Rejimin 6 Eylülde açıkladığı Orta Vadeli Program (OVP) önümüzdeki yıllarda Türkiye ekonomisinin hangi yönde ilerleme ve ne gibi planlamaları hayata geçirme niyetleri taşıdığının resmini sunuyor. Rejimin atacağı adımlarda öncelik her zaman olduğu gibi sermayenin genel çıkarlarını korumak ve ekonomik yıkımın faturasını esas olarak işçi sınıfının sırtına bindirmektir. Sermayenin beklentileri doğrultusunda şekillenen OVP’de, çalışma yaşamındaki düzenlemeler adı altında, işçi sınıfına daha ağır sömürü koşulları hazırlanmaktadır. Orta Vadeli Programda işçi sınıfına kemer sıkma dayatılırken, sermaye sınıfına ise vergi indirimleri, teşvikler ve rahatça kâr elde etmesine olanak tanıyan düzenlemeler yer alıyor.
Rejimin tüm toplumu etkileyen kapsamlı saldırı programının bir parçasını da göçmen emeğinin işgücü piyasasında resmileştirilerek yaygınlaştırılması oluşturuyor. İşgücü piyasasında “yapısal reformları” hayata geçirme hedefiyle, göçmen işçilere çalışma izni verilmesi, programın istihdam başlığı altındaki 18. ve 19. maddeleri içinde yer alıyor. Sermayeye göçmen emeğinin sınırsızca ve özgürce kullanılmasının yolunu genişleten OVP’de düzenleme şöyle ifade ediliyor: “Yurtiçinden temininde zorluk yaşanan hallerde işgücü piyasasının farklı vasıflarda ihtiyaçlarını karşılamak üzere göç ve istihdam politikalarının dengeli bir şekilde uyumlaştırılması sağlanacaktır. Geçici ve/veya uluslararası koruma statüsündekilerin, kayıtlı olduğu ilde ikamet başta olmak üzere Türkiye’de bulunma şartlarına riayet etmeleri gözetilerek, işgücü temininde güçlük çekilen alanlar öncelikli olmak üzere kayıtlı bir biçimde çalışmaları tesis edilecektir.”
Orta Vadeli Programın sermaye sınıfının işçi sınıfına yönelik politik tutumunun bütün ruhunu yansıttığını söyleyebiliriz. Sorunların tespiti ve analizinde ortaya koydukları yöntemler hiç de yabancısı olunmayan alışıldık zırvalarla dolu. Göçmen emeğinin kayıtlı işgücüne dâhil edilmesi için sundukları gerekçeler yukardan aşağıya patronlar sınıfının kibirli, tepeden bakışının akademik bir dille anlatılmasını yansıtıyor. Pek çok kez siyasi iktidarın temsilcileri tarafından, sıklıkla da patronlar sınıfının sözcülerinden “işçiler iş beğenmiyor, işçi bulmakta zorlanıyoruz” laflarını duyuyoruz. Gerçeklikten kopuk algılarla oluşturulmuş manipülasyona dayanan bu lafları şimdi de OVP’nin ilgili maddesindeki “yurtiçinden temininde zorluk yaşanan hallerde” cümlesinde görüyoruz. Kaldı ki Türkiye’de yetersiz bir işgücü pazarından ve nitelikli işçi bulunamamasından söz edilmesi doğru da değildir. Gerçekte kapitalist sistem doğası gereği yedek işçi ordusuna ihtiyaç duyar. Bu da sistemin içsel çelişkisini yansıtır.
Bugün sayıları milyonları bulan göçmenlerin çalışma sorununun giderilmesi önemli bir sorundur. Ancak iktidar ve sermaye sınıfı, büyük bir kangren haline dönüşmüş olan göçmen sorununu ve işgücüne katılım problemlerini bu işçilere tüm yasal haklarını tanıyarak çözmek niyetinde değildir. Rejimin buradaki muradı, ucuz işgücü sömürüsü ve yerli işçi sınıfı üzerinde basınç oluşturarak ücretleri aşağı çekmektir. Rejimin yeni Orta Vadeli Programı, kayıt dışı işgücünü sıfırlama amacını da taşımamaktadır. Sermaye göçmen emeğini ihtiyaçları doğrultusunda istediği biçimde kullanmaktadır. Bu bakımdan kayıt dışı işçi çalıştırmaya, sermayenin ihtiyaçlarına çözüm sunabildiği ölçüde göz yumulmaktadır.
İktidarın ve burjuvazinin işine geldiği ölçüde ise göçmen işçilerin ihtiyaç duyulan kadarı kayıtlı işgücü pazarı içine alınmaktadır. Özellikle 2020 yılında çıkartılan yönetmeliklerle bu süreç hızlanmıştır. İŞKUR tarafından Kayıtlı İstihdama Geçiş Programıyla (KİGEB) “geçici koruma” altındakilere ve Türk vatandaşlığına geçenlere çalışma izni veriliyordu. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile eşgüdüm halinde yürütülen bu projenin finansmanı ise ABD ve Almanya’nın ilgili birimleri tarafından karşılanıyordu. Bu proje kapsamında işletmelerin çalıştırdığı “geçici koruma” altındaki göçmenler için sigorta primi dâhil bazı teşvikler sağlandığı bilinmektedir. 2021 yılında açıklanan verilere göre çalışma izni verilmiş mültecilerin sayısı 170 bine yakındır. Türkiye’de ağırlığını Suriyelilerin oluşturduğu kayıtlı yaklaşık 5 milyon mülteci olduğu düşünüldüğünde, yüz binlerce insanın kayıt dışı çalıştırıldığı açığa çıkar. Rejim, emek gücünün kuralsız sömürüsü konusunda, sermaye sınıfıyla eşgüdüm halinde çalışmaktan geri durmamaktadır. Göçmenleri daha çok düşük ücretli işlere sevk ederek ve bu durumu yaygınlaştırarak, genel ücret düzeylerini de aşağı çekmektedir.
Türkiye’de özellikle nakliye, tarım ve hayvancılık, kâğıt toplayıcılığı ve tekstil sektöründe Suriyeli ve Afgan göçmenlerin emeği büyük oranda kullanılıyor. Patronlar kimi sektörlerde asgari ücretin bile altında ücretler ödeyerek göçmen emeğini büyük bir iştahla sömürüyorlar. Göçmen işgücü bir tür “kullan at” ekonomisine dönüşmüş durumda. Göçmen emeğini sınırsız ve kuralsızca kullanan ülkelerin başında Türkiye’nin olması bir tesadüf de değil. Rejim Suriye savaşının sonucu olarak ortaya çıkan durumu kendi bölgesel ve politik çıkarları için kullanmakta ustalaşmış durumda. Bir yanda milyonlarca göçmen sınırsızca sömürülmekte ve kayıtlı işçiler üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmakta, diğer yandan da “kapıları açarım” şantajıyla Avrupa’dan milyarlarca euroluk fonlar tırtıklanmaktadır. Rejim bu durumu politik şantaj malzemesi olarak da sıkça kullanmaktadır.
Kayıt dışı ile kayıtlı işgücü piyasası birbiriyle bağlantılıdır. Kapitalist dünya sistemi bir yanda kurallara dayalı bir işleyişten söz ederken diğer yandan belirsiz, yer değiştirici, öngörülemez emek piyasasının varlığının da sürmesini sağlar. Bu çelişkili durum kapitalist sistemin anarşik doğasının ürünüdür sadece. Türkiye’de olduğu gibi dünyada da kayıt dışı göçmen emeği yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Hammaddelerin çıkarılması, üretime aktarılması, işlenip dünyanın en ücra köşelerine gönderilmesi süreçlerinde hafife alınmayacak düzeyde kayıt dışı işçi çalıştırıldığını görüyoruz. Üstelik çokuluslu tekellerin de bu sürecin bir parçası olduğunu biliyoruz. Örneğin uluslararası bir teknoloji şirketi, Hindistan veya Pakistan’da bu koşullarda üretim yaptırabiliyor. Adidas veya Nike benzeri şirketler az gelişmiş ülkelerden kayıt dışı emekle üretilmiş ürünler temin edebiliyor, buralarda üretim yaptırabiliyor.
Günümüzde milyonlarca insan, emperyalistlerin çıkarttıkları savaşlar, otoriter rejimlerin baskıları, işsizlik, yoksulluk yüzünden yaşadığı yeri terk edip, tanımadığı ülkelerde hayata tutunma mücadelesi vererek, göçmen-mülteci pozisyonuna düşüyor. Göçmenler gittikleri ülkelerde sadece barınma ve diğer temel ihtiyaçların giderilmesi konusunda değil, aynı zamanda çalışma konusunda da birçok zorlukla karşılaşıyorlar. Gelecekleri belirsizlikle damgalanan göçmenler, bulundukları ülkelerde siyasi iktidarların baskılarına ve politik manevralarına maruz kalıyorlar. Sınır dışı edilme, geçici korunma statüsünün elinden alınması korkusunu yaşayan göçmenlerin bu durumunu fırsat bilen patronlar, onları en insanlık dışı koşullarda, kölece çalıştırarak, kârlarına kâr katmaya devam ediyorlar. Göçmenlere çok düşük ücretler dayatılıyor, çoğu zaman da ücretleri ödenmiyor. Göçmen işçiler iş cinayetlerine kurban gitmekten de kurtulamıyorlar. 10 Kasım günü Zonguldak’ta ruhsatsız bir maden ocağında gerçekleşen iş kazası ve sonrasında yaşananlar göçmenlerin içinde bulundukları korkunç durumu acı bir şekilde anlatıyor. 50 yaşındaki Afgan işçi Vezir Muhammed Nurtani’nin cesedi ormanlık bir alanda yanmış halde bulundu. Yapılan araştırmalardan sonra Afgan işçinin kaçak madende iş kazası geçirdiği ve maden sahiplerinin bu durumun açığa çıkmaması için işçiyi öldürüp, cesedini yaktıktan sonra ormanlık alana attıkları ortaya çıktı. Ne yazık ki bunun gibi örnekler ilk kez yaşanmıyor. Kapitalistler göçmenleri, yersiz yurtsuz, adsız sansız köleler olarak görmekte ve onlara yönelik insanlık dışı muamelenin hiçbir cezai yaptırımının olmadığını bilmenin rahatlığı içinde davranmaktadırlar.
Özellikle Suriyeli ve Afgan mültecilere yönelik ırkçılık bilinçli bir şekilde pompalanıyor. Burjuvazinin çeşitli kanatlarından empoze edilen düşmanlaştırıcı politikalar yüzünden, mülteciler hedef tahtasına koyuluyor. Mevcut çalışma şartlarının ağırlaşmasının, ücretlerin aşağıya çekilmesinin, işsizlik ve hayat pahalılığının sorumlusunun göçmenler olduğu yalanı toplumda hâkim görüş haline getiriliyor. Böylece işçiler sorunların asıl kaynağı olan kapitalist sisteme karşı birlikte mücadele etmek yerine göçmenlere düşmanlık besliyor. Burjuvazi işçilerin gerçekleri görmesinin ve kendi sınıf çıkarları temelinde hareket etmesinin önüne geçmek için milliyetçiliği kışkırtıyor. Bu şekilde “yerli” işçileri hedef saptırarak oyalıyor ve çalışma düzeninde istedikleri uygulamayı devreye sokabiliyorlar.
Hayat pahalılığının arttığı, ücretlerin geçinmeye yetmediği, çalışma koşullarının ağırlaştığı böylesi dönemlerde işçi sınıfının bölünmeye değil birleşmeye ihtiyacı var. Göçmen işçiler Türkiye işçi sınıfının organik parçası haline gelmiştir. Birlikte yol yürünerek ortak düşman olan sermaye düzenine karşı güçlü bir duvar örmek zorunludur. Siyasi iktidarın ve burjuvazinin göçmen işçi emeği üzerinden hayata geçirmek istediği sinsi planları def edebilmenin yolu buradan geçiyor. Milyonlarca işçiyi ilgilendiren böylesi kapsamlı bir sorunla baş edebilmek için işçi sınıfının öz örgütlülüğünün güçlenmesi bir zarurettir. Bu noktada işçi sendikalarına büyük roller düşüyor. İşçiler arasında yerli-yabancı ayrımını bir tarafa bırakacak ve patronların saldırılarına karşı işçileri harekete geçirecek çalışmalar yapılmalı ve göçmen işçiler örgütlenmelidir. Göçmen işçilerin çalışma, barınma ve hukuki haklarının desteklenmesi her alanda gereklidir. Göçmen işçi emeğinin, çalışma izni verilerek işgücüne dâhil edilmesinin önündeki engellerin kaldırılması işçi sınıfının genel çıkarınadır. Bu noktada Kocaeli/Çayırova’da bulunan Amana Foods fabrikasındaki Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin birlikte mücadelesi güzel bir örnek oluşturuyor. Patronu Suriyeli olan bu gıda fabrikasında işgücünün yarısı Suriyeli yarısı da Türkiyeli işçilerden oluşuyordu. Bu işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve daha iyi bir ücret için birlikte mücadele ederek Türk-İş’e bağlı Koop-İş sendikasında örgütlendiler. Komitelerde birlikte kararlar alarak, patronun saldırılarına birlikte göğüs gerdiler. Bu deneyim işçilerin mücadele hanesine yazılan iyi bir örnek oluşturdu. Göçmen işçilerle birlikte ortak bir mücadele hattı etrafında örgütlenildiğinde sınıf mücadelesinin anlamlı örneklerinin yaşanması mümkün olacaktır.
İşçi sınıfının bir parçası olan göçmen işçilerle sıkı bağlar kurarak omuz omuza durulduğunda, milyonlarca insanı göç yollarına sürükleyen, göçmenleri köle işgücü haline getirip, bunu yerli işçi sınıfı üzerinde basınç olarak kullanan kapitalizme karşı mücadele güçlenerek ilerler. Dolayısıyla işçi sınıfının karşı çıkması gereken şey göçmen işçilere çalışma izni verilmesi değil göçmen işçilerin “yerli” işçilere karşı kullanılarak sendikasızlaştırmanın, düşük ücretlerin, ağır çalışma koşullarının dayatılmasıdır.
link: Mikail Azad, Göçmen İşçilerle Birlikte Sınıf Mücadelesini Büyütelim, 30 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8136
Yakılan Afgan Göçmen İşçi Kardeşimizdir!
TTB’ye de Görevden Alma ve Kayyum Zorbalığı!