Dünyayı saran ekonomik kriz derinleştikçe, burjuvazinin saldırıları artarak devam ediyor. Hegemonya krizini aşmaya çalışan egemenler, sonuçları işçi ve emekçi sınıflar için büyük yıkımlar ve acılar olan emperyalist savaşı harlıyorlar. Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesi o veya bu düzeyde emperyalist savaşın bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Yüksek yıkıcı gücü olan silahlarla, kentler içindeki canlılarla birlikte yok ediliyor. Hayatlarını kurtarmak için başka ülkelere göç etmek isteyen milyonlarca göçmeni ya denizde ölümler ya da insanlık dışı koşullarda yaşamak bekliyor. Yıllardır demokrasinin beşiği olarak anlatılan, savaştan, kaostan uzak, refahın, huzurun ve mutluluğun merkezi olduğu söylenen Batı ülkelerinde de ardı sıra bombalar patlıyor veya kitle ölümlerinin yaşandığı farklı eylemler gerçekleştiriliyor. Nasıl oluyor da milyonlarca işçi ve emekçinin canını alan bu haksız paylaşım savaşı, işçi sınıfının büyük bir tepkisiyle karşılaşmıyor?
Çünkü işçi sınıfının örgütsüzlüğü koşullarında burjuvazinin yaptığı propaganda etkili oluyor. “Dün dündür, bugün bugündür” diyen burjuvazi, değişen çıkarlarına göre dün kara dediğine bugün ak, dün yalan dediğine bugün doğru diyor. Egemenler, işçi-emekçi kitleler gözlerinin önünde yaşanan bu gerçekleri görmesin diye eğitimden medyaya ellerindeki her türlü aracı kullanıyorlar. Bu açıdan medya, egemenlerin toplumu kendi çıkarlarına adapte edebilmek için kullandığı en güçlü silahtır. Bugün yaşadığımız her şey; savaşlar, işsizlik, yoksulluk, yozlaşma, çürüme ve sayamadığımız bir sürü gerçeklik burjuva medyanın sihirli prizmasından geçerek işçi ve emekçi kitlelere ulaşıyor. Egemenlerin kendi sınıf çıkarları temelinde büyük bir ideolojik aygıt olarak kullandıkları medya, yaşanan tüm olayları birbiriyle bağlantısız ve karmaşık bir şekilde topluma yansıtıyor. İşte egemenler ellerindeki bu silahlar sayesinde işçi ve emekçileri ikna edebiliyor, kolayca kandırabiliyorlar.
Bunun bir örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı. ABD’nin kendi emperyalist çıkarları temelinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması bütün dünyada yankı uyandırdı. Başta İslam ülkelerinin temsilcileri olmak üzere bu karara tepkiler dile getirildi. Yıllardır İsrail’in işgali altında olan Filistin halkının yaşadığı acılar sanki yeni başlamış gibi üst perdeden hamasi nutuklar atmaya başladılar. Bugün bu nutukları atanlar yıllardır İsrail’le iş tutmaktan geri durmuyorlar. Bu burjuvalar, Filistin sorununu kendi çıkarlarına paravan yapıyorlar. Erdoğan da böyle yaptı: “Kudüs kırmızıçizgimizdir” dedi, “Filistin halkını ezdirmeyiz” dedi, “Gerekirse bütün diplomatik ilişkimizi keseriz” dedi! Burjuva medya da döndüre döndüre bu konuşmaları yayınladı.
Şimdi geçmişi bir hatırlayalım. 2010 yılında Gazze’ye “yardım” malzemesi götüren Türk bandıralı Mavi Marmara gemisine İsrail devletinin saldırması sonucu 10 kişi hayatını kaybetti. O dönemde de bugünkü gibi esip gürleyen hükümet, söylediğini yapmadı. İsrail’le ne askeri, ne ekonomik ilişkisini kesti. Yetmedi, 2016’da İsrail’le bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Mavi Marmara saldırısında hayatını kaybedenler için İsrail’e açılan davalar geri çekildi, İsrail ise bunun karşılığında 20 milyon dolar para verdi. Üstelik AKP hükümeti bu 20 milyon doları hayatını kaybedenlerin yakınlarına vermemek için de sonuna kadar direndi. Buradan da görüldüğü üzere AKP hükümetinin Filistin sorununda ezilen halkın yanında yer almak gibi bir derdi yok. İsrail ve Türkiyeli egemenler arasında yapılan “20 milyonluk” anlaşma yine burjuva medya aracılığıyla “ZAFER” diye sunulmuştu.
Burjuva medya bugün bu olaylar hiç yaşanmamış, bu anlaşmalar hiç yapılmamış gibi haberler yapıyor. İşçi ve emekçi kitleler örgütsüz olduğu için bu puzzle parçalarını kafalarında birleştiremiyor, büyük resmi göremiyorlar. Gerçekler ortadadır ama örgütlü olmadan bu gerçekleri görmek mümkün değildir. Bu büyük oyunu bozmak için örgütlenmek ve mücadele etmek gerekir.
link: Sefaköy’den bir işçi, Gerçekler ve Burjuva Medyanın Gerçekleri, 14 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6110
Geçmişi Sorgulamaktan Kaçınmak
Hegemonya Krizinin Kucağında Otoriterleşen Polonya