Devletin “önemli” şahsiyetleri, sermaye düzeninin huzurunu ve güvenliğini korumak için konuşmaya devam ediyorlar. Sadık hizmetkârların konuşmaları timsah gözyaşları, kin ve saldırıyla paralel yürütülüyor. Hedef tahtasında yine Türkiye işçi sınıfı ve ezilen Kürt halkı bulunuyor. Devletin yetkili şahsiyetlerinin konuşmalarında sarf ettikleri cümleler dil sürçmesi veya münferit şeyler değil. Onlar gayet bilinçli konuşuyorlar.
En yetkili ağızdan manipülasyonlar
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir yurtdışı gezisinden önce gazetecilere açıklamalarda bulunuyor: konu Kürt sorunu. Gül, hiçbir sorun yokmuş gibi konuşuyor: “Dağlıca’da, Teker’de, Yüksekova’da helikopter beni bıraktı, uçtu gitti; ben o yerlerde halkın arasında yürüdüm, yürüdüm. Orada yaşamanın, hizmet yapmanın, oraları korumanın ne olduğunu gördüm...” Helikopter onu bırakıp gittiğinde o, tek başına, bir şövalye gibi korkusuzca halkın arasına karışıyor ve yürüyor. Pek tabii o ara etrafındaki koruma ordusunu ve bindiği zırhlı arabayı görmek işine gelmiyor. Gül, Kürt illerinden bahsederken adeta Amerika’yı keşfetmiş gibi bir eda takınıyor. “Orada” kelimesini kullanırken farklı bir diyardan bahsediyor aslında. Bu arada, Kürt illeri lafının da çıkmasını istemiyor ağızlardan. “Orada yaşamanın ne olduğunu gördüm!” diyor Gül. Ama “orada” yaşamayı görmekle orada yaşamak arasında çok fark var ve Gülgiller “orada” yaşatılanları gayet iyi biliyorlar. “Orada” her ne yaşanıyorsa altında onların imzası var. Halkın yaşadığı baskı ve acıları gayet iyi biliyorlar.
Gül konuşmasının en önemli yerine geliyor. Ve biraz nefeslendikten sonra, “teröristlerin günlüklerine kadar her şeyi okudum, çekilecek hayat değil. Teslim olmaya hazır militan sayısı çok” diyor. Demek ki Gül sadece gezip görmemiş, bir de okuyup önemli saptamalar yapmış: “Militanlarınki çekilecek hayat değil!” Gül’ün “ora” dediği diyarda yaşayanlar Kürt halkıdır! O Kürt halkı ki, Gül’ün başında bulunduğu burjuva devletin inkâr ve imha politikalarının kurbanıdır. Güya Gül, “yapıcı” konuşuyor, oysa ne kadar “yumuşak” konuşsa da mevcut dil kendini dışa vuruyor ve “ayrımcılık” fışkırıyor bu dilden. “Ora”dakiler hakları için dağa çıkmışlar, yıllardır mücadele ediyorlar. Ama Gül, onların hayatının hayat olmadığını, çoğunun “teslim olmaya hazır olduğunu” açıklıyor. Gül’ün verdiği mesaj açık değil mi? Mücadele etmek yerine teslim olmak! Yani Gül, hem Kürt halkına yönelik inkâr ve imha politikasını dilini yumuşatarak devam ettiriyor hem de manipülasyon yapıyor.
Bir elinde kadeh, bir elinde dolar: yaşasın savaş!
Beş yıldızlı Swissotel resepsiyon salonunda bu kez konuşan Genelkurmay Başkanı. Şampanyaların şerefe kaldırıldığı resepsiyonun bir köşesinde Büyükanıt gazetecilerle konuşuyor. Bir gün önce çatışmada ölen bir subay hakkındaki soruları yanıtlıyor. Evvelâ, kadehli şampanyalı bu ortamda, “şehidimizin acısı içimde şu anda canlı” diyerek üzüntüsünü dile getiriyor! Konuşmasına şöyle devam ediyor: “Davranışlarımızla o hain terör örgütüne prim vermememiz lazım, ayakta kalmamız lazım.” Kimisi elinde kadehle, kimisi elinde milyon dolarla, kimisi de elinde silahla ayakta kalıyor. Kürt halkının istemlerine “prim vermeyerek” 12 yaşındaki Kürt çocuklarını öldürenler var orada. Kitapevi bombalayanlar için “tanırım, iyi çocuktur” diyenler var orada. DTP’li milletvekillerine dahi müsamaha göstermeyip kapatma ve tüm parti üyelerini siyasetten men etme davası açanlar var orada. Genelkurmay Başkanı konuşmasına devamla şöyle diyor: “İsterse on bin terörist ölsün, bir tane Mehmetçik şehit olmasın”. Vatan-millet sevgisini ve Mehmetçik sevgisini kim böyle dile getirebilir?! İnsanın sorası geliyor 8 “Mehmetçik” esirken kılını kıpırdatmayanlar, kurtulunca sevinmedim diyenler, serbest bırakılınca da “Mehmetçik”leri doğru cezaevine yollayanlar kimlerdi acaba? Egemenlerin Mehmetçik sevdalarının ne kadar sahte olduğunu 8 askere yaptıklarıyla hep birlikte görmüş olduk.
Söyleyene değil söyletene bak
Son olarak hükümetin bir bakanı konuşuyor ve yine inciler bir bir dökülüyor dudaktan. Bu kez hedefte Kürt halkı yok. Türkiye işçi sınıfı var. Ne için savaştırıldığını bilmeden ölen, vergi veren ve bilcümle egemen sınıfa hayatı sunan Türkiye işçi sınıfı. Devlet bakanı Mehmet Şimşek, şimşek gibi laflar ediyor. Asgari ücretin konuşulduğu bu günlerde Türkiye’ye değerli cümleleriyle aydınlatıyor: “Diyorlar ki ücretler çok düşük. … OECD ülkeleriyle karşılaştırdığınızda, ücrette en yüksek ülkelerden biriyiz.” Bakan “diyorlar ki” diyerek kimi kastediyor acaba insan merak ediyor. Şu çok yüksek denilen ücret, devletin açıkladığı yoksulluk ve açlık sınırının çok altındaki sefalet ücreti.
Her asgari ücretli işçi, ay sonu aldığı o “yüksek” ücreti, bakanın aylık maaşıyla değiştirmeye dünden hazırdır. Böylece bakan da yüksek ücretin ne demek olduğunu anlamış olurdu. Bakan konuşmasına şöyle devam etmiş: “Yani yorganına göre imkânlar aslında son derece iyi.”Sermaye sınıfı, işçi sınıfının sefalet düzeyindeki ücretine, kuşa çevrilmiş sosyal haklarına ve zincirlerle kuşatılmış “örgütlenme özgürlüğü”ne var gücüyle savaş açmışken, bakan hâlâ imkânlardan bahsediyor.
Devrimin, barışın, kardeşliğin dilini hâkim kılalım!
Yani sermaye korosu hep bir ağızdan “teslim olun, ölün, daha fazlasını istemeyin” diyor. Sermaye temsilcilerinin ve uşaklarının dillerinden kan damlıyor, zehir saçılıyor. Fors, rütbe, para ve makam sahibi bu adamlar tarihten hiç ders almıyorlar. Adları, unvanları, partileri değişse de hepsi yıllardır hep aynı nakaratları tekrarlayıp duruyorlar. Oysa haklı bir mücadeleyi hiçbir güç yok edemez.
İşçi sınıfı ve Kürt halkının burjuvazinin yalanlarına karnı tok. Egemen sınıfların sözcülerinin yalanları, kaderleri ortak olan kardeş halkları kandıramaz. İşçi sınıfı ve yoksul Kürt halkı ağız birliği ederek burjuvaziyi susturup, ağzının payını vermeli. İşçi sınıfı ve ezilen halklar örgütlenip mücadele ettiğinde, devrimin dili, barışın ve kardeşliğin dili dünyamıza hâkim olacak.
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Burjuvazinin Sözcülerini İyi Tanıyalım, 20 Aralık 2007, https://marksist.net/node/1684
Özelleştirilmiş Savaş Aygıtları ve Profesyonel Ordular
Burjuvazinin Hâkimiyetinde Bir Türk-İş Genel Kurulu