Bu fikrin temeli esasen insanın “kötü yaratılışlı” olduğu düşüncesidir. Oysa insanoğlu ne iyi yaratılışlı ne de kötü yaratılışlıdır. Tüm diğer canlılar gibi insanın da temel kaygısı kendi varoluş koşullarını güvenceye almak ve geliştirmektir. Bu temel çaba kendisini değişik şartlar altında değişik davranışlarla gösterir. Bu, bencilce davranışlar biçiminde ortaya çıktığı gibi, kolektivist, paylaşımcı, fedakârca davranışlarla da ortaya çıkar. Ancak işin derinine inecek olursak, insanın en temel özelliğinin onun toplumsal bir varlık olması olduğunu, bu nedenle varlığını sürdürme çabasının bireysel olmaktan çok toplumsal, kolektivist bir öz taşıdığını ve bunun başka türlü olamayacağını görürüz. Bencilliğin en azılı savunucuları dahi başları sıkıştığında kendilerine yardım elinin uzatılmasını beklerler. Aslında bu, insanların geneli için oldukça yaygın bir durumdur ve özellikle zor anlarda kendisini tüm açıklığıyla gösterir. Sevdiklerimiz için yaptığımız fedakârlıklar, savaş, doğal afet gibi yıkım durumlarında hep gözlediğimiz büyük yardımlaşma ve özveri bunun ifadesidir.
Bencilliğin, bireyciliğin en büyük propagandasının yapıldığı günümüz kapitalist toplumunda bile emekçi kitleler nezdinde bu tür davranışlar değil, tam aksine özverili ve paylaşımcı davranışlar övgü konusudur. Toplum katında bencillik genelde tasvip edilmeyen bir niteliktir. Bencil insanlar iyi gözle görülmezler, saygınlık uyandırmazlar. Öte yandan, özveri ve paylaşma her şeye rağmen o denli güçlü toplumsal temellere sahiptir ki, egemen kapitalist sınıfın temsilcileri dahi toplumu kendi çıkarları doğrultusunda seferber edebilmek için halkın duyarlı olduğu bu değerleri istismar ederler. “Hepimiz ülkemiz için özveride bulunmalıyız!”, “İnsani yardım için evlatlarımızı diğer ülkelere savaşmaya göndermeliyiz!” vs. vs. Sonuç olarak, tüm bunlar insanın bencil yaratılışlı olduğu düşüncesinin doğru olmadığını göstermektedir.
İşin aslında insan türü gezegen üzerindeki 2 milyon yıllık varlığının sadece son 6 bin yılını sınıflı toplum düzeni altında yaşamıştır. Bu, 24 saatlik günün 4 dakikasına eşittir. Yani insanoğlu 2 milyon yılın aşağı yukarı tamamını sınıfsız, eşitlikçi bir toplumsal düzen altında geçirmiştir. Sınıfsız, eşitlikçi bir toplumun hayal olduğunu söyleyenler insanoğlunun tarihini bilmezden geliyorlar. Üstelik sınıfsız ve eşitlikçi temellerde yaşayan insan toplulukları her şeye rağmen çok yakın zamanlara kadar varlıklarını sürdürdüler ve hatta bu tür topluluklar dünyanın ücra köşelerinde günümüzde bile varlar.
Ancak yine de insanların günümüz kapitalist toplumunun koşulları altında hiç de azımsanmayacak oranda bencilce davranmaya eğilim gösterdikleri bir gerçektir. Burada sorun insanın doğası olmayıp onun içinde yaşamaya mecbur bırakıldığı şartlardır. Bu bakımdan önemli olan şartları değiştirmektir. Öyle ki, insanlar bencilce eğilimler doğrultusunda değil, paylaşımcı eğilimler doğrultusunda davransınlar. İşte sosyalizm, şartların bu yönde bir değişimi ve insanları “bencilce” davranmaya iten nesnel koşulların ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Esasen daha şimdiden kapitalizm altında yaratılmış muazzam üretici güçler özel mülkiyet boyunduruğundan kurtarıldığında büyük bir toplumsal bolluk yaratılacak ve böylece insanlar ihtiyaçlarının tatmini için birbirinin gırtlağına sarılmaya gerek duymayacaklar. Öte yandan buna serbest zamanın artışı ve eğitimin muazzam bir yaygınlaşması eşlik edecek ve bu temelde ilerleyecek sürekli bir kültürel dönüşümle sınıflı toplumun ürünü olan egoizmin kökü daha hızlı kuruyacaktır.
link: Marksist Tutum, Sosyalizm insan doğasına aykırı değil mi?, , https://marksist.net/node/1553