80’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de hakim olmaya başlayan neo-liberal politikalarla birlikte kapitalizmin eğitim sektörünü de o zamana kadar “piyasa”laştırmadığı yerlerde nasıl piyasaya açtığına şahit olduk. öğretmen arkadaşlarımın çoğunun hâlâ “kutsal” bir görev olduğuna inandığı eğitimin, diğer her şey gibi alınır satılır bir meta haline geldiğini gördük. Parasız eğitim hakkının, bundan zaten sınırlı yararlanabilen işçilerin ve çocuklarının elinden nasıl uçup gittiğini görmeye devam ediyoruz.
Eğitim “piyasa”sının en bilinen kurumları da dershaneler. Büyük dershane patronlarının örgütü öZDEBİR tarafından 2003 yılında açıklanan verilere göre dershanelere akan para yaklaşık 1 katrilyon 220 milyar lira. Ki bugün bu rakamların kurulan yeni dershanelerle, yükselen ücretlerle daha da arttığı açıktır. Dershane piyasasında yıllık fiyatlar 2 milyarla 10 milyar arasında değişiyor. Bugün öSS sınavına giren 1 milyon 750 bin öğrenciden yaklaşık 250 bini örgün bir yüksek öğretim kurumuna yerleştiriliyor. Her öğrencinin yerleştirilmek için yaklaşık %15 şansı var. öğrencilerin çoğunun Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerdeki önemli üniversitelere yerleşme isteğini düşündüğümüzde, bu ihtimalin %1’lerden daha az oranlara gerilediğini görüyoruz. Bu durumda, öğrenci de, veli de çaresizlik içinde umutlarını, başarıyı arttıracaklarına inandıkları dershanelere bağlıyorlar. Eğitim görmenin tek kurtuluş yolu olarak görüldüğü toplumumuzda işçi aileleri dahi kendi temel ihtiyaçlarından kısarak ya da yıllar boyunca kıt kanaat yaşayarak biriktirdikleri sınırlı tasarruflarını kullanarak çocuklarına bu imkânı yaratmaya çalışıyor. Kazanan öğrencilerin en az 4-5 yıl boyunca yaptıkları harcamaları da düşündüğünüzde, kimi işçi ailelerinin bu nafile eğitime ayırdığı paranın büyüklüğü ortada.
Ben de bu “piyasa”nın içinde uzun zamandır çalışan bir öğretmenim. Yıllardır tanık olduğum şey aynı: parası olan ders alır, iyi hazırlanır, üniversiteli olur! Hatta bunlar sınavda doğru düzgün bir puan almasa bile fark etmez. çünkü özel bir üniversitede eğitimini sürdürmek zenginler sınıfından olanların çocukları için sadece ek bir harcama kalemidir. Fakat bin bir zorlukla üniversite kapısına gelen işçi çocukları için engeller büyüdükçe büyür. Yıllarca boş hayallerle oyalandıkları taşra üniversiteleri dışında bir yerde okumak pek azına nasip olur.
Bunlar zaten pek çok kimsenin farkında olduğu şeyler. Peki, bu sektör sayesinde semiren patronlar milyarları cebe indirirken, buralarda hizmet veren eğitim işçileri, yani öğretmenler ne durumda?
Nasıl olacak, çoğunluğu diğer işçiler gibi! Okulu yeni bitirmiş Fen-Edebiyat veya Eğitim Fakülteleri mezunları, yaşamlarını sürdürecek bir iş umudu ile çalışmaya başladıkları dershanelerde, sabahın erken saatlerinden akşamın geç vakitlerine kadar çalıştırılırlar. Stajyerliğinin kaldırılması bahanesiyle, düşük ücretlerle ve çoğu zaman sigortasız çalışırlar. Sigortalı olanların ise primleri çoğu kez tam yatmaz, sözleşmesindeki saat üzerinden yatırılır. Ama öğretmenlerin çoğu bunu bilmez, fark etmez! Stajyerlerin dışındaki öğretmenlerin önemli bir kısmı da çok farklı koşullarda değildir. Yılda 10 ay üzerinden bir sözleşme yapılır. Sözleşme sadece patronda durduğu için, öğretmen sezon içerisinde başına ne gelirse daha baştan her şeyi kabullenmiştir. Genelde yıl içinde bir punduna getirilip girdiği ders saatleri çeşitli biçimlerde yükseltilir ama bu saatlerin ücreti ödenmez! Büyük dershane patronları kendi yayınlarını öğretmenlerine ücret ödemeden yazdırarak kurumlarında kullandıkları gibi, taşra dershanelerine de pazarlayarak büyük paralar kazanırlar. öğretmenler işlerini koruma düşüncesi ile böylesi çoğu angaryaya boyun eğmek zorunda kalırlar. Yoksa kapı gösterilir! çoğu bu yüzden işsiz kalma korkusu ile yaşar ve her denileni yapar. Sözleşmesiz öğretmenlerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Bunlar daha beter koşulları, zorlukları yaşar. Yasal öğretmen olarak çalışmadıklarından patron için sigortasız ve düşük ücretle çalışan daha makbul işçilerdir. Patronlar bazen bu düşük ücretleri bile onlara vermek istemezler. Uzun vadede keyiflerince taksitlere bölerek öderler.
Bütün bunlara rağmen sektörde çalışan öğretmenlerin önemli bir kısmı küçük-burjuva bir bilince sahiptir. Stajyerler bile iyi para kazanmak, ilerde bu işi layıkıyla yapan bir patron olmak hayaliyle günlerini geçirir. Bu hayallerinin peşinde sürüklenmekte ısrarcı olanlar bir araya gelerek küçük büro tipi dershaneler kurarlar. Diğer öğretmen arkadaşlarıyla birlikte mücadele edip haklarını aramak yerine bireysel “kurtuluşu” seçip, büyük dershane patronlarının karşısında daha az öğrenciye daha çok ilgi ve daha fazla ders sloganlarıyla küçük dershane patronları olarak yerlerini alırlar. Ve çoğu kurtlar sofrasında yem olmaktan kurtulamaz! Kapitalizmin genel kuralıdır; birileri batarken birileri savaştan daha güçlü çıkar. Her yeni eğitim-öğretim yılında yapılan tanıtım ve reklâmlarla, ücret politikalarıyla rekabet kızışır ve sonunda birileri güçlenir, birileri kaybeder! Bu hayalperest güruh yüzünden, rekabetin, Maliyenin, Sigortanın ve Milli Eğitim Bakanlığının küçük patronları ezen bütün basınçlarına rağmen dershane piyasasında bir gerileme olmaz! Aksine batan birilerinin yerini hemen yeni hayalperestler alır.
Bugün dershane sayısı 3 bini aşmıştır ve her geçen gün bu sayı giderek artmaktadır. Bu dershanelerde görev alan öğretmen sayısı yaklaşık 35-40 bin civarındadır. Peki çoğunluğu kötü koşullarda çalışan bu kadar öğretmen, böylesi zor çalışma koşullarına rağmen, haklarını savunmak için ne yapıyor? Ne yazık ki hiçbir şey! Kendisini işçi görmeyen, küçük-burjuva hayallerle iyi para kazanmak, yaşam standartlarını yükseltmek isteyen, sınıf bilincinden yoksun bu kocaman kitle, kendisine dayatılan her şeyi kabul ediyor. Bu sayının küçük bir kısmı hayallerine yaklaşıyor. Ya küçük bir dershanenin patronu oluyor ya da iyi paralara sözleşme imzalıyor. Diğer kısmı ortalamanın altında aldığı ücretlerle ağır çalışma koşullarına boğun eğiyor. Boyun eğmeyenlerin yaptıkları mücadeleler de bireysel mücadelelerden öteye gitmiyor. Tek tek yapılan mücadelelerin sesi duyulmuyor. Sesimizi ortak olarak yükselteceğimiz, bizleri sabah akşam çalıştıran, gerektiğinde sezon ortasında işsiz bırakan bu dershane patronlarına karşı bir çatı altında toplanacağımız bir sendikamız yok. şu an böyle bir hakka yasal olarak da sahip değiliz. Sendikaların biz işçilerin ekonomik mücadele örgütleri olduğunu düşünürsek, bugün önümüze koymamız gereken en acil görev, bu sektörde çalışan biz dershane işçilerinin, tüm dershane çalışanlarıyla birlikte sendikalaşarak örgütlü bir mücadele içinde olmasını, sınıf mücadelesi içinde kendi yerini almasını sağlamaktır.
Çünkü mücadelemizin sloganı hiçbir yerde değişmiyor: Örgütlüysek Her şeyiz, örgütsüzsek Hiçbir şey!
link: Ankara’dan MT okuru bir Dershane öğretmeni, Dershane öğretmenleri de küçük-burjuva hayallerinden kurtulup sınıf mücadelesindeki yerlerini almalıdırlar!, 10 Nisan 2005, https://marksist.net/node/393
Üniversitede Saldırı ve Bayrak Eylemleri
Sosyal Güvenlik Saldırısı ve SSK Sorunu