Yaklaşık olarak on yıldır çeşitli fabrikalarda çalışan bir kadın işçiyim. On yıllık işçilik hayatı bana çok çeşitli deneyimler kazandırdı, ne var ki sağlığımı alıp götürdü...
Bundan önceki işyerim, bir matbaa işletmesiydi. Bilirsiniz, kimyasal maddelerin oldukça yoğun kullanıldığı, sağlıksız bir çalışma ortamı. Vücudunuz öyle bir hale gelir ki, tiner kokusu almadan rahat edemezsiniz! Günün 10-12, hatta 16 saatini kimyasal kokularla geçiriyorduk. İşe başladığımda bir hayli zorlanmıştım. Ancak zamanla bu duruma alıştım. Zaten başka bir seçeneğimiz de yoktu!
Patronlar, "işçiler düşüp bayılmasın" diye her öğleden sonraları birer bardak ayran dağıttırırlardı. Sözde sağlığımızı düşünüyorlardı! Birimize bir şey olduğunda, patronlar ne yaparlardı? Onların makinelerinde kim çalışırdı? İşin aksamaması gerekiyordu. Ancak bir bardak ayran yeterli miydi? Viziteye çıkıp, doktora gittiğinizde, ciğerlerinizin artık sağlıksız koşullara isyan ettiğini öğrenirsiniz. Sonuç tüberkülozdur!
Evet yanılmışım, hem de çok yanılmışım! Kaçmaya çalıştığım sorunların daha fazlasıyla karşılaştım. Anladım ki, kapitalizm her nerede olursa olsun, hangi işyerinde olursa olsun, aynı kapitalizmdi. Değişen tek şey, makineler, arkadaşlar ve yaptığın işti.
Yeni iş yerimde 8 saat çalışıyoruz. Başka fabrikalardaki arkadaşlar, "ne rahat, 8 saat çalışıyorsunuz" diyorlar, ama bunun kâbus gibi, sürekli ayakta geçen bir 8 saat olduğunu anlatıyorum onlara. Hani ekmeği yerken ister istemez kırıntıları dökülür yere. Ancak bizim bir kırıntı kadar saniyemiz dahi boşa gitmiyor. Bant usulü çalışıyoruz. Kafamız sürekli önümüzde, bir an için olsun sağa sola çeviremiyoruz. Çünkü çalıştığımız bantlar önümüzden tren katarı gibi hızla akıp gidiyor. Banda yetişmeye çalışmak için adeta makinelerle yarışa giriyoruz. Öyle ki elimizi kablolar kestiğinde dahi, cebimizden yara bandını alıp, elimizi saramıyoruz. Çay veya yemek molasına kadar, kanayan elimizle üretime devam ediyoruz. Hiç unutmuyorum, bir gün yanımda çalışan arkadaşım rahatsızlanmış, yarım saat revirde bakıma alınmış. Ama ben onun yokluğunu dahi fark etmemişim. Ta ki arkadaşım işinin başına dönüp, "insan bir geçmiş olsun der" diye sitem edene kadar.
Her insan susadığında su içer. Ama bizler iş saati içerisinde su içmeye dahi gidemiyoruz. Güya su içmek serbest, ancak, sudan dönmüş olduğumuzda bandımız kaymış olacak ve gerisini siz düşünün! Nasıl hesap vereceksiniz? Tuvalet ihtiyacımız olmasın diye yemeklerde dahi su içmemeye dikkat ediyoruz. 30 dakikalık yemek molamızın ancak 15-20 dakikasını kullanabiliyoruz. Kalan zamanda, kayan bandımızı tekrardan toparlamaya çalışıyoruz. Çalıştığımız sistem 30-40 kişilik gruplardan oluşuyor. Çalışan guruptan herhangi biri işini aksattığında, tüm işçiler etkileniyor. Hiçbirimiz günah keçisi olmak istemiyoruz. Bu nedenle üretimde işi aksayan kişi, dinlenme saatlerinde çalışarak açığı kapatmaya uğraşıyor.
Bu koşuşturma içerisinde, stres ve yorgunluktan düşüp bayılan işçi arkadaşlarımız oluyor. Bayılmalar öyle sıradan hale geldi ki, birinin tekerlekli sandalyede revire taşınmasına kimse dönüp bakmıyor. Gün geçmiyor ki arkadaşlarımız depoda, raflarda düşüp ayağını kırmasın, bir elini makineye kaptırmasın, hamile kadınlar bebeklerini kaybetmesin. Çalışma koşulları hiçbir hamile kadının çalışması için elverişli değil, ancak çalışmak zorundalar.
Somut olarak şunu gördüm ki, iş değiştirmek, bölge değiştirmek, hatta ülke değiştirmek, biz işçiler için hiçbir sorunu çözmüyor. Kapitalizmin olduğu her yerde yaşadıklarımız aynı. Olanca gücümüzle çalışmamıza rağmen, hayatımızda ekonomik ve sosyal anlamda değişen hiçbir olumlu şey yok. Tersine gün geçtikçe önceki işçi kuşakların kazanımları dahi bir bir geri alınıyor. Soframızdaki ekmek gün be gün küçülüyor. İş kazalarında ölen, sakat kalan arkadaşlarımızın sayısı artıyor. Sırtımıza vurulan yük buna rağmen her geçen gün artıyor.
Etrafımızda gördüğümüz her şey biz işçilerin kolektif ürünü. Biz işçiler üretiyoruz, ancak ürettiklerimiz bizim değil, onları kullanamıyoruz. Bunun bir kader olmadığını öğrendim. İnanıyorum ki, biz işçiler kendi kaderimizi kendi elimize alacağız. Bunun için birleşmemiz, ortak çözüm yolları bulmamız ve mücadele etmemiz gerekiyor. Sorunlarımız ve düşmanımız aynı, dolayısıyla çözüm yollarımız da aynı.
Bir gün gelecek, bizler iktidarı fethedeceğiz. Üreten biziz ve yöneten de biz olacağız. Bir bütün olarak, bütün dünyanın işçileri olarak, yeni bir dünya kuracağız.
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!
link: Kartal'dan MT okuru bir metal işçisi, Sınıf kardeşlerime, 27 Ocak 2004, https://marksist.net/node/1233
Özgürlüğün Santimetresi
Marksizm ve “Uzun Dalgalar” Teorisi