Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olayları katlanarak artmaya devam ediyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 66 kadın cinayeti yaşanmışken, 2016 yılında 328 kadın katledildi. 2010-2015 yılları arasında 1134 kadın cinayeti yaşandı. Sadece 2002-2008 yılları arasında 62 bin kadına tecavüz edildiği kayıtlara geçti. Ve bu rakamlar sadece kayıtlara geçenler. AKP iktidarı boyunca kadına yönelik şiddet ve tacizin sürekli artmasının nedeni hükümetin kadına olan bakışından bağımsız değildir. İyi hal ve haksız tahrik indirimi ile saldırganlar cezalandırılmak yerine devlet eliyle işlediği suç sonucu mükâfatlandırılmaktadır. Bu nedenle cinayet ve taciz olaylarında hükümet suçu ve suçluyu caydırıcı değil teşvik edici bir rol üstlenmektedir. AKP hükümetinin Kasım 2016’da Meclise sunduğu cinsel istismar önergesi toplumda büyük bir tepkiye neden olmuştu. Hükümet tecavüzcünün mağdurla evlenmesi durumunda ceza almamasını sağlayacak bir önerge ile tecavüz suçlularını ödüllendirmek niyetinde idi. Evlilik ile sonuçlanan tecavüz toplum nezdinde meşrulaştırılmak isteniyordu. Mağdur olan kadın bir kez de devlet tarafından mağdur edilmek isteniyordu. İşte AKP hükümetinin kadının mağduriyetini giderme anlayışı!
Türkiye’de AKP iktidarı ile katlanarak artan kadın cinayetleri, taciz, tecavüz ve kadına şiddeti ülkenin içine girdiği siyasi süreçten bağımsız düşünemeyiz. Burjuva siyasetin olağan işleyiş sürecinden olağan dışı totaliter bir rejime evirilmesi ile birlikte toplumun her alanında baskı, şiddet, gericilik ve çürüme had safhada yaşanmaya başlar. Faşist rejimlerde tüm toplum ezilip sindirilerek itaatkâr bir toplum yaratılmak istenir. Faşizm erkek egemenliğinin ve kadına yönelik saldırıların, gericiliğin had safhada yaşanması demektir. Sınıflı toplumlara geçiş ile birlikte ezilen, ikinci plana itilen kadın, totaliter yönetim biçimleri ile durduğu noktadan çok daha geriye itilmektedir. Rejimin bekası için kadın özellikle eve hapsedilip itaatkâr nesiller yetiştirmesi hedeflenir. Türkiye’de de yaşanan totaliterleşme ile birlikte kadına yönelik baskılar katlanarak artmaktadır. Kadının yerinin evi olduğu ve kutsal görevinin annelik olduğu geçmiş faşizm örneklerinde de, bugün ülkemizde de aynı şekilde dillendirilmektedir. İtalya’da ve Almanya’da faşizmin iktidara gelişi işçi-emekçi kadınlar açısından tarihin en karanlık dönemi olmuştur. Nazi Almanya’sında ekonomik kriz nedeni ile işsizlik rakamlarını düşürmek için kadınlar işten çıkarılarak eve hapsedildi. Kadının kutsal görevinin iyi bir anne ve eş olmak olduğu söyleniyordu. Kadın doğası gereği erkek tarafından korunup kollanmaya muhtaçtı. Faşizmde kadının dünyası kocası, çocukları ve eviydi. Türkiye’de de yaşanan faşizmle birlikte kadına yönelik baskılar artarak kadının yerinin evi ve kocasının yanı olduğu, anneliğin ise kutsal görevi olduğu hükümet tarafından her fırsatta dillendiriliyor. Çocuk doğurmayan ve baskıcı rejime itaat etmeyen kadın aşağılanarak “eksik ve yarım kadın” olarak gösteriliyor. Sokağa çıkan hakkını arayan kadın hükümet diliyle en iğrenç şekilde karalanarak, hakarete maruz kalıyor. Faşizm kadının siyaset ile uğraşmasına, hakkını aramasına kesinlikle tahammül edemiyor. Bu nedenle itaat etmeyen kadına en ağır şekilde saldırıyor.
Totaliter rejim kadının giyimine, akşam sokağa çıkmasına, oturup kalkmasına, sigara içmesine kadar her şeyine müdahale ediyor. Akşam yolda taciz edilen kadın “o saatte sokakta ne işi var” denilerek suçlanıyor. Kadınların şort giymesi, elbise giymesi gibi bahanelerle minibüste, otobüste şiddete, tacize uğraması ve şikâyetçi olmaları sonucunda tacizciler hiçbir ceza almadan elini kolunu sallaya sallaya emniyetten çıkıyorlar. Hükümet bilinçli olarak toplumda yaşanan bu gibi olaylarda mağdurdan yana değil de failden yana tavır alıyor. Çünkü amaç suçlunun cezalandırılması ve suçun önlenmesi değil. Amaç bu gibi saldırıların önünün açılarak kadının tüm toplum tarafından baskı altına alınması ve kadının erkeğinin, ailesinin dizinin dibinden ayrılmamasıdır. Yaşanan taciz olaylarında kadının ne giydiği, saat kaçta olduğu, neden tek başına dışarıda olduğu gerek hükümet gerekse de medyada bilinçli olarak öne çıkarılarak bir algı yaratılmak isteniyor. Toplumda yaratılmak istenen algı ile bu gibi olayların önüne geçilmesi ve hükümetin yerine getirmek zorunda olduğu görevleri değil de kadının hatalı olduğu fikri alttan alta, bazen de alenen işleniyor. İzmir Ege Üniversitesinde Gazetecilik okuyan Gamze A. kendisini taciz eden adama karşı sessiz kalmadı. Tacizcinin kendisini taciz edip kaçması sonucu genç kız peşinden koşup çevredekilerin yardımıyla tacizciyi yakalattı ve polisin gelmesini bekleyerek polise teslim etti. Yine bunun gibi birçok olayda kadınlar benzer tepkiler göstermeye başlamışlardır.
Kadınların yaşanan bu olaylar karşısında sessiz kalmayıp tepki göstermesi son derece önemlidir. Susmak ve korkuya kapılıp sinmek, egemenlerin kadına yazdığı kadere razı gelmek, teslim olmak en kötüsüdür. Ancak gösterilen tepkilerin bireysel düzeyde kalması ve sorun yaşandıkça açığa çıkması yeterli değildir. Kadın sorununun çözümü için atılacak en kararlı adım kadının örgütlü mücadeleye katılmasıdır. Kadının gerçek anlamıyla özgürleşip ikinci cins olmaktan çıkmasının ve bu düzenin neden olduğu pisliklerden kurtuluşunun tek ve nihai çözümü, örgütlenip bu düzeni yıkmak için mücadele etmesinden geçmektedir.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Kadınların Gerçek Kurtuluş Yolu, 14 Ağustos 2017, https://marksist.net/node/5799
Emek Örgütleri: Nuriye ve Semih Acilen Tahliye Edilmeliler!
Aram Acının Resmini Çiziyor