İşçi sendikalarının en büyük konfederasyonu olan Türk-İş’in 19. genel kurulu, 3-7 Aralık 2003 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirildi. Milli Eğitim Bakanlığının Şura Salonunda yapılan genel kurula 422 delegeden 397’si katıldı.
Tek Gıda İş Sendikası Genel Başkanı ve aynı zamanda Türk-İş Genel Sekreteri Hasan Hüseyin Karakoç’un yerine aynı sendikanın Genel Sekreteri Mustafa Türker listeye alınarak mevcut yönetim dört yıllığına yeniden seçildi. Genel Başkanlığa yeniden seçilen Salih Kılıç delegelerden 324 oy aldı. Genel Sekreterliğe Tes-İş Başkanı Mustafa Kumlu 294 oy, Genel Mali Sekreterliğe Demiryol-İş Başkanı Ergün Atalay 308 oy, Genel Teşkilatlanma Sekreterliğine Genel Maden-İş Başkanı Çetin Altun 322 oy, Genel Eğitim Sekreterliğine ise Tek Gıda İş Genel Sekreteri Mustafa Türker 276 oy alarak seçildiler. Genel Sekreterliğe bağımsız adaylığını koyan Sağlık-İş başkanı Mustafa Başoğlu 86 oy, Petrol-İş Mali Sekreteri Adnan Özcan ise 91 oy aldılar.
Türk-İş’in Aralık 1999’da yapılan 18. genel kurulu ile 19. genel kurul arasında sendikal hareket, çeşitli saldırılarla karşı karşıya kaldı. Başta sosyal güvenlik olmak üzere, mücadelelerle kazanılmış birçok hak bu dört yılık dilimde törpülendi. Sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, özelleştirme sonucu işten çıkarmalar yoğun olarak yaşandı. Sendikaların üye sayısı bu dört yılda ciddi anlamda dibe vurdu. Tüm bu saldırılara rağmen, Türk-İş bürokratları amaçlarının, işçi sınıfının haklarını savunmak değil, ideolojik ve siyasal anlamda burjuvaziye ve onun hükümetine teslim olarak koltuklarını korumak olduğunu bu genel kurulla bir kez daha kanıtladılar. Genel kurul sendikal hareketin dünü, bugünü ve yarınını tartışarak değil, burjuva iktidara yaranarak ayakta kalabilme uğruna yapılan konuşmalarla geçti.
Bu genel kurulda da tıpkı diğer genel kurullarda olduğu gibi, Türk-İş bürokrasisinin hayata geçirmek için kılını bile kıpırdatmayacağı çok sayıda karar alındı. Bu kararların başında İş Yasasının çalışanlar lehine yeniden düzenlenmesi, iş güvencesinin tüm çalışanları kapsaması, kıdem tazminatının korunması, taşeronlukla mücadele, özelleştirmelerin durdurulması, örgütlenmenin önündeki engellerin ortadan kaldırılması geliyordu. Ayrıca başta Kıbrıs olmak üzere iç ve dış politikaya ilişkin önemli konularda işçi sınıfının mücadeleci bakış açısını yansıtmayan kararlar alındı. 18. genel kurulda alınan karar sayısı 150 iken, 19. genel kurulda bu sayı 68 oldu. Ayrıca örgütlenme esnasında işten çıkarılan işçilere sahip çıkılması amacıyla örgütlenme fonu oluşturulmasına karar verildi. Bu fon, sendikaların Türk-iş’e ödedikleri aidatın bir kısmından oluşacak. Bu fonun nasıl kullanılacağı yönetmeliklerle belirlenecek.
İşçiler yine kararlarla aldatılacak!
Genel kurullar sendikaların en yetkili organlarıdır ve bir sonraki genel kurula kadar yürütülecek çalışmalara ilişkin kararlar buralarda alınır. Ama ne yazık ki sendikal harekette, şubesinden konfederasyonuna kadar, alındıktan sonra unutulacak ve uygulanması için mücadele edilmeyecek göstermelik kararlar alma eğilimi dolu dizgin devam ediyor. Türk-İş 18. genel kurulunda da, öncelikle müdahale edilmesi gereken, iş güvencesi, taşeronlukla mücadele, örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, özelleştirmelerin durdurulması gibi sorunlara ilişkin 7 karar alınmıştı. Ama ne yazık ki sendikal hareket tam da bu konularda son dönemin en ciddi saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Ve bu kararları alan bürokratlar, mücadele değil uzlaşma startı vererek en üst organ olan genel kurul kararlarını yok saydılar. İşçi sınıfına saldıranlarla kol kola girerek saldırıların kendi imzaları bulunan protokollerle gerçekleştirilmesini sağladılar. Sendikal hareketin tepesinde hakim olan burjuvaziyle işbirliği zihniyeti değişmediği sürece alınan kararlardan medet umulmamalıdır. Bu kararlar da tozlu raflarda kalacak, sendika ağaları yine bildiklerini okumaya devam edeceklerdir; ta ki işçi sınıfının dev gövdesi uyanıncaya kadar.
Türk-İş genel kuruluna Uluslararası Sendika ve Konfederasyonlardan temsilciler konuk olarak katıldılar. Genel kurula Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonundan (ETUC) temsilci katılmadı. Avrupa’dan birkaç ülke temsilcisi dışında katılımcıların büyük çoğunluğu Türki Cumhuriyetler ve Arap ülkelerinin işçi sendikaları konfederasyon temsilcileriydi. Filistin İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve Uluslararası Arap İşçileri Sendikaları Konfederasyonu temsilcilerinin konuşmalarının gündemini Ortadoğu’da yaşanan ve bölge halklarına yöneltilen savaş oluşturuyordu.
Genel kurula her zaman olduğu gibi burjuva siyasetçilerinin de büyük bir ilgisi vardı. Bundan önce de burjuva siyasetçiler sendika genel kurullarına katılır, oy kaygıları temelinde konuşmalar yaparlardı. Özellikle de hükümete muhalif olan siyasetçiler, çok daha ilgili olan grubu oluştururdu. Bu genel kurula damgasını vuran ise asıl olarak muhalefetin değil iktidar partisinin temsilcilerinin konuşmaları ve görüşleriydi. Bazı tartışmalar ve sataşmalar şeklinde basına yansıyan tablolar olsa da Türk-İş genel kuruluna hakim olan anlayış hükümete dayanarak sendikacılık yapma anlayışı idi. İlk gün konuşma yapan Başbakan Erdoğan’ın İş Yasasını öven, kamu çalışanlarının yatarak para kazandıklarını ima eden konuşmalarına bazı delegelerden tepki gelmesi, Başbakanın ise tepkilere “Türkiye’nin tamamı siz değilsiniz, sizin dışınızda 70 milyon var” diyerek rest çekmesi ve salonun sessizliğe bürünmesi bu duruma en güzel örneği oluşturuyor. Burjuva siyasetçilerin genel kurul ziyaretlerinin şova dönüştürülmesi, sendika başkanlarının konuşmalarının kesilerek siyasetçilerin gelişlerinin “Genel kurulumuza hoş geldiniz, şeref verdiniz” açıklamalarıyla Türk-İş marşı eşliğinde verilmesi gibi örnekler, genel kurulun nasıl bir ortamda gerçekleştirildiğini biraz olsun yansıtabilir belki de.
Genel kurulun ikinci ve üçüncü gününde 35 sendika başkanı konuştu. Konuşmacıların her biri ilk olarak İstanbul’da yapılan “terör saldırılarını” kınadı. Sendika başkanlarının konuşmalarında genel kurul salonunda yaşanan gerginliğin nedenlerinden biri de, “terör saldırılarının” “İslami terör” olup olmadığı temelinde başbakanın yaklaşımının eleştirisi yönünde yapılan konuşmalardı. Genel kuruldan basına yansıyan ateşli tartışmalar, sendikal hareketin gidişatı değil “terörizmin tanımlanması” temelinde yaşandı.
Devlet, Türk-İş’ine sahip çıktı!
Meclis Başkanı Bülent Arınç, Türk-İş’in ülke bütünlüğüne, millete, bayrağa sahip çıkan, hiçbir zaman devlete karşı ideolojik savaşa girmeyen, saygın bir kurum olduğunu söyleyerek takdirlerini iletti. Öncelikle ülke çıkarlarına sahip çıkmak, işçilerin hak ve menfaatlerini bu temelde savunmak! Türk-İş yöneticilerinin sınıf uzlaşmacı, devletçi sendikacılık anlayışını en iyi şekilde devlet adamları dile getirdiler.
İşçi sınıfı vurgusu yapan, uzlaşmacı değil mücadeleci bir Türk-İş istediklerini ifade eden sendika başkanlarının konuşmaları ise genel kurul salonuna balyoz gibi inse de, şu sözün doğruluğunu bir kez daha kanıtladı: “İşçi sınıfı ya örgütlüdür ve her şeydir, ya da örgütsüzdür ve hiçbir şeydir!”
Her sendika başkanı konuşmasında sendikal hareketin içinde bulunduğu sorunları dile getirdi. Bazı sendikacılar özel olarak sektörlerinde, işyerlerinde yaşadıkları sorunları da dile getirdiler. Kimileri çözüm için Türk-İş yönetiminin değişmesi gerektiğini söyledi, kimileri hükümeti, kimileri bizzat sendikaları eleştirdi. Kimileri kendileri bir sorumluluk almayarak yeni seçilecek yönetime önerilerini ilettiler. Kimileri de Türk-İş yönetimine, hükümete saygılar sunan konuşmalarıyla, yönetim kuruluna talip olabileceklerinin sinyallerini verdiler. Sendika başkanlarının konuşmalarının bir yanını sermayenin uluslararası saldırılarının “tespiti”, diğer yanını ise bu saldırıları göğüsleyebilmek için güçlü, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, vatanın bölünmez bütünlüğü, Kıbrıs’ta Denktaş’ın sahiplenilmesi türünden fikirler oluşturuyordu. Filistin İşçi Sendikaları Konfederasyonunun konuşması, işçi sınıfının dayanışması temelinde değil İslami dayanışma temelinde şova dönüştürüldü. Tüm konuşmaların bir kez daha açığa çıkardığı gerçek ise, sendikaların bürokratlar tarafından, işçi sınıfının ekonomik mücadele örgütleri değil, kapitalist devletin yan örgütleri, işçi sınıfına yönelik saldırılarda sınıfın gazını alan, her konuda sınıfsal değil devletçi tutumlar takınarak sınıfın örgütlü kesiminin ideolojik olarak zehirlenmesini sağlayan örgütler haline getirildiğidir.
Sendika içi demokrasinin olmayışı, Türk-İş’in geleceğine birkaç büyük sendikanın karar verdiği gerçeği, bazı konuşmalarda çok açıkça dile getirildi. Aslında herkesin farkında olduğu bu gerçeğe sessiz kalışın en önemli nedeni büyük sendikaların varolan yönetimle birlikte hareket etmesiydi. Sendika başkanlarından her biri konuşmalarında mutlaka sendikal hareketin gidişini iyi görmediklerini ve gelecek yıllarda daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınacağını dile getirdiler. Fakat konuşmalar sadece “kutsal” görevi yerine getirmek için iyi hazırlanmış metinler ötesinde bir anlam ifade etmiyordu.
Sendika bürokratları da işçilerden değil devletten medet umuyor!
Türk-İş genel kurulu işçi hareketinin dibe vurduğu bir süreçte yaşandı kuşkusuz. Türk-İş yönetiminin koltuklarını koruyabilmek kaygısıyla uzlaşmacı sendikacılığa sarılışı ve genel kurulda bunu pervasızca ifade edişinin nedeni, bunca saldırıya rağmen işçi sınıfının hâlâ tepkisiz ve örgütsüz oluşudur. Kamu sektörlerine sırtını dayayarak sendikacılık yapan Türk-İş yöneticileri, birçok işkolunda ülke barajı olan %10’u aşamadıklarını biliyorlar. Genel kurulda devlet yetkilileri tarafından Türk-İş’in üye sayısı 600 bin olarak açıklandı. Çalışma Bakanlığının verilerine göre ise Temmuz 2003 tarihli istatistik verilerinde sendikalı sayısı 2.751.670 olarak görülüyor. Türk-İş’in en büyük konfederasyon olduğu dikkate alındığında, gerek sendikalı işçi sayısının gerekse Türk-İş’in Bakanlık kâğıtları üzerindeki üye sayısının şişirme olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Devlet yıllardır başta Türk-İş olmak üzere işçi sendikalarının pek çoğunun barajı geçemediklerini bildiği halde, sendikaları karşısına almak yerine bunu onlara karşı bir koz olarak kullanmayı seçti. Yeri geldiğinde ise rahatlıkla kullandı. Hatırlayacak olursak 1999 yılında Emeklilik Yasasına karşı Ankara’da yapılan büyük mitingin hemen arkasından Türk-İş’e bağlı 10 sendikanın barajı aşamayacağı açıklanmıştı. Sendikalar eylemlere son verdiler, hükümet baraj sorununu gündeme getirmekten vazgeçti!
Hazırlıksız savaşa tutuşanlar, yenilmeye mahkûmdur!
Sınıf hareketinin dibe vurmuşluğu, ideolojik ve örgütsel dağınıklığı, genel kurulda Türk-İş muhalefetinin tutumunda yansımasını buldu. Türk-İş muhalefeti bundan önceki genel kurulda ehven-i şer kaygusuyla Bayram Meral’i desteklemişti. Bu genel kurulda ise muhalefetleri tam bir fiyaskoydu. 1999 yılından bu yana, en azından 2003 yılında, Türk-İş genel kuruluna ilişkin hiçbir çalışma gerçekleştirilmedi. Muhalif sendika başkanlarının genel kurul konuşmalarında ifade edilen ve Türk-İş yönetimine yönelttikleri başta “sınıf uzlaşmacı sendikacılık, dayatmacılık, işçi sınıfına ihanet” olmak üzere genelde ve özelde getirilen tüm eleştiriler tamamıyla doğrudur. Doğru fikirleri yılmadan cesaretle savunmak önemli olsa da, sınıf mücadelesi çok daha ciddi, çok daha örgütlü ve hazırlıklı olmayı zorunlu kılmaktadır. Aslında sendikal hareketin geldiği nokta Türk-İş tabanında rahatsızlık uyandırmış olsa da, örgütsel ve ideolojik dağınıklığın had safhada oluşu, genel kuruldaki adaylık tartışmalarında kendisini çok iyi gösterdi. Öncesinde mücadeleci bir Türk-İş nasıl yaratılabilir, bu temelde genel kurulda nasıl bir tutum almak gereklidir temelinde çalışmalar yapılmadı. Genel kurul öncesi hiçbir ciddi çalışma yapılmadan, muhalif liste çıkarılacağı basına yansıtıldı. Mücadeleci bir Türk-İş için gerekli olan mücadele ilkelerinin, mücadele anlayışının vb. ne olması gerektiğine dair hiçbir tartışma, bırakalım işyerlerini, bu mücadelede başı çeken sendika ve şubeler arasında dahi gerçekleştirilmedi. İstanbul şube ve sendikalarının genel kuruldan bir gün önce mücadeleci bir Türk-İş isteklerini belirten yazılı açıklamaları, sendikal hareketin basın açıklaması hastalığından ve günü kurtarma operasyonundan başka hiçbir şey ifade etmemektedir. Muhaliflerin “genel kurulun bayramdan sonraya sıkıştırılmış olması” eleştirilerinin kendisi bile bu durumu oldukça açık ifade etmektedir. Genel kurul hazırlıkları, liste hazırlıkları, dört yıllık bir süreçte son haftaya sıkıştırılacak hazırlıklar olamaz.
Türkiye’nin en büyük konfederasyonu olan Türk-İş’in genel kurulunun yapılacağından, bıraktık işçileri ve işyerlerini, sendika şube yöneticilerinin çoğunun dahi haberi bulunmuyordu. Genel kurullar, mücadele kararları alınan, değerlendirmeler yapılan, eksikliklerin tespit edildiği, bu temelde sendikaları ve sınıf hareketini ileriye taşıyacak yönetimlerin seçildiği organlar değil de, koltukların sahiplerinin yeniden belirlendiği organlar olarak kaldıkları sürece durum değişmeyecektir.
Sendikal mücadelede kazanım elde edebilmek, işçi sınıfının çıkarlarını bayrak edinen mücadeleci sendikalar yaratmak, burjuvazinin ve devletin kök saldığı sendikalarda daha ciddi çalışmaları zorunlu kılmaktadır. Mücadeleci şube ve sendika merkez yöneticileri bu genel kurul sürecinden ciddi dersler çıkarmadıkça, yeni bir sendikal hareketin yaratılması mümkün değildir.
Sendikal hareket dipten gelen dalgayla sarsılmadığı sürece mücadeleci sendikacılık yaratılamaz!
Son bir haftada sadece Türk-İş genel kurulunda değil, Hak-İş genel kurulunda ve DİSK’in en önemli sendikalarından Tekstil genel kurulunda yaşananlar, sendikal harekette örgütsüzlüğün, güçsüzlüğün ve yozlaşmanın boyutunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Uluslararası sermayenin pervasız saldırıları karşısında, sendikalar aciz örgütlülükler konumuna, sendika bürokratlarıysa kendi koltuklarını koruma kaygısına düşmüştür. Oysa yapılması gereken sermayenin bu sınır tanımaz saldırılarına karşı, işçi sınıfının sınır tanımaz mücadelesini örgütlemek ve uluslararası mücadelesini yükseltmek olmalıdır.
Sendikal hareketin gittikçe gerilere savrulmasında elbette ki işçi sınıfının siyasal mücadelesinin içinde bulunduğu ideolojik ve örgütsel dağınıklığın payı çok büyüktür. İşçi sınıfının sosyalizm mücadelesi güç kazandıkça onun ekonomik mücadelesi de güç kazanacaktır. Fakat bu güç beklenilerek elde edilemez. Sendikaları yeniden mücadele örgütleri haline getirecek olanlar, sendikaların gerçek sahipleri olan işçilerdir! İşçi sınıfının sınıfsal çıkarlarını başa alacak, taban örgütlülüklerini temel alan örgütlenmelerle haklarını militanca savunacak sendikalar yaratmak mümkündür. Sendika, şube ve işyerlerindeki öncü işçiler, işçi sınıfının sınıf mücadelesini yükseltmek, bilinçlenmek ve örgütlenmek için daha fazla çaba sarf etmelidirler.
Kapitalist sisteme karşı verilecek olan ideolojik mücadele birinci görev olmalıdır. Bunu başarabilmek için işyerlerinde ve sendika şubelerinde, işçi sınıfının mücadele tarihini, deneyimlerini, başarılarını öğrenmek ve bilince çıkarmak üzere eğitimler düzenlenmesi zorunludur. Sendikal hareketin içinde bulunduğu kriz, yozlaşma ve yöneticilerin teslimiyetçi tutumlarının nedenleri ve ne yapılması gerektiği bilinçlere kazınmalıdır.
Sendikalar ve şubeler arası temsilcilik toplantıları düzenlenerek taban örgütlülükleri yaratılmalıdır. Sınıf uzlaşmacı sendikal anlayış karşısına, militan sınıf sendikacılığı bayrağını yükseltmek ve bunu bizzat örgütlemek gereklidir. Tarih boşluk tanımamakta ve işçi sınıfının olmadığı yerde bürokratlar cirit atmaktadır. Ama hâlâ sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleridir. Sendika bürokrasisine karşı verilecek olan mücadele ise uzun erimli, sabırlı bir mücadele olmak zorundadır.
Son süreçte yaşanılan tüm genel kurullar bu mücadele yöntemlerinin yakıcılıkla sahiplenilmesi gerektiğinin somut kanıtları olmuşlardır. İşyerlerinden başlayarak şube ve genel merkezlerdeki sendikal zihniyet değiştirilemediği sürece, konfederasyonlar düzeyinde bir dönüşüm beklenemez.
Tarihte sınıf mücadelesi böylesi zor dönemlerle hep karşılaşmıştır. İşçi sınıfı bu zor dönemleri, planlı, sabırlı, kararlı ve örgütlü mücadelelerle atlatabilmiş ve başarılar elde etmiştir. Dünyada yaşanan gelişmeler işçi hareketinin geleceği açısından umut verici ışıklara sahiptir. Türkiye’de yaşanan bu geri durum yanıltıcı olmamalıdır. Fakat başarının altın anahtarının bilinçli ve örgütlü mücadelede gizli olduğu da asla unutulmamalıdır.
Sendikal bürokrasi savaşırsak defolur!
İşçi demokrasisi savaşırsak kurulur!
Yaşasın işçilerin enternasyonalist mücadelesi!
link: Aslı Ceren, Türk-İş Genel Kurulu: Sendikal Harekette Teslimiyetin Sembolü, 15 Aralık 2003, https://marksist.net/node/830
2. Bölüm
YÖK Tasarısı ve Kayıkçı Dövüşü