27 Eylül 1926
İçinde bulunduğumuz dönemde Çin politik yaşamının olgu ve belgeleri, Çin Komünist Partisi ve Kuomintang arasında daha ileri ilişkiler sorununa kesinlikle su götürmez bir yanıt vermektedir. Çin’deki devrimci mücadele, 1925’ten beri, herşeyden önce proletaryanın geniş katmanlarının aktif müdahalesi, grevler ve sendikaların kurulmasıyla karakterize olan yeni bir aşamaya girmiştir. Köylüler şüphe götürmez biçimde giderek artan ölçüde harekete çekilmektedir. Aynı zamanda, ticari burjuvazi ve onunla bağlantılı entelijensiya unsurları, grevlere, komünistlere ve SSCB’ye karşı düşmanca bir tutum benimseyerek sağa doğru kayıyorlar.
Çok açıktır ki, bu temel olguların ışığında Komünist Parti ve Kuomintang arasındaki ilişkilerin gözden geçirilmesi sorunu zorunlu olarak ortaya konulmalıdır. Çin’deki ulusal-sömürgesel ezilmişliğin Komünist Partinin Kuomintang’a sonu olmayan girişini gerektirdiğini ilân ederek böylesi bir gözden geçirmeden kaçınma girişimi eleştiri karşısında tutunamaz. Bir zamanlar, Batı Avrupalı oportünistler, hepimiz çarlığa karşı mücadele ediyoruz diye, biz Rus Sosyal Demokratlarından, yalnızca Sosyal Devrimcilerle değil, “Kurtuluşçular” da aynı örgüt içinde çalışmamızı talep ediyorlardı. Öte yandan, Britanya Hindistan’ına veya Hollanda Hindistan’ına sıra geldiğinde, Komünist Partinin ulusal-devrimci örgütlere girmesi sorunu ortaya konulmuyor. Çin söz konusu olduğunda, Komünist Parti ile Kuomintang arasındaki ilişkiler sorununun çözümü devrimci hareketin farklı dönemlerine göre farklılaşır. Bizim açımızdan temel kriter, ulusal ezilmişlik değişmez olgusu değil, sınıf mücadelesinin, hem Çin toplumunun bağrında ve hem de Çin’in partileri ve sınıfları ile emperyalizm arasındaki çatışma hattı boyunca değişen gidişatıdır.
Çinli işçi kitlelerinin sola doğru hareketi, Çin burjuvazisinin sağa doğru hareketi kadar kesin bir olgudur. Kuomintang işçilerin ve burjuvazinin politik ve örgütsel birliğine ne ölçüde dayandırılmış idiyse, bugün sınıf mücadelesinin merkezkaç eğilimleri tarafından parçalanması o ölçüde zorunludur. Bu eğilimlere karşı koyacak sihirli politik formüller ya da zekice taktiksel araçlar mevcut değildir ve olamaz da.
ÇKP’nin Kuomintang’a katılımı, ÇKP’nin kendini yalnızca gelecekteki bağımsız politik faaliyete hazırlayan, ama aynı zamanda süre giden ulusal kurtuluş mücadelesinde yer almaya çalışan bir propaganda topluluğu olduğu dönemde şüphesiz doğruydu. Geçtiğimiz iki yıl boyunca, Çinli işçiler arasında muazzam bir grev dalgasının yükselişine tanık olduk. ÇKP raporu, bu dönem boyunca sendikaların 1,2 milyon civarında işçiyi kendine çektiğini tahmin etmektedir. Bu tip konularda abartı şüphesiz kaçınılmazdır. Dahası, yeni sendikal örgütlerin sürekli gel-git durumlarında nasıl istikrarsız oldukları biliriz. Ama Çin proletaryasının muazzam uyanışı, mücadeleye ve bağımsız sınıf örgütlerine duyduğu arzu kesinlikle inkâr edilemez.
Bu kesin gerçek, ÇKP’yi, bugün kendisini içinde bulduğu hazırlık sınıfından daha üst bir dereceye terfi etme göreviyle karşı karşıya bırakıyor. Onun ivedi politik görevi bugün artık uyanan işçi sınıfının doğrudan bağımsız önderliği için savaşmak olmalıdır; şüphesiz işçi sınıfını ulusal-devrimci mücadele çerçevesinden uzaklaştırmak amacıyla değil, fakat yalnızca onun en kararlı savaşçı rolünü değil, aynı zamanda Çinli kitlelerin mücadelesinde hegemonyasını kurmuş politik önder rolünü de güvenceye almak için.
ÇKP’nin Kuomintang’da kalmasından yana olanların ileri sürdüğüne göre “Kuomintang’ın bileşiminde küçük-burjuvazinin ağır basan rolü bizim açımızdan partinin içinde uzunca bir dönem kendi politikalarımız temelinde çalışmayı olanaklı kılmaktadır.” Bu argüman esası itibarıyla çürüktür. Küçük-burjuvazinin kendisi, sayıca ne kadar büyük olursa olsun devrimci politikanın temel çizgisini belirleyemez. Politik mücadelenin sınıf hatları boyunca farklılaşması, proletarya ve burjuvazi arasındaki keskin ayrılıklar, onlar arasında küçük-burjuvazi üzerinde etki sağlayabilme mücadelesini zorunlu kılar ve küçük-burjuvazinin bir yanda tüccarlar ile diğer yanda işçiler ve komünistler arasında yalpalamasını beraberinde getirir. Küçük-burjuvazinin zekice manevralar veya Kuomintang içinde güzel öğütlerle kazanılabileceğini düşünmek umutsuz bir ütopyacılıktır. Komünist Parti, bizzat güçlendiği ölçüde, yani Çin işçi sınıfını kazandığı ölçüde, kent ve kır küçük-burjuvazisi üzerinde doğrudan ve dolaylı etkide bulunabilecektir. Ancak bu sadece bağımsız bir sınıf partisi ve sınıf politikası temelinde mümkündür.
Yukarıda alıntılanan, ÇKP’nin Kuomintang’da kalması yanlısı argümanı, ÇKP Merkez Komitesi plenumunun 14 Temmuz 1926 tarihli kararından aktardık. Bu karar, plenumun diğer belgeleriyle birlikte, ÇKP’nin son derece çelişkili politikalarını ve bunlardan kaynaklanan tehlikeleri teyit etmektedir. ÇKP Merkez Komitesinin Temmuz plenumunun belgeleri, her adımda, “geçen yıl boyunca şiddetlenen sürecin her iki kutbun da –burjuvazi ve proletarya– kendi ayrı konumlarını belirlemelerine vesile olduğunu” doğrulamaktadır (aynı karardan alınmıştır).
Kararlar, belgeler ve raporlar, önce Kuomintang sağ kanadının büyümesini, sonra Kuomintang merkezinin sağa kayan hareketini ve bundan sonra da Kuomintang solundaki yalpalamaları ve bölünmeleri kaydetmektedir. Ve bunların tümü, komünistlere adım adım saldırı modelini izlemiştir. Komünistler kendi paylarına Kuomintang içinde bir konumdan diğerine durmaksızın gerilemişlerdir. Verdikleri ödünler, göreceğimiz gibi, hem örgütsel nitelikte hem de ilkesel konuları içeren türdendir. Kuomintang’ın yönetici organlarındaki komünistlerin sayısının üçte-birden daha fazla olmayacak şekilde sınırlandırılmasında hemfikir olmuşlardır. Sun Yat-sen’in öğretisinin çiğnenemez olduğunu ilân eden bir kararı kabul etmekte bile görüş birliğine varmışlardır. Fakat her zaman olduğu gibi, her yeni ödün, sadece, Kuomintang güçlerinin komünistlere karşı yeni baskılarını beraberinde getirir. Bu süreçlerin tümü, söylediğimiz gibi, kesinlikle kaçınılmazdır, sınıfsal farklılaşmayı ifade eder. Ne var ki Merkez Komitesi plenumu, Kuomintang’dan çekilmeyi öneren Çin komünistlerinin görüşlerini reddetmiştir. Karar şunları ileri sürüyor:
Çin’deki kurtuluş mücadelesinin gelişme olasılıklarını tahrif eden bütünüyle yanlış bir bakış açısı, Komünist Partinin –eğer Kuomintang ile bir örgütsel kopuşu gerçekleştirecek olursa, yani eğer kentli ticari ve profesyonel burjuvaziyle, devrimci entelijensiyayla ve kısmen hükümetle ittifakı bozacak olursa– bugün, kendi başına, proletaryaya ve onun arkasında diğer ezilen kitlelere burjuva-demokratik devrimi gerçekleştirmekte önderlik edebileceğini düşünen yoldaşlarca savunuluyor.
Ne var ki bu muhakeme çizgisi bize bütünüyle iler tutar yanı olmayan bir çizgi olarak gözüküyor. ÇKP’nin gelecekte, proletarya ve köylülüğe ülkeyi kurtarmak ve birleştirmekte bağımsız ve belirleyici bir güç olarak önderlik etme yeteneğini kanıtlayıp kanıtlayamayacağını hiç kimse bugünden kestiremez. Çin’deki devrimci mücadelenin sonraki gidişatı, birçok ülke içi ve uluslararası gücün hareketine bağlıdır. Şüphesiz, Komünist Partinin proletarya üzerinde nüfuz oluşturma ve bu sınıfın ulusal-devrimci hareket içinde hegemonyasını kurma mücadelesi önümüzdeki yıllarda zafere yol açmayabilir. Fakat bu, bağımsız bir sınıf örgütü olmaksızın düşünülemeyecek olan bağımsız bir sınıf politikasına karşı hiçbir şekilde kanıt olamaz. Kuomintang’dan çekilmenin küçük-burjuvaziyle ittifakı kesip atmak anlamına geleceğini ima etmek temelden yanlıştır. Sorunun özü şudur ki, proletaryanın, küçük-burjuvazi, tüccarlar ve Kuomintang’a yansıyan diğer unsurlarla muğlak ve biçimsiz bir ittifakı artık mümkün bile değildir. Sınıfsal farklılaşma politika alanına sirayet etmiştir. Bugünden itibaren proletarya ve küçük-burjuvazi arasındaki ittifak artık yalnızca kesin olarak tanımlanmış ve açıkça ifade edilen anlaşmalara dayandırılabilir.
Kaçınılmaz olarak sınıf farklılaşmasından kaynaklanan örgütsel çizgileri çekmek, şartlara bağlı olarak cumhuriyetin tamamında veya belli eyaletlerde, bir bütün olarak Kuomintang’la veya onun belli unsurlarıyla –mevcut koşullarda– politik bir blok oluşturmayı dışlamaz, tersine ön varsayar. Ancak herşeyden önce, ÇKP kendi örgütsel tam bağımsızlığını ve uyanan proleter kitleler üzerinde nüfuz kazanma mücadelesinde politik program ve taktiklerinin netliğini güvence altına almak zorundadır. Yalnızca böyle bir yaklaşım sayesinde, Çin köylülüğünün geniş kitlelerini mücadeleye çekmekten ciddi olarak bahsedilebilir.
ÇKP’nin tasavvurunun doğrultusu en iyi şekilde, Temmuz Merkez Komitesi Plenumu tarafından (12 Temmuz 1926) yayınlanan ÇKP deklarasyonundaki en çarpıcı pasajların aktarılmasıyla açıklığa kavuşturulabilir:
Çin halkının acil talebi, tüm bu ıstırapların dindirilmesidir. Bu Bolşevizm değildir. Birileri belki halkımızın kurtuluşu uğruna bunun Bolşevizm olduğunu söyleyebilir, ama bu komünizm uğruna Bolşevizm değildir.
Daha ileride bu manifesto şunu ifade ediyor:
Onlar [burjuvazi], sınıf mücadelesinin işçi örgütleri ve grevlerde açığa çıkan asgari dışavurumlarının, anti-emperyalist ve anti-militarist güçlerin savaşma kapasitesini hiç de azaltmayacağını anlamıyorlar. Dahası, Çin burjuvazisinin refahının, proletaryayla birlik içerisinde emperyalistlere ve militaristlere karşı yürütülen savaşın başarısına bağlı olduğunu ve hiç de proletaryayla sınıf mücadelesinin sürdürülmesine bağlı olmadığını anlamıyorlar.
Mücadelenin rotası “ulus çapında bir konferans çağrısında bulunmak”tır. Bu, “görevi ulusal devrimi gerçekleştirmek olan bir parti olarak” Kuomintang tarafından yerine getirilmeliydi. Militaristlerin, halkı sahiden temsil eden bir ulusal meclisin toplanmasını olanaksız kılacakları itirazına, manifesto, tüm sınıfların birliği ve partileri tarafından uygulanan denetim hakkında genellemelerle karşılık veriyor. Platformun 23. maddesine, –ve ancak on ikinci sıraya– koalisyonlar oluşturma özgürlüğü, toplantı özgürlüğü vb. gibi talepler sokulmuştur.
Deklarasyonun sonuç bölümünün ileri sürdüğüne göre:
Onlar [militaristler] bizim platformumuzun devrimci olduğunu söylüyorlar. Olabilir. Ne var ki, bu platform, halkın tüm katmanlarının en acil ve yaşamsal taleplerine ve ihtiyaçlarına dayanmaktadır. Ve halkın tüm sınıflarının birleşik bir savaşım cephesi ortak bir platforma dayanmak zorundadır. Bu mücadeleye katılanlar bu talepleri sımsıkı savunmalıdırlar. Kendi sınıflarının çıkarlarını bencilce savunmamalı, genel çıkarlar için savaşmalıdırlar.…
Deklarasyonun tümüne, başından sonuna kadar, proletaryayı kazanmak değil burjuvaziyi ikna etmek arzusu sinmiştir. Bu tip bir tutum, Kuomintang’ın sağ, merkez ve sözde sol liderlerinin önünde kaçınılmaz geri çekilişlerin öncüllerini oluşturur. Bu deklarasyonda ifade edilen politikaların gerçekte Marksizmle bir alıp veremediği yoktur. Bu, hafifçe Marksist terminolojiye bandırılmış Sun Yat-senciliktir.
Bu koşullarda, komünistlerin, Çan Kay-şek’in önergesini benimseyen Kuomintang Merkez Komitesinin aşağıdaki politik beyanını kabul etmeyi mümkün görmesi artık bir sürpriz olamaz:
Kuomintang, Kuomintang’a katılan diğer partinin [yani, Komünist Parti –L.T.] her üyesinin; Sun Yat-sen tarafından kurulan Sun Yat-senciliğin Kuomintang’ın temel ilkesi olduğunu ve Sun Yat-sen veya Sun Yat-sencilik ile ilgili olarak dile getirilecek hiçbir şüphe veya eleştirinin söz konusu olamayacağını anlaması için gerekeni yapacaktır.
Apaçıktır ki, mesele bu biçimde ortaya konduğunda, ÇKP’nin varoluşunun bütün gerekçesi ortadan kalkar.
Komünistlerin belirsiz ve gayri resmi bir ittifak temelinde öğrencilerle ve ilerici tüccarlarla aynı örgüt içerisinde geçinebildiği bir dönemde, idealist küçük-burjuva ulusal dayanışma doktrini olarak Sun Yat-sencilik göreli olarak ilerici bir rol oynayabilirdi. Çin toplumu ve Kuomintang içerisinde bugünkü sınıfsal farklılaşma yalnızca geri dönüşsüz değil aynı zamanda son derece ilerici bir olgudur.
Dahası bu, Sun Yat-senciliğin bütünüyle geçmişe ait bir şey haline gelmiş olması demektir. Olayların sergilediği üzere, Çin devriminin elini kolunu hiç olmadığı kadar sıkı bir şekilde bağladığı kesin olan bu doktrini eleştirmekten sakınmak ÇKP açısından bir intihar olurdu. Bu tür bir mecburiyetin dayatılmasının nedeni, komünistlerin, sistematik olarak itilip kakılan bir azınlık konumunu kendi rızalarıyla kabul ettikleri tek bir politik örgütün sınırları içinde zoraki örgütsel beraberliktir.
ÇKP’nin son plenumunun benimsediği çizgiyle, bu son derece çelişkili ve mutlak surette kabul edilemez durumdan bir çıkış yolu bulunamaz. Çıkış, Kuomintang’ın sol kanadının “yerini almaya” çalışmakta veya nazikçe ve alttan alarak onları eğitmeye ve dürtmeye çalışmakta ya da “küçük-burjuva örgütlerden bir sol-Kuomintang çemberi yaratılmasına yardım etmekte” değildir. Tüm bu reçeteler ve hatta bunların formüle ediliş biçimi bile en kaba biçimde eski Menşevik mutfağı anımsatıyor. Çıkış, gözlerini sol-Kuomintang’a değil, ayağa kalkmış işçilere diken bağımsız bir politikanın zorunlu ön koşulu olarak örgütsel hattı çekmektir. Ancak bu koşulda Kuomintang ile ya da onun herhangi bir unsuruyla kurulacak bir blok, kumdan yapılmış bir kaleden fazlasını ifade edebilir. ÇKP’nin politikası ne kadar kısa zamanda tersine çevrilirse, Çin devrimi için o kadar iyi olur.
İki Sonuç
1. Yukarıda, ÇKP Merkez Komitesinin son kararlarını eleştirdik. Geçmiş deneyim temelinde, eleştirilerimizi, kardeş Çin partisine yönelik düşmanlığın bir ifadesi olarak gösteren girişimler olabileceğini biliyoruz.
ÇKP’nin devrimci harekette bir “engel” olduğunu düşündüğümüzü gösterme maksadıyla, şu veya bu cümle içeriğinden kopartılarak cımbızlanabilir. Bu tipten düşkün bir “eleştiri”nin vereceği zarar hakkında yorum yapmaya gerek yok. Gerçekler, uydurmacalardan ve imalardan daha güçlüdür. İmalar devasa basımlarla yayılsa bile, hakkıyla değerlendirilmiş ve zamanında görülmüş gerçekler inandırıcılıklarını yine de kanıtlayabilirler. ÇKP’nin merkezi önderliğine yönelttiğimiz eleştiriyi dayatan şey, diğer ülkelerin deneyimlerinde önceden beri sınanan hatalardan kaçınmaları için Çin’in proleter devrimcilerine yardım etme arzusudur. ÇKP Merkez Komitesinin hatalarının sorumluluğu herşeyden önce bizim kendi partimizin yönetici grubuna aittir. Gelişmelerin bütün eğilimine rağmen Kuomintang içinde kalma politikası, Leninizmin en büyük düsturu olarak Moskova tarafından dayatılmıştır. Çin komünistleri bu örgütsel düsturdan kaynaklanan politik sonuçları kabullenmek dışında bir alternatife sahip değillerdi.
2. Politika örgüt aracılığıyla dile getirilir. Lenin’in bize öğrettiği gibi; örgütsel konularda oportünizmin bütünüyle mümkün olmasının nedeni de budur. Bu tür oportünizm, koşullara bağlı olarak çeşitli biçimlerde dile getirilebilir. Örgütsel oportünizmin bir biçimi kuyrukçuluktur, yani günü geçmiş ve bu nedenle de kendi karşıtlarına dönüşmüş örgütsel biçim ve ilişkileri muhafaza etme arzusu. Son dönemde örgütsel kuyrukçuluğa iki durumda şahit olduk: (a) İngiliz-Rus Komitesi[12] sorununda ve (b) ÇKP ile Kuomintang arasındaki ilişkiler sorununda. Her iki durumda da, kuyrukçuluk, sınıf mücadelesinin gidişatıyla ayakları çoktan yerden kesilen örgütsel bir biçime sarılmaktan kaynaklandı. Her iki durumda da günü geçmiş örgütsel biçim sağcı unsurlara yardım etmiş ve solun elini kolunu bağlamıştır. Bu iki örnekten öğrenmek zorundayız.
[30 Eylül 1926 tarihli not]
Çin’deki Komintern liderlerinden, ÇKP ile Kuomintang arasındaki ilişkiler sorunu hakkında –çok dikkatli sözcüklerle ifade edilmiş olsa bile– bir uyarı sesi aldık. Bu nedenle, Kuomintang Merkez Komitesinin Mayıs plenumundan sonra ulaştırılan Kuomintang’a yönelik ÇKP taktikleri hakkında rapor şunları ileri sürüyor:
Bu kararları [yani, Kuomintang ile örgütsel bağlarımızı tanımlayan kararları] uygularken, az çok esnetmeliyiz, yani biçimsel olarak Kuomintang’ın içinde kalmalı ama pratikte, onlara mümkün olduğunca iki parti arasındaki işbirliği biçimini verecek bir işbölümü yapmalı, yani içeride birliğe dayanan işbirliği biçiminden müttefikler arasındaki temas ve görüş alış-verişleri biçimine tedrici bir geçiş yapmalıyız.
Böylece Çin’den, direktifleri resmen reddetmeksizin, gerçekte ihlal etmemiz ve ÇKP ile Kuomintang arasındaki ilişkileri iki bağımsız parti arasındaki bir ittifak doğrultusuna yöneltmemiz gerektiği önerisi geldi. Olayların bütün akışının zorunlu kıldığı bu öneri hiç sempatiyle karşılanmadı, ve sonuç olarak ÇKP Merkez Komitesinin Temmuz plenumunun kararlarıyla baş başa kaldık; yanlışlığı besbelli olan, adamakıllı çelişkili ve tehlikeli bir yöne meyleden kararlarla.
[12] Sovyet ve İngiliz sendika temsilcileri, Mayıs 1925’te İngiliz-Rus Sendikal Birlik Komitesini kurdular. Bu komitenin İngiliz üyeleri, TUC Genel Konsey memurları, Sovyet Rusya’yla ittifak sayesinde elde ettikleri otoriteyi İngiliz sendikalarının sol kanadını yalıtmak için kullandılar. 1 Mayıs 1926’da, İngiliz maden işçileri, İngiliz işçi hareketini bir devrimin kıyısına getiren çok sert bir grev mücadelesine giriştiler. 3 Mayısta TUC madencilerle dayanışma için genel grev ilân etti, ancak dokuz gün sonra TUC Genel Konseyi grevi bitirdi ve madencileri Kasım ayına dek tek başlarına dövüşmeye terk etti. Sovyet hükümeti, Troçki’nin itirazlarına karşın, genel grev sabote edilmekteyken partiyi İngiliz-Rus Komitesinden çekmedi ve artık ona ihtiyacı kalmayan İngiliz üyeler Eylül 1927’de çekilinceye kadar bu aygıtı desteklemeyi sürdürdü. Troçki’nin bu olaylar hakkındaki tartışmaları için Leon Trotsky on Britain (New York: Monad Press, 1973) adlı esere bakınız.
link: Lev Troçki, Çin Komünist Partisi ve Kuomintang, 27 Eylül 1926, https://marksist.net/node/1449