Sandıktan Ne Çıktı?
Dünyanın Türkiye coğrafyasında, işçi sınıfının politik öncüsünden yoksun biçimde sürüklendiği bir yerel seçim dönemini daha ardımızda bıraktık. Kent yaşamının ya da yerel sorun ve ihtiyaçların neredeyse sözünün bile edilmediği seçimler, beklendiği üzere “genel seçim” havasında geçti. Ve yine beklendiği üzere, rekora koşan AKP’nin yükselişine paralel gerçekleşen “zaferiyle” sonuçlandı. Her seçimin ardından olduğu gibi, bu seçimlerin ardından da, seçim sonuçları meraklılarınca masaya yatırıldı, “seçmen mesajları” okunmaya başlandı. Bu seçimlerden en önemli dersi, solun çıkartması gerektiğine karar verildi. Tek başına pek bir şey ifade etmeyen bu durum, seçim sonuçlarının sol üzerindeki etkisiyle birleşince, seçimlerin belki de en önemli politik gündemi bir anda şekilleniverdi: Türk solunun yeniden yapılanması, yenilenmesi zorunluluğu!.. Bu ihtiyaç, seçim zemininde boy gösteren sol grupların büyük kesimi tarafından da dile getirilen bir ihtiyaç oldu.
Gerçekten de, olası bir AKP zaferini beklemekle birlikte, seçimlere genel seçimlerdeki performans ve başarılarını aşan hedef ve beklentilerle yaklaşan sol (ve koşullar gereği solu oynamaya çalışan) partiler ve DEHAP açısından seçim sonuçları moral bozucu ve karamsarlık yaratan bir tabloyu ortaya çıkardı. Böylesi bir tablo, bir yandan DEHAP’ın Türk solu ile ilişkilerini bir kez daha gözden geçirme ihtiyacını gündeme getirirken, blokun sol bileşenlerinin, sol hareketin durumunu ve “toparlanma ihtiyacını” daha sağ bir zemine kayarak değerlendirmelerini de hızlandırdı. Bu arayış, bu kez burjuvazinin kaygılarıyla da denk düşüyor. Burjuvazi, geçtiğimiz genel seçimlerde AKP’nin büyük bir meclis çoğunluğuyla tek başına iktidar olması sayesinde kendi “istikrar” arayışlarına belli ölçülerde yanıt bulmuştu. Ancak, böylesine kritik bir süreçte AKP’nin yıpranması durumunda işçi ve emekçilerin düzenle bağlarını kurarak, gündemde olan burjuva programı yaşama geçirebilecek bir stepneye de ihtiyaç duyuyor burjuvazi. Onun düzen içi sol bir alternatif yaratma kaygıları esas olarak bu tedirginlikten kaynaklanıyor. Burjuvazinin bu yöndeki çabalarının ne tür sonuçlar doğuracağı ve reformist solun bu süreçte, burjuvazinin siyaset zeminine ve özellikle de solu şekillendirmeye dönük müdahalelerine nasıl tepki vereceği, önümüzdeki dönemde netlik kazanacak.
AKP’nin Yükselişinden Ne Anlamak Gerekiyor
AKP’nin seçimlerde bir yükseliş kaydettiği de, “sol”un yığınlar nezdinde gerçek bir seçenek olmaktan her geçen gün uzaklaştığı da doğru. Ancak söylemek gerekir ki, bu tablo seçimlerle birlikte ortaya çıkmış bir tablo değil. Bunun yanında, parlamenter zeminde “sol”un yığınlar nezdinde bir seçenek olmaktan her geçen gün uzaklaşıyor olması, komünizmin işçi sınıfının devrimci iktidarının, burjuvazinin sınıfsal iktidarı karşısında tarihsel-siyasal bir alternatif olmaktan çıktığı anlamına da gelmiyor.
Bu tablo ne bu yerel seçimlerle ne de öncesindeki genel seçimlerle birlikte ortaya çıkmış bir tablodur. AKP’nin yükselişi olarak okunan bu tablo esas olarak, çalışma ve yaşam koşullarından rahatsız, düzene tepkili işçi sınıfını ve emekçi kitleleri düzene bağlayabilecek, bu temelde de kendi burjuva programını yaşama geçirebilecek güçlü bir parlamenter seçenek yaratma uğraşında olan burjuvazinin uzun yıllardır süregelen gayretlerinin bir sonucudur. Ve tabii ki, genel olarak burjuvazinin saldırılarına özelde de bu yöndeki çabalarına karşı durma kudretine şimdilik sahip olmayan komünist hareketin içerisinde bulunduğu durumun bir sonucu. Bu anlamıyla AKP, sağın yükselişinin değil, düzene tepkili yığınların düzen tarafından yeniden kucaklanma arayışının bir ifadesidir. Bu nedenden dolayıdır ki, AKP’nin aldığı oylar, bir yanıyla istikrar arayışlarını yansıtmakla birlikte esas olarak tepki oylarıdır, işçi sınıfı ve emekçilerin düzene duydukları tepkinin, düzenin değişmesine dönük beklentilerinin ifadesidir. AKP meclisteki ezici çoğunluğuyla hükümet olmasına karşın, yığınların gözünde henüz düzenin temsilcisi olan bir parti olarak değil, düzeni değiştirebileceğine inanılan tek seçenek olarak değerlendirilmeye devam etmektedir. AKP’nin bu imajı, sadece ona oy veren kesim için değil, oy vermeyenler için de üç aşağı beş yukarı aynıdır. Böyle olduğu için, şu ya da bu nedenden ötürü AKP’nin temsil ettiği değişimin karşısında olan, statükonun en azından bir süre daha devamını arzulayan kesimlerin oyları, CHP, DYP ve MHP’de öbekleşme eğilimi göstermiştir. CHP, DYP ve MHP’ye oy veren seçmenler açısından da AKP, düzenin temsilcisi değil, düzeni değiştirme ihtimali olan bir güçtür.
Bu nedenden dolayıdır ki AKP hâlâ tepkiyi örgütleyebilmektedir. CHP ise, meclisteki tek muhalefet partisi olmasına ve %20’nin altındaki oy oranına karşın, yığınlar nezdinde düzenin savunucusu, statükocu güçlerin ve eğilimlerin gerçek temsilcisidir. Dolayısıyla AKP’nin yükselişinin nedeni, bir yanıyla CHP’nin ve devletçi-statükocu vizyona sıkı sıkıya sarılan sözde sol partilerin yükselememesinin de nedenidir aynı zamanda.
Düzen solunun yanında kitlesel zeminde siyasete soyunan sosyalist sol da, işçi sınıfının enternasyonalist devrimci ihtiyaçlarına yanıt verebilecek, bu temelde yığınların düzen dışı arayışlarını kucaklayabilecek bir programatik zeminden ve örgütlülükten yoksundur. Türkiye solu, sol siyaseti burjuva anlamda kavrayıp hayata geçirmekte, işçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele hedefleri eksenindeki bir siyasetin öznesi olmamakta, olamamaktadır. Hal böyle olunca da, proleter anlamda sol siyaset boşluğu, sosyalist geçinen örgüt ve çevrelerin işçi sınıfının bağımsız devrimci siyasetini yürütmemeleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu tür sol gruplar, bugün yığınlar nezdinde seçenek olmaktan her geçen gün daha fazla uzaklaşan, işçi sınıfı siyaseti ya da komünist siyaset değil, bu etiketler altında işçi sınıfına burjuva siyasetin ulusalcı çeşitlemelerini taşıyan parti ve gruplardır. Siyaseti, siyasal çalışmayı işçi sınıfının enternasyonalist devrimci ihtiyaçları ekseninde kavramaktan uzak olan bu gruplar açısından sorun, parlamenter zemindeki başarı ve başarısızlıkla ölçülen bir darlıkla ortaya konulabilmektedir ancak. Bu durum, komünistlerin işini kolaylaştıran değil, zorlaştıran bir etki yaratmaktadır. Nasıl ki Sovyetler Birliği çöktüğünde, bürokratik-despotik rejimin yıkılışı işçi sınıfı saflarında sosyalizme dönük bir hareketin yükselişine vesile olmayıp sosyalizme-komünizme dönük burjuva saldırıların tırmanışını körüklediyse, solun işçi sınıfına taşıdığı burjuva siyasetin başarısızlığı da bir bütün olarak sosyalist-komünist siyasetin başarısızlığına yorulmakta ve otomatik olarak Marksizme maledilmektedir. Komünistlerin önünde, bu yanılsamalarla mücadele etme görevi de bulunmaktadır.
Sol Gözünü Nereye Dikiyor?
Komünist siyaset açısından kitle çalışmasının, sınıf çalışması, işçi sınıfı içerisinde çalışma ekseninde ele alınması gereken bir sorun ve görev olduğu ortada. Genel tutum ve yaklaşımlarının bir uzantısı olarak bu seçim döneminde sosyalist solun göze çarpan en önemli eksiklik ve yanlışlarının başında, siyasetinin merkezine işçi sınıfını, sınıf merkezli bir çalışmayı koymaması olduğunu söylemek gerekiyor. Türk solunun büyük çoğunluğu açısından “kitle” kavramı, sınıfsal içeriği boşaltılmış muğlak bir “kalabalık” olgusuna dönüşmüştür. Ancak sorun bununla da bitmiyor. Örneğin, seçim zemininde boy gösteren grup ve partiler açısından, yaşanan başarısızlığın ardından, üstü örtük biçimde de olsa, %25’i bulan oy kullanmama oranına bakılarak, oy kullanmayanların genel olarak sol eğilimli oldukları düşünülerek ve küstürülen bu kesimlerle buluşabildiği taktirde bugün yaşanılan sorunların büyük kesiminin çözüleceği varsayılarak bir teselli havası yaratılmaya çalışılmaktadır. Açık olarak söylemek gerekir ki bu türden bir mantık yürütme, işçi sınıfı siyasetinden uzaklaşan solun yaşadığı sorunları çözmek bir yana, daha da derinleştiren bir rol oynamaktadır.
Ardımızda bıraktığımız yerel seçim sürecinde, sandığa gitmeyen yığınlar, aktif bir boykot çağrısına bağlı olarak siyasal bir tutum aldıklarından değil, tam tersine, işçi sınıfının ve genel olarak yığınların politizasyon düzeyinin göreceli olarak arttığı bir dönemde, ülke ve devlet yönetimi sorunlarına duyarsızlaştıkları için oy kullanmamışlardır. Kitle kavramının içinden sınıf olgusunu eksilterek çoğalmaya heveslenen sol, işçi sınıfı ve emekçilerin siyasal sorunlara en duyarsız, apolitize olmuş kesiminden medet umar hale gelmektedir. Bugün, devrimci sınıf siyaseti adına, işçi sınıfının en bilinçli, örgütlü ve sınıf gerçeğinin görece olarak farkında olan kesimini sendika bürokrasisine emanet edip, “düzen dışı arayışları, devrimci dinamizmi yüksektir” saptamalarıyla işçi sınıfının sosyal güvence ve örgütlülükten yoksun olduğu gibi, sınıf bilincinden de nasibini almamış kesimlerine gözlerini dikenler; seçim ortamlarında da sınıfın (kitlelerin) politize olmuş kesimlerini AKP, CHP, MHP gibi partilere emanet edip, kitlelerle buluşma adına “düzenle bağlarını kopartmış” saydıkları siyasete en duyarsız, en apolitik kesimlere ulaşmayı dert edinmektedirler. İşçi sınıfının politize kesimlerine sosyalist siyaseti taşımanın sorunlarını çözemeyenlerin, apolitik yığınları kucaklamaları (hele ki “proleter devrimci” bir siyaset temelinde) olanaksızdır.
İşçi sınıfının örgütsüz ve sınıf bilincinin en ilkel düzeyinden bile yoksun kesimlerine ulaşabilmek ve bu kesimlerle kurulan bağları sınıf siyaseti ekseninde sürekli kılabilmek, öncelikle işçi sınıfın en bilinçli, örgütlü kesimlerini, sınıfın öncü kesimini kucaklayabilmekten geçtiği gibi; kitlelerin apolitize olmuş kesimlerine ulaşabilmek için de, öncelikle sınıfın politizasyona dolayısıyla sınıf siyasetine, komünist siyasete en açık kesimlerine ulaşabilmek gerekiyor. İşçi sınıfının bu kesimlerine ulaşabilmek için de, öncelikle bu işe uygun araca-araçlara sahip olmak, sahip değilsek yaratmak gerekiyor. Bugün, işçi sınıfının seçim sandıklarına politik öncüsünden yoksun biçimde sürüklenmesinden de, böylesi bir araçtan –komünist partiden– yoksun olunduğu gerçeğini anlamak gerekiyor. Bu gerçeğin farkında olan komünistler açısından işçi sınıfının enternasyonalist devrimci çıkarlarının ve politik hedeflerinin temsilcisi olan komünist partinin eksikliği ile girilen seçimlerden işçi sınıfı adına olumlu sonuçlar beklemenin anlamsızlığı ortadadır. Bu nedenle komünistler açısından bugün temel sorun, işçi sınıfının ve kitlelerin en geniş kesimleriyle buluşmak değil, aynı zamanda bu görevin de üstesinden gelebilecek, seçim zemininde de komünist siyaseti ve işçi sınıfının enternasyonalist devrimci çıkarlarını temsil edebilecek bir partinin yaratılması sorunudur. Komünistlerin seçim süreci ve sonuçlarına da, önümüzdeki 1 Mayıs sürecine de, diğer politik gelişme ve süreçlere de bu ihtiyaç ve hedef üzerinden yaklaşmaları, bu hedefe ulaşılabilmesi bakımından belirleyici önemdedir.
link: Nihat Balkanlı, Yerel Seçimlerin Ardından, 14 Nisan 2004, https://marksist.net/node/1268
Marksizmi Öğrenmek
TARİŞ Direnişi