15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP hükümeti darbecilere ve muhaliflere karşı saldırıya geçti. Darbe girişimini kendileri için bir nimet olarak değerlendiren Erdoğan ve AKP hükümeti, 15 Temmuzdan sonra kamuda ve özel sektörde tüm muhalifleri temizlemeye başladı. On binlerce kamu çalışanının işine FETÖ ile ilişkide oldukları ve darbeci oldukları gerekçesiyle son verildi. Darbe girişimini fırsata çeviren hükümet faşizmi adım adım hayata geçirirken, bu faşist tırmanışa karşı olan kişi ve çevreleri FETÖ’cü olarak yaftalıyor, baskı ve tutuklamalarla, işten çıkarmalarla muhalif sesleri kısmaya çalışıyor. Faşist tırmanışa karşı muhalefet eden medyanın da kapatmalar ve tutuklamalarla sesi kısıldı. Faşist tırmanışa, KHK’lere, anti demokratik baskı ve sindirme politikalarına karşı sesini çıkaran sosyalistler, ezilen Kürt halkının siyasetçileri ve tüm muhalifler baskılarla ve tutuklamalarla susturularak faşizme giden yoldaki tüm engeller kaldırılmak isteniyor.
On binlerce kamu çalışanının işine FETÖ’cü oldukları gerekçesi ile son verildi. Kamuda düne kadar önleri açılan Gülencilerin yanı sıra, Aleviler, Kürtler, sosyalistler, sendikalı işçiler ve muhalifler de fişlenerek işten çıkarılıyor ve tutuklanıyor. Birçok yerde birlikte işten çıkarılan evli kamu çalışanları, bir anda kendilerini çocuklarıyla birlikte hiçbir geliri olmadan ortada kalmış buldular. Bir tarafta insanlar ekmeğinden olurken, diğer tarafta herkesin gözü bir anda boşalan kadrolara çevrildi. Örgütsüz ve bilinçsiz olan işçiler yaşanan bu haksızlığa göz yumup sesini çıkarmadığı gibi, işten çıkarılan kamu işçilerinin yerine göz dikerek oralara yerleşebilmek için KPSS’ye akın ettiler.
Fabrikada uzun saatler boyunca çalışan, iş kazalarında yaşamını yitiren, meslek hastalıkları ile hayatı çekilmez kılınan işçilerin bir kısmı bugün kamuda oluşan bu açığı kendileri için bir kurtuluş olarak görüyorlar. İşçiler işsizliğe, çekilmez kılınan çalışma koşullarına karşı bir araya gelip mücadele ederek değiştirmektense, kurtuluşu devlete kapağı atmakta arıyorlar. Sırtlarını devlete dayayıp hayatlarını garantiye alarak tüm sorunlardan kurtulabileceklerini, eskisine göre daha iyi bir hayatlarının olacağını ve daha iyi koşullarda çalışabileceklerini düşünüyorlar. Fakat bu faşist gidişatın kendilerine ve çocuklarına nasıl bir geleceksizlik vaat ettiğinin, içine girdiğimiz savaşın ve krizin işçi sınıfına ne bedeller ödeteceğinin farkında değiller. Bugün devlet memurları için iş güvencesi anlamına gelen 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapılmak isteniyor. Hükümetin amacı bu kanunda değişiklik yaparak kamu çalışanlarının iş güvencesini ortadan kaldırmak, politikalarına muhalefet edenleri kolayca fişleyerek işten çıkarmak. Böylece kamu çalışanlarının hükümetin politikalarına karşı sesini çıkarmaması, itaat etmesi isteniyor. Kamu çalışanlarının örgütlülüğünün önüne geçirilerek muhalif kesimlerin sesi kısılmak isteniyor.
Kendi sınıf çıkarları gereği birlik olup haksızlığa uğrayandan yana tutum alması, hükümetin kamu işçilerine dönük bu saldırısına karşı sesini çıkarması gerekirken, işçi sınıfı kendi gücünün farkında olmadığı için bu haksızlıklara karşı sessiz kalıyor. Kendi kurtuluşunu kendi sınıf düşmanlarının kurtuluş olarak gösterdiği yerde arıyor, kamudaki haksız işten çıkarmalar karşısında kurtuluşu fırsatçılıkta buluyor. Ama KPSS peşinde koşturan işçiler garanti olarak gördükleri devlet kapılarının hiç de zannedildiği gibi garantili-güvenceli iş anlamına gelmediğinin ve bu alandaki saldırıların farkında değiller. Hükümet faşist gidişatı tırmandırdıkça kamu işçilerinin haklarına göz diktiği gibi, işçi sınıfının haklarına saldırmaktan da geri durmuyor. Patronlar sınıfı ve hükümet el ele verip işçi ve emekçiler üzerindeki saldırılarına her geçen gün bir yenisini ekliyorlar. İşçi sınıfı tüm bu gerçekleri görüp bir arada mücadele edemediği için ekonomik saldırıların yanı sıra birçok anti-demokratik saldırıya da maruz kalıyor. AKP’nin politikalarına karşı muhalefet edenler işyerinde, sokakta, otobüste yani her yerde fişlenerek sindirilmeye çalışılıyor. Bu faşist tırmanış sürecinde işçi ve emekçilere söyledikleri “sus ve itaat et, aksi takdirde bedelini ödersin” oluyor.
İşçi sınıfı tüm bu saldırılara, içine çekildiğimiz savaşa ve faşist tırmanışa karşı bir araya gelip mücadele etmedikçe faşistlerin elleri bir o kadar rahatlıyor. Erdoğan ve ekibi adım adım faşizmi örerken içerde işçi ve emekçileri birbirine karşı düşmanlaştırmak istiyor ve görünen o ki bunu şu ana kadar başardı da. İşçi sınıfı tüm bu saldırılara, baskılara, haksız uygulamalara karşı sustukça, örgütlü bir şekilde bu saldırıları geri püskürtmedikçe bizi hiç de iyi günler beklemiyor. Faşist tırmanışı durdurmanın yolu bir araya gelip örgütlü bir şekilde mücadele etmekten geçiyor. Aksi takdirde nerede olursak olalım; ister fabrikada, ister devlet dairesinde bizi bekleyen tek bir son var: Faşizm. Sınıf tarihimiz faşizmin ne demek olduğunu, işçi sınıfına nasıl bedeller ödettiğini gayet iyi anlatan örneklerle dolu. Ama burjuvazinin ve onun diktatörlerinin asla unutmaması gereken de yine sınıf tarihimizin faşistlerden işçi sınıfının nasıl hesap sorduğuna dair örneklerdir. Er ya da geç ülkemizde de yaşanan bunca haksızlık ve zulmün hesabını işçi sınıfı faşistlerden soracak.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Kendi Sınıf Penceremizden Görmek, 8 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5375
“Halkın İradesi Teslim Alınamaz, Teslim Olmayacağız”
Ekim Devrimi, Demokrasi, Diktatörlük