İnsan ki hayal kurar, geleceğe dair güzel umutlar yeşertir kalbinde. Çoğunun da o kadar küçük ve masumdur ki hayalleri; anne-baba olmak, ev sahibi olmak, sıradan bir hayata sahip olup ömür geçirmek… Altı üstü bu kadar! Bu küçücük hayallerin bile hayat bulmasını çok gören zalimler, bugün savaş bataklığında işçi ve emekçilere cehennemi yaşatıyor. Hemen yanı başımızda, Kürt illerinde yürütülen kirli savaşta ortaya çıkan karelerin her birinde insanlık dramı görülüyor. Nice hayatlar, umutlar, tıpkı evler, mahalleler gibi kurşuna diziliyor, yakılıp yıkılıyor. Hafriyatlar arasından beton parçalarının dışında, acı hayat öyküleri de çıkıyor.
Kürt illerinde hâlâ devam eden savaş, bugüne kadar binlerce insanın ölmesine neden oldu. Onlarca bölgede uygulanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle yitip giden bir sürü can var. Evladının cesedini buzdolabında saklamak zorunda kalan annelerin feryatları göklere kadar çıktı. Ne hayaller ve zorluklarla dünyaya getirdikleri bebekleri beşiklerinde kurşunlandı. Onlarca insan evlerin bodrumlarında diri diri yakıldı. İnsanlar günlerce sokakta ölen yakınlarının cesetlerini dahi alamadı. Bu da doyurmadı zalimlerin iştahlarını! Cansız bedenler çırılçıplak şekilde teşhir edildi ya da zırhlı araçların arkasına bağlanarak sokak sokak sürüklendi. Bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür ki, düşman görüp öldürmek yetmiyor, geriye kalan soluksuz bedenlere zulme devam ediliyor?
Hayatta kalanlarsa evsizliğe, yurtsuzluğa mahkûm edilip, göç etmeye zorlandı. Yoksul aileler bin bir çileyle sahip oldukları evlerini, eşyalarını kaybettiler. Bunlardan biri olan Diyarbakırlı İbiş ailesinin yaşadığı dram birçok ailenin durumunu anlatıyor. Sur’daki yıkımdan kaldırılan hafriyatın döküldüğü Dicle Üniversitesi Kampüsü alanında, İbiş ailesinin evlilik cüzdanı ve aile fotoğrafı bulundu. Bulunan eşyalar aileye teslim edilirken, apar topar çıkmak zorunda kaldıkları evlerinden geriye bir moloz yığınının kalmasına öfke ve acı duyan aile, yok olan eşyalarının hâlâ taksitlerini ödediklerini söylüyor. Bu ailenin anlattıkları, onlarca ailenin yaşadığı dramın sadece küçük bir örneği. Yakılıp yıkılan mahalleler aileler için acıyı ifade ederken, iktidar için yeni yatırım alanları ve kendi politikaları doğrultusunda bir adım olarak görülmekte. Diyarbakır’da Bağlar ve Kayapınar, Hakkâri’de Çukurca ve Yüksekova, Mardin’de Kızıltepe, Şırnak’ta ise İdil ve Cizre’de “acil kamulaştırma” kararı çıkartıldı. “Acil kamulaştırma” adı altında evlere, topraklara zorla el koyan devlet, binlerce masum insanın canını almak yetmiyormuş gibi bir de yaşam alanlarına göz dikmiş durumda.
İnsanın kanını donduran, dehşete düşüren bu zulüm, ne yazık ki bilinçsiz kitleler tarafından desteklenebiliyor. İşçiler, kendi sorunlarıyla yüzleşip mücadele etmesinler diye kardeş halklara düşman ediliyorlar. Elbette bu vahşeti gerçekleştiren egemenler, bunu yaparken bir amaç güdüyorlar. Ortadoğu’da yoğunlaşan dünya savaşına doğrudan dâhil olan Türkiye egemenleri, güçlü bir iktidara ve Erdoğan gibi bir mutlak lidere ihtiyaç duyuyorlar. Bunun için milliyetçilik kışkırtılıp, yan yana yaşayan halkların arasına kin ve nefret tohumları serpiliyor. Fakat biz biliyoruz ki işçilerin milliyetçilikten bir çıkarı olamaz. Burjuvazi bir silah olarak işçiler arasında kini ve nefreti besleyip büyütmek için elindeki her olanağı kullanıyor. Ama bizlerin yani işçi sınıfının beslediği nefret ve kin, bütün bu dertleri başımıza musallat eden burjuvaziye karşı olmalıdır. Yapılması gereken, yürütülen kirli savaşa dur demek ve yan yana gelip bu zulme karşı, burjuvaziye karşı hep birlikte örgütlü mücadele vermektir.
link: Sefaköy’den MT okuru bir kadın işçi, Kinini ve Öfkeni Burjuvaziye Savur!, 29 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5051
Maraş’ta Mülteciler Üzerinden Oynanan Oyunlar
Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!