberleri yayılmaya başlamış durumda.
Bütün bunlar burjuvazinin duyduğu korkunun boyutlarını görmemiz için yeterli. Hareketin bütün toplum katmanlarına hızla yayıldığı bir ortamda, bunun askere ve polise sıçrama olasılığı her zaman vardır. Özellikle devrimci durumlarda bu sıkça yaşanır. Peru burjuvazisinin ve devletinin yapmaya çalıştığı şey, işlerin geri dönülmez bir noktaya varmamasını sağlamak için tüm önlemleri almaktır.
Hükümet ve işveren kesimleri, “gerçek işçi liderleri”ni “sağduyulu olmaya” davet ediyor ve hükümetle diyaloga girmeye çağırıyor. Böylece sendikaları ikna ederek hareketi denetim altına almaya çalışıyorlar. Bunlar burjuvazinin her yerde uyguladığı bildik taktikler.
Çözüm tek, eksiklik aynı
Ekvador, Arjantin, Venezuela, Uruguay, Bolivya, Kolombiya ve Peru. Tüm Latin Amerika patlamaya hazır bir barut fıçısı ve ulusal ve uluslararası burjuvazinin tüm çabalarına rağmen bu fıçının sıcaklığı düşürülebilmiş değil. Latin Amerika ülkeleri, en küçük bir kıvılcımda birbiri ardına ayağa kalkıyor. Ama işçi sınıfının devrimci Marksist bir önderliğinin olmaması nedeniyle bu mücadeleler kararlı ve hedefe ilerleyen mücadeleler haline gelemiyor. Önderlik sorunu her olayda, her eylemde, her ayaklanmada kendini bir kez daha gösteriyor.
Bütün bu ülkelerde, işçilerin ve emekçilerin sorunları, dünyanın diğer yerlerindeki sınıf kardeşlerinin sorunlarıyla aynı. Bu sorunların çözümü de bir ve aynı: işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecek proleter devrimler sonucunda kıtasal ölçekte kurulacak ve dünya ölçeğinde yayılacak bir birleşik işçi sovyetleri cumhuriyeti. Latin Amerika’nın herhangi bir ülkesinde başlayacak bir proleter devrim, başladığı ülkeyle sınırlı kalmayarak hızla tüm kıtaya yayılıp, tüm dünyaya da benzer şok dalgaları gönderebilir. Böyle bir devrim sonucunda kurulacak olan birleşik işçi sovyetleri cumhuriyetinin yaşamasını garanti edecek olansa ancak işçi sınıfının ulusal ve uluslararası ölçekteki devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyidir.
link: Zeynep Güneş, Peru: Latin Amerika Kaynamaya Devam Ediyor, 30 Mayıs 2003, https://marksist.net/node/224
“Türk Solu” burjuvazinin soludur
Kocaeli'de Özelleştirmeye Hayır Mitingi