BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
1905 olayları 1917’nin devrimci dramına görkemli bir başlangıç oluşturuyordu. Gericiliğin zafer kazandığı yıllar boyunca, 1905 yılı bize tamamlanmış bir bütün olarak, Rus Devrimi olarak görünüyordu. Bugün ise, tarihsel öneminden hiçbir şey kaybetmeksizin, bu bağımsız niteliğini yitirmiş durumdadır. 1905 Devrimi, tıpkı 1917 Devriminin büyük emperyalist katliamın doğrudan bir sonucu olması gibi, Rus-Japon savaşının doğrudan sonucu olmuştu. Bu anlamda, hem başlangıcında hem de gelişimi içinde, bu giriş, bugün bizim katılımcısı ve tanığı olduğumuz tarihsel dramın tüm unsurlarını içinde taşıyordu. Fakat başlangıçta bu unsurlar henüz tümüyle gelişmiş bir biçimde değil, sıkıştırılmış bir biçimde ortaya çıkmıştı. 1905 mücadelesinde belirli bir yer tutan bütün güçler, bugün, 1917 olaylarının aydınlatıcı ışığı altında, öncekinden daha net olarak açığa çıkmaktadır. O zaman bile, onu adlandırırken kullandığımız şekliyle Kızıl Ekim, on iki yıl sonra gelişerek, karşılaştırılamayacak ölçüde daha güçlü ve gerçek anlamıyla muzaffer bir başka Ekime dönüştü.
1905’teki büyük avantajımız, bu devrimci başlangıç aşamasında bile biz Marksistlerin, tarihsel süreçleri kavramanın bilimsel yöntemiyle zaten silahlanmış olmasıydı. Bu, tarihin maddi sürecinin yalnızca bir dizi ipucu olarak açığa vurduğu bu ilişkileri anlamamızı mümkün kıldı. Rusya’nın güneyindeki 1903 kaotik Temmuz grevleri bize, proletaryanın genel grevinin ileride bir silahlı ayaklanmaya dönüşmesiyle Rus devriminin temel biçimi olacağı sonucunu çıkartabilmemiz için gerekli materyali sağlıyordu. Bu tahminin canlı bir kanıtı olan 9 Haziran olayları, devrimci iktidar sorununun somut bir biçimde ortaya atılmasını gerektirmişti. Bu andan itibaren, Rus devriminin karakteri ve iç sınıfsal dinamikleri sorunu, zamanın Rus sosyal demokratları arasında en yakıcı sorun haline gelmişti.
“Sürekli devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler, yazarın kafasında tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmişti. Bu oldukça iddialı ifade, Rus devriminin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalamayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya, iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolma konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplarla değil, kendisiyle işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylülüğün ezici çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya proleter devrimi arenasında çözülebilirler. Tarihsel zorunluluk nedeniyle Rus devriminin dar burjuva demokratik sınırlarını parçalayıp atan muzaffer proletarya, kendi ulusal ve devlet sınırlarını da parçalamaya zorlanacaktır, yani Rus devrimini dünya devrimine bir başlangıç haline getirmek için bilinçli bir çaba harcamak zorunda kalacaktır.
On iki yıllık bir kesintiye rağmen, bu analiz tümüyle doğrulanmıştır. Rus devrimi burjuva demokratik bir rejimle noktalanamazdı. İktidarı işçi sınıfına teslim etmeliydi. 1905’te işçi sınıfı iktidarı ele geçirmek için henüz çok güçsüzdü; fakat sonraki olaylar onu, bir burjuva demokratik cumhuriyet ortamında değil, aksine 3 Haziran Çarlığının yeraltı dünyasında olgunluk ve güç kazanmaya zorladı. Proletaryanın 1917’de iktidara gelişi, 1905’teki eski kuşağın biriktirdiği deneyimin yardımıyla oldu. Dolayısıyla bugün genç işçiler bu deneyimden tam olarak yararlanmak ve bu nedenle 1905 tarihini incelemek zorundadırlar.
* * *
Bu kitabın birinci kısmına ek olarak iki makaleyi basmaya karar verdim; bunlardan biri (Çerevanin’in kitabıyla ilgili olan) 1908’de Kautsky’nin gazetesi Neue Zeit’da yayınlanmıştı, diğeri “sürekli devrim” teorisini açıklamaya ve o sıralar Rus sosyal demokrasisi içinde bu konuda egemen olan görüşlere karşı bir polemiğe ayrılmıştı ve manevi kılavuzları Rosa Luxemburg ve Leo Jogiches olan Polonyalı bir parti gazetesinde (sanırım 1909’da) yayınlanmıştı. Bana öyle geliyor ki, bu makaleler yalnızca okuyucunun doğrudan birinci devrimi izleyen dönem boyunca Rus sosyal demokratları arasındaki tartışmalara uyum sağlamasını kolaylaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda bugünün son derece önemli belli sorunlarına da bir ışık tutacaktır. 1917 Ekiminde iktidarın ele geçirilmesi hiçbir şekilde, sıradan vatandaşın inanma eğiliminde olduğu gibi bir doğaçlama değildi; toprakların ve fabrikaların muzaffer işçi sınıfı tarafından ulusallaştırılması hiçbir biçimde, söylendiği gibi Menşeviklerin uyarıcı seslerine tam zamanında kulak vermekte başarısız olan işçi hükümetinin bir “hata”sı değildi. Bu konular, on beş yıldan uzun bir dönem boyunca tartışıldı ve genel olarak çözüldü.
Rus devriminin niteliği hakkındaki tartışma, o dönemde bile, Rus sosyal demokrasisinin sınırlarını aşmış ve dünya sosyalizminin önde gelen unsurlarının dikkatini çekmişti. Burjuva devrimin Menşevik kavrayışı, en doğru şekliyle, yani en berbat ve en saf şekliyle Çerevanin’in kitabında açıklanmıştı. Kitap ortaya çıkar çıkmaz, Alman oportünistleri ona büyük bir sevinçle sarıldılar. Kautsky’nin önerisiyle, Neue Zeit’da Çerevanin’in kitabının çözümsel bir eleştirisini yazdım. O dönemde Kautsky kendisini tümüyle benim görüşlerim ile tanımlıyordu. (Bugün ölmüş olan) Mehring gibi o da “sürekli devrim” bakış açısını benimsemişti. Bugün, Kautsky geri adım atarak Menşeviklerin saflarına katıldı. Geçmişini bugünkü düzeyine indirgemek istiyor. Fakat net olmayan bir teorik vicdanın taleplerini karşılayan bu tahrifat, basılı dokümanların oluşturduğu engellere çarpıyor. Kautsky’nin bilimsel ve yazınsal faaliyetinin daha erken –daha iyi!– döneminde yazdıkları (Polonyalı sosyalist Ljusnia’ya yanıtı, Rus ve Amerikan işçileri üzerine çalışmaları, Plehanov’un Rus devriminin karakteriyle ilgili sorularına yanıtı, vb.), Menşevizmin acımasız bir reddiyesi ve bugün başlarında Kautsky’nin bulunduğu kalın kafalı döneklerin, maceracılık, demagoji ve Bakunincilikle suçladıkları Bolşeviklerin sonraki politik taktiklerinin tam bir teorik savunusu olmuştu ve olmaya devam ediyor.
Üçüncü ek bölüm olarak, Paris gazetesi Naşe Slovo’da 1915’te yayınlanmış olan İktidar Mücadelesi adlı makaleyi basıyorum. Bu makale, birinci devrimde açıkça taslağı çizilmiş olan bu politik ilişkilerin, en son noktasına erişmesini ve tamamlanışını ikinci devrimde bulması gerektiği düşüncesinin bir sunumudur.
* * *
Bu kitap, tanımladığı bütün hareket gibi, biçimsel demokrasi sorunu üzerinde netliğe ihtiyaç duyuyor. Ve bu şaşırtıcı değil: on yıl sonra bile, 1917’de, partimiz kendi kafasında bu soruna ilişkin olarak henüz tamamen net değildi. Fakat bu muğlaklığın ya da mutabakat eksikliğinin, ilkesel konularla hiçbir ilişkisi yoktur. 1917’de demokrasi efsanesinden sonsuz derecede uzaklaşmıştık; devrimin ilerleyişini, belirli mutlak demokratik normların işleyişinin devreye sokulması olarak değil, sınıfların geçici ihtiyaçları için demokrasinin kurumları ve sloganlarından yararlanmak zorunda kalan bir sınıflar savaşı olarak zihnimizde canlandırdık. O dönemde biz, iktidarın doğrudan işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi sloganını ileri sürdük ve bu ele geçirmenin kaçınılmazlığı sonucunu “demokratik” seçim istatistiklerinin sunduğu olasılıklardan değil, sınıf güçleri arasındaki ilişkilerden çıkardık.
1905’te bile Petersburg işçileri, Sovyetlerini bir proleter hükümet olarak adlandırıyorlardı. Bu ad giderek genelleşiyordu ve iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi mücadelesinin programına tümüyle uygundu. Aynı zamanda Çarlığın karşısına gelişmiş bir politik demokrasi programı (genel oy hakkı, cumhuriyet, milis, vb.) koyuyorduk. Ve gerçekten de başka türlü yapamazdık. Politik demokrasi çalışan kitlelerin gelişiminde zorunlu bir evredir; şu önemli şartla ki, bazı durumlarda çalışan kitleler bu evrede birkaç on yıl boyunca kalabilirlerken, başka bir durumda devrimci durum, politik demokrasinin kurumlarının oluşmasından önce bile, kitlelerin kendilerini bu politik demokrasinin önyargılarından kurtarmalarını sağlayabilir.
Sosyalist devrimcilerin ve Menşeviklerin devlet rejimi (Mart-Ekim 1917), sağlam bir burjuva-cumhuriyetçi kalıba dökülmesi için gerekli zamana kavuşmasından önce bile, demokrasiyi tümüyle ve düpedüz tehlikeye atmıştı. Ve o dönem boyunca, pankartlarımızda “Tüm İktidar Sovyetlere” yazılmış da olsa, halen biçimsel olarak demokrasi sloganlarını destekliyorduk, biçimsel demokrasi tekerleklerinin çarkları Sovyet sisteminin çarklarıyla birbirine geçmeseydi neler olabileceğine ilişkin kesin yanıtları kitlelere (veya kendimize bile) verme konusunda henüz yetersizdik. Bu kitabın yazıldığı dönem boyunca ve hatta çok daha sonra, Kerenski yönetimi dönemi boyunca, görevimizin özü, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini içeriyordu. Bu sürecin biçimsel, yasal görünümleri ikinci veya üçüncü planda kaldı ve maddi engelleri hedef alan şiddetli fiziksel saldırının hâlâ gündemde olduğu bir sırada biçimsel çelişkileri çözme zahmetine hiç mi hiç girmedik.
Kurucu Meclisin lağvedilmesi, ister seçimlerin ertelemesi vasıtasıyla, ister seçim hazırlığıyla olsun ulaşılabilecek bir hedefin, kabaca bir devrimci yoldan yerine getirilmesiydi. Ancak, devrimci iktidar sorununu kaçınılmaz bir şekilde keskinleştiren, tam da mücadele araçlarının yasal görünümüne dönük bu otoriter tutumdu; ve sırası geldiğinde, Kurucu Meclisin proletaryanın silahlı kuvvetleri tarafından dağıtılması, demokrasi ve diktatörlük arasındaki karşılıklı ilişkilerin bir bütün olarak yeniden düşünülmesini gerekli kıldı. Son tahlilde bu, İşçi Enternasyonali için hem teorik hem de pratik bir kazancı ifade ediyordu.
* * *
Bu kitabın tarihi kısaca şöyledir. Kitap, Dresden’de çıkacak olan bir Almanca baskı için 1908-1909’da Viyana’da yazıldı. Almanca baskı, Devrimimiz (1907) adlı Rusça kitabımın, Rus olmayan okuyucu için önemli ölçüde değiştirilmiş ve uyarlanmış olan belli bölümlerini içeriyor. Kitabın önemli bir bölümü Almanca baskı için özel olarak yazıldı. Kısmen halen varolan Rusça el yazmasının bölümleri temelinde ve kısmen de Almancadan yeniden çevirerek, metni şimdi yeniden oluşturmak zorunda kaldım. Bunu yaparken, işini aşırı bir titizlik ve dikkatle yapan Yoldaş Ruhmer’in büyük yardımını gördüm. Bütün metni yeniden gözden geçirdim ve umarım okuyucu, bugün yayınlarımızın değişmez özelliği olan sayısız yanlışlar, kaymalar, baskı hataları ve her türden hatalardan sıkılmaz.
L. Troçki
Moskova
12 Ocak 1922
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Bu baskı birinci Rusça baskıdan iki bakımdan farklıdır. 1) Devrime bulaşan burjuva partilerle sosyal demokrasinin (o günkü şekliyle) ilişkileri hakkında yazarın Londra parti kongresinde (1907) yaptığı konuşmayı ekledim. 2) Kitap şimdi, yazarın, Rusya’nın tarihsel gelişiminin özel yönleri konusunda Yoldaş Pokrovski’ye yanıtını da içeriyor.
10 Temmuz 1922
ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Rus devriminin tam tekmil bir tarihsel değerlendirmesinin zamanı henüz gelmedi; ilişkiler henüz yeterince tanımlanmamış durumda; devrim her an yeni sonuçlar ortaya çıkararak devam ediyor ve onun tüm önemi şöyle bir göz atmakla kavranamaz. Okuyucuya sunulan bu kitap, tarihsel bir çalışma olma iddiasında değildir; o bir tanığın ve bir katılımcının ifadesini temsil etmektedir, olayların izleri yazarın kafasında halen canlıyken yazılmıştır ve ona politikada bir sosyal demokrat,[1] bilimde bir Marksist olan yazarın parti görüşü ışık tutmuştur. Herşeyden önce, yazar, son noktasını –ve aynı zamanda trajik sonunu– Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyetinin faaliyetlerinde bulmuş olan Rus proletaryasının devrimci mücadelesini, okuyucu için netleştirmeye girişmiştir. Eğer bunu yapmakta başarılı olduysa, temel görevinin yerine getirildiğini düşünecektir.
* * *
Giriş, Rus devriminin ekonomik temelinin bir analizidir. Bu bölüm, Çarlığı, Rus kapitalizmini, tarımsal yapıyı, üretim biçimini ve ilişkilerini, ve toplumsal sınıfları kapsamaktadır: birbirleriyle ve devletle olan ilişkileri içinde, toprak soyluluğu, köylülük, büyük sermaye, küçük burjuvazi, entelijensiya, proletarya. Amacı, daha sonra devrimci dinamikleri içinde okuyucunun önüne çıkacak olan bu toplumsal güçleri, durağan biçimleri içerisinde okuyucuya göstermek olan “giriş”in konuları bunlardır.
* * *
Kitap, olgusal materyalin eksiksizliği konusunda hiçbir iddiada bulunmuyor. Bir bütün olarak ülkedeki devrimin ayrıntılı bir tasvirini vermekten bilinçli bir şekilde kaçındık; çalışmamızın sınırlı çerçevesi içinde, olsa olsa başvuru amacıyla yararlı olabilecek olayların bir listesini hazırlayabilirdik, fakat ne olayların iç mantığı ne de yaşam içinde aldıkları gerçek biçim hakkında bir şey söyleyemezdik. Farklı bir yöntemi yeğledik: adeta devrimin tam anlamını özetleyen olay ve kurumları seçerek, hareketin merkezini ‑Petersburg– öykümüzün merkezine yerleştirdik. Kuzey başkentini ancak belirli bir ölçüde, devrimin bizzat merkez arenasını Karadeniz kıyılarına (Kızıl Donanma), köylere (Köylü Ayaklanmaları) ve Moskova’ya (Aralık) kaydırması ölçüsünde terk ettik.
* * *
Böylelikle kendimizi mekansal olarak sınırlarken, aynı zamanda zamansal olarak da sınırlamak zorunda kaldık.
Yerimizin büyük bir kısmını, 1905’in son üç ayına –Ekim, Kasım ve Aralık– Rus genel grevi ile başlayan ve Moskova’daki Aralık ayaklanmasının ezilmesi ile noktalanan devrimin en yüksek evresine ayırdık.
Bunu önceleyen hazırlık dönemine gelince, ondan, bir bütün olarak olayların gelişiminin kavranması açısından gerekli olan iki anı seçtik. İlk olarak, güvenin genel parola olduğu ve hükümet bildirileri ile önde gelen liberal makalelerin, anilin ve melasın[2] tiksindirici karışımına batırılmış kalemlerle yazıldığı, Prens Sviyatopolk-Mirski’nin kısa “dönemi”ni, hükümetle “halk” arasındaki bu yakınlaşma balayını tartışmayı seçtik. İkinci olarak, karşılıklı güven duygusuyla o derece yüklü olan bu atmosferin bir anda muhafız tüfeklerinden ateşlenen kurşunların cayırtısıyla delik deşik edildiği ve proleter kitlelerin lânetiyle ilelebet tuzla buz edildiği, dramatik dehşeti bakımından emsalsiz olan 9 Ocağı, Kanlı Pazarı tartıştık. Liberal bahar komedisi sonuna gelmişti. Devrim trajedisi başlıyordu.
Ocak ile Ekim arasındaki sekiz ayı neredeyse tam bir suskunlukla atladık. Bu dönem kendi içinde ilginç olmasına rağmen, 1905’in belirleyici üç ayının tarihinin anlaşılmasına, esasta yeni hiçbir şey katmaz. Ekim grevinin, Kışlık Saray’a doğru yapılan Ocak yürüyüşünün doğrudan bir sonucu olması kadar, Aralık ayaklanması da Ekim grevinin bir sonucuydu.
Tarihsel kısmın son bölümü, devrimci yılın olaylarını özetlemekte, devrimci mücadele yöntemlerini analiz etmekte ve takip eden üç yılın politik gelişmelerinin kısa bir tasvirini sunmaktadır. Bu bölümün temel sonucu şu şekilde ifade edilebilir: La révolution est morte, vive la révolution![3]
* * *
Ekim grevine ayrılan bölüm Kasım 1905 tarihlidir. Bu bölüm, egemen kliği bir çıkmaz sokağa sürükleyen ve II. Nikola’yı titrek ellerle 17 Ekim bildirgesini imzalamaya zorlayan büyük grevin son saatlerinde yazılmıştır. O günlerde bu bölüm, Petersburg sosyal demokrat gazetesi Naçalo’nun iki sayısında bir makale olarak yayınlanmıştı; bu yazı sadece, bugünkü amacımız açısından yeterli bir düzeyde grevin genel çerçevesini çizdiği için değil, aynı zamanda anlatım biçimi ve ruhu bir dereceye kadar o dönemde basılan politik metinlerin özelliğini de yansıttığı için, neredeyse hiçbir değişiklik yapılmadan burada yeniden yayınlanmıştır.
* * *
Kitabın ikinci kısmı bağımsız bir bütün ifade ediyor. Bu kısım, İşçi Temsilcileri Sovyetinin mahkeme duruşmalarının ve bunun sonucu olarak da yazarın Sibirya’ya sürgün edilmesi ve oradan kaçışının tarihidir. Bununla birlikte, yalnızca 1905’in sonunda Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti devrimci olayların tam merkezinde bulunduğu için değil, aynı zamanda ve herşeyden önce, Sovyetin topluca tutuklanması karşı-devrim çağının başlangıcını açıkça gösterdiği için de kitabın iki kısmı arasında içsel bir bağlantı bulunmaktadır. Birbirinin peşi sıra ülkedeki tüm devrimci örgütler karşı-devrime kurban gittiler. Galipler büyük bir azimle ve kana susamış bir intikam hırsıyla bu muazzam hareketin tüm izlerinin kökünü, sistematik olarak, adım adım kazıdılar. Ve acil bir tehlike düşüncesinden ne denli uzak iseler, kana susamışlıkları o denli aşağılık bir intikam duygusuna dönüşüyordu. Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti 1906’da mahkeme önüne çıkarıldı. Verilen en büyük ceza, tüm kamu haklarından mahrum bırakılmak ve süresiz olarak Sibirya’ya sürgündü. Yekaterinoslav İşçi Temsilcileri Sovyeti 1909’a kadar yargılanmadı, fakat sonuçlar çok farklıydı: birkaç düzine idam mahkûmunun çalışma kampına gönderilmesine karar verildi ve sekizi gerçekten yerine getirilen otuz iki ölüm kararı verildi.
Muazzam bir mücadele döneminin ve devrimin geçici zaferinin ardından tasfiye dönemi geldi: tutuklamalar, sürgünler, kaçma girişimleri, tüm dünyaya dağılma. Kitabımın iki kısmı arasındaki bağlantı da nitekim burada yatmaktadır.
Bu önsözü, İşçi Temsilcileri Sovyetinin mahkeme oturumu boyunca yapılan karakalem resimleri ve elle tutulan notları bizlere sunan ünlü Petersburglu sanatçı bayan Zarudnaya-Kavos’a en sıcak minnettarlık duygularımızı belirterek bitiriyoruz.
Viyana, Ekim 1909
[1] Bu önsöz yazıldığı sırada biz henüz sosyal demokratlar adını taşıyorduk.
[2] Melas: pancar ve şeker kamışından elde edilen sıvı haldeki şeker tortusu. (ç.n.)
[3] Devrim öldü, yaşasın devrim! (ç.n.)
link: Lev Troçki, Önsözler, 8 Mart 2007, https://marksist.net/node/1410