Yanınızdaki birinin düşüp elini ya da ayağını incittiğini gördüğünüzde sizin de benzer bir acıyı hissettiğiniz hiç oldu mu? Ya da herkesin güldüğü bir ortamda konuyu bilmeseniz bile istemsizce gülümsediğiniz illâki olmuştur. Daha bilindik bir şey ise etrafınızdaki birisi esnediği zaman siz de esneme ihtiyacı hissedersiniz. İyi ama beynimizde neler oluyor da farklı bedenlerde olsak bile birbirimizin acısını, sevincini ya da başka duygularını sanki kendi duygularımızmış gibi hissedebiliyoruz? Yapılan araştırmalara göre adeta görünmez ağlarla bizleri birbirimize bağlayan beynimizdeki bu yapıya ayna nöronlar ismi veriliyor. Ayna nöronlar sayesinde başkasının yaşadığı deneyimleri tıpkı kendimiz yaşamışız gibi hissedebiliyoruz. 1990’lı yıllardan bu yana yapılan çalışmalar, beynimizin farklı bölgelerinde bulunan ayna nöronların empati becerimizin gelişmesinde ve sosyal ilişkilerimiz üzerinde de derin bir etkisi olduğunu gösteriyor.
Barış içinde yaşamamızı sağlayabilecek adeta hediye gibi bu özellik insanın başkalarının mutluluğuna ya da acılarına kayıtsız kalamayacağını gösteriyor. Ancak bir taraftan fizyolojik ve biyolojik olarak gerçekliğimiz böyleyken, aramızda bu kadar güçlü bağlar varken, diğer taraftan insanların birbirini sömürdüğü, savaşlarda masum insanların öldüğü ya da bencil ve bireyci duyguların kışkırtılmaya çalışıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Kuşkusuz bu çelişki bize çok şey anlatıyor.
Günümüzde sınıflı toplumların sonuncusu olan kapitalizmin ideolojisi, örgütsüz toplumların bilincini sömürü düzeninin bekası doğrultusunda yeniden ve yeniden şekillendiriyor. Elinde tuttuğu kitle iletişim araçlarının da etkisiyle işçi ve emekçileri sorgulamayan, düşünmeyen, duyarsız insanlar haline dönüştürmek için burjuvazi gece gündüz çalışıyor. İlerici potansiyellerini tüketen ve gericileşen kapitalizm, örgütsüz toplumları da yozlaştırıp, çürütüyor. Herhangi bir canlının çektiği acıyı görünce bile içi acıyan bir insan, tepeden körüklenen milliyetçilik ve kutuplaştırıcı politikalar nedeniyle sınıf kardeşlerine düşmanlaştırılabiliyor.
On binlerce yıllık insanlık tarihinde ufacık bir bölümü kaplayan sömürü düzeni ebedi ve yıkılmaz bir güçmüş gibi gösteriliyor. İnsanlığın taşıdığı potansiyelleri körelten, milyarlarca insanı açlığa ve yoksulluğa iten düzenlerini korumak için böyle gelmiş böyle gider diye düşünmemizi istiyorlar. Ancak biliyor ve inanıyoruz ki muazzam bir potansiyele sahip büyük insanlığın geleceği bu sömürü düzeni olamaz.
İnsanlık olarak bir zamanlar doğayla çetin mücadeleler veren, dünyayı arşınlayan avcı-toplayıcı topluluklardan oluşuyorduk. O zamanlardan bugüne gezegenler arası seyahat edebilen, yıldızlara uzanabilen bir aşamaya geldik. Avcı-toplayıcı topluluklardan yıldızlara uzanan bu serüven içerisinde büyük insanlık, olmaz denileni oldurtarak, büyük zorlukları aşarak varlığını sürdürmüş, bugünlere ulaşmıştır. Tarihin bir aşamasında doğan sınıflı toplum düzeni de tarihin göreve çağırdığı işçi sınıfı tarafından elbet bir gün yıkılacak, özgür insanlığın dünyasına ulaşılacaktır!
Ne mutlu bu yolda dövüşenlere!
Ne mutlu sınıfsız, sınırsız bir dünyanın yolunu döşeyenlere!
link: Gebze’den genç bir işçi, Bilincimizdeki Ayna Nöronlar ve Görünmez Zincirlerimiz, 24 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8291
Hapishaneler İktidarın Aynasıdır
“The Old Oak”: Düşmanı Görmek İçin Tepedekilere Bak