“Önce ekmek, en mühim işi bu olmalı kişinin” derdi. Hayatında, rüyasında, hep ekmek vardı kafasında. Aç kalmış, yokluğun hazımsızlığının sancılarını çekmiş. Etrafından uzanmasını beklediği bir el ummuş, gel gör ki, açlıktan gördüğü hayaller dışında kimse varmamış yanına. Gör ki, dünyada yokluktan gayrı bir şey düşmemiş payına. Bundandır ekmekteki ısrarı. Daha kendini bilmeden atılmış ekmek kavgasına ve muhtemelen ikisinden mahrum ölecekti. Tıpkı dedesi gibi, babası gibi, çocukları gibi... Düşmek yollara, tutmak hasretin hıçkırıklarını. kendi ezilmişliğinden sonra en iyi bildiği işti. Bir çırpıda gözden kaybolur, çoluk çocuk rızkı derdiyle atardı kendini zalim gurbet ellere. Bir gün orada, bir gün şurada, amacı ekmeği, dünya olmuş evi belli değildi nerede olacağı, nerede yatacağı Belli olan, sıcak tutmayı başaramadığı evinden uzak kalışıydı... Elleri kaba, dili keskin bir bıçak Hiç fırsat bulamadı ki güzel sözler üretmeye Hayatında inceliğin yeri asla olmadı. Karşı değildi ama farkında değildi hiçbir güzelliğin fakat hayatını adadı ekmek parasına Kuvvetli bir sevgisi vardı karısına bir gül idi karısı gözünde doyamadığı, rahata kavuşturamadığı bir gül. Gül saydığı karısı sevmez değildi onu fakat yalan olurdu delice bir aşık diye varsaymak. [Küçücüktü karısı henüz evlendiğinde, babası imam, dört tarafı muhafazakâr fikirlerin duvarı. Yani aşk nedir bilememişti, günah varsaydı böyle “sapkınlıkları” fakat çocuktu henüz evlendiğinde ve asıl sapkınlığın bu olduğunu bilemiyordu. Gel zaman git zaman alıştı kocasına ve ona bağımlı, muhtaç bir hayata dönüştü yaşamı. Yani aşk denemezdi bu zorba koşulların dayatmalarına belki yaşamaya tutunmak idi, belki alışkanlık ama aşk değildi hayır.] İkinci çocuklarını doğurduğunda karısı, daha da ağır gelmişti ekmek kaygısı. Çalışıyordu çalışmasına fakat, emeğin bolluğu artıkça ekmek eksiliyordu. Kim yazmış bu kara talihi, kim yazmış bunca çalışmaya rağmen, çocuklarını doyuramayan babanın talihini? Kim demiş sefil kalsın bazıları yatacak döşek, yiyecek aş bulamasın birileri diye kim tutturmuş? Karısı, Allah derdi bu kara talihin yazarına katlanmak gerek derdi, mükâfatını alacağız nasıl olsa. Fakat sefillik gerçek, mükâfat uydurma idi. Bu dünyada sefillikleri sürecekti böyle düşündükleri için, diğerinde ise toprak olacaklar, yem olacaklar, bir ağacın meyvesinde can bulacaklardı... Çalışmak için yaratılmış elleri ve asla, çalışmaktan bıkmayan direnci vardı. Çalışmaktan ve ekmek temininden başka, kafasında hiçbir şeye yer ayırmazdı. Bir gün öleceğini bile düşünmedi, bunca ihmalkârlıkla dolu iş hayatı koşullarına rağmen. Fakat bir gün, en tepesindeyken iskelenin, en korunmasız, ölüme en yakın haliyle sorguladı hayatı: ...Ben dedi, ben ki çalışmaktan anam ağladı, bu yaşıma kadar dinlenmeden bunca yol aldım. Ne kazandım? Ellerimde ne var? Çoluk çocuk perişan, hanım desen gün yüzü görmedi garibim… Ne işe yaradı bunca emeğim, sıcak bile tutamadım evimi, hanımın istediği o çamaşır makinesini... Ahh ellerim, ahhh ayaklarım, sizin bu perişan halinizden anlaşılmaz mı yıpranmışlığım. Ahhh üzerimde toz duman içinde kalmış yamalı giysim, ahhh aç karnım nasıl da haykırırsınız, adaletsiz paylaşımı, kör dağıtımı, aptal çelişkiyi.. Ben ki 16 saat çalışırım nerede benim hakkım? Siz söyleyin ömrümün geçtiği bu ev iskeletleri… Siz söyleyin yüzlercesini yapıp da oturamadığım apartman daireleri. Siz söyleyin haktan bahseden cami imamı, Allah’tan mı bu perişanlığım, yok mudur başka faili? Sen söyle eyy alın terim ile Karun olan patron Biriniz anlatın, ben okuyamadım, cahilim anlamam bu işleri, fakat aklım almıyor bu yaman gidişi, ne olur anlatın aklım almıyor... Sallandı iskele, uyandı daldığı hayallerden, koruyamadı dengesini Düştü ömrünün geçtiği iskelenin tepesinden El uzatmadı iskele çırpınan kirli ellerine Toprak yumuşatmadı karnını, düşüşün nihayete ermesini sabırsızlıkla bekledi. Emniyet kemeri tutmadı sırtından, çünkü hiç olmadı. Ucuzdu hayat, kemer ise pahalı! Çakıldı toprağa. Öldü, bitti sefil bir yaşam. Düşerken aklına geldi ev ahalisi, daha düşmeden yandı yüreği. Keşke yaşama hakkı verilseydi bize, deyip göçtü. Karısı dışında kimseye dert olmadı bu cinayet. Karısı, Allah’a sığındı; patronlar, düzene. Karısı kaybetti, düzen kazandı. Bir gün kaybederse düzen, insanlık o zaman kazanacak.
6 Mart 2018
link: Mersin Üniversitesi’nden bir öğrenci, Emeğin Bolluğu ve Olmayan Ekmek, 6 Mart 2018, https://marksist.net/node/6243
sonraki yazı ...
Paris Komünü ve Kadın Komünarlar
Paris Komünü ve Kadın Komünarlar