Olimpiyat oyunlarını düzenleme hakkını kazanmak için daha önce dört kere başvuruda bulunan ama kazanamayan Türkiye, büyük umutlarla gittiği Arjantin’den de eli boş döndü. AKP hükümeti, 2020 Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliğini yapacak şehrin seçileceği IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) toplantısına büyük bir çıkartma yaparak katıldı. Bakanlardan, bürokratlardan, vekillerden oluşan 600 kişilik kadronun içerisinde Başbakan Erdoğan da yer aldı. Hükümet İstanbul’un kazanacağına o kadar çok inanmıştı ki, kutlamalar için gerekli hazırlıkları bile yapmıştı. İstanbul’un çeşitli semtlerinde kutlama hazırlıkları yapılırken, Sultanahmet’te IOC toplantısı dev ekranda izlettirildi. Ancak Tokyo’nun kazanmasıyla birlikte hükümet tarafından oluşturulan büyük beklenti bir anda büyük bir hayal kırıklığına dönüştü.
Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği için finale üç kent kalmıştı: Tokyo, İstanbul ve Madrid. Japonya ve İspanya gerekli altyapıya daha hazır durumda bulundukları için yapacakları yatırım daha azdı. Türkiye ise 5. kez aday oluyor olmasına rağmen yeterli altyapıya sahip olmadığı için, 20 milyar dolara yaklaşan rekor denebilecek bir bütçeyle yarışa katıldı. 2012 olimpiyatlarına İngiltere’nin harcadığı tutarın 15 milyar dolar olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Türkiye’nin olimpiyat bütçesinin oldukça fazla olduğunu görürüz. Üstelik genelde yapılan harcamalar öngörülenin katbekat fazlası oluyor. Örneğin Londra ev sahipliği adaylığını 8 milyar dolarlık teklifle koymuştu. Oysaki gerçek harcama bunun iki katına çıktı. Hatta güvenlik gibi ek maliyetler de hesaba katıldığında Londra 2012 bütçesinin 39 milyar dolara ulaştığı söyleniyor kimi kaynaklara göre. Diğer olimpiyatlarda da benzer bir durum söz konusu. Örneğin Atina olimpiyatlarında da gerçek harcama tutarı öngörülenin iki katına çıkmıştı. Yani İstanbul olimpiyatları kazansaydı yapılacak harcama 20 milyar doları katlamalı olarak aşabilirdi.
Peki, bu parayı kim, nasıl ödeyecekti? Elbette olimpiyat harcamalarının yükü emekçilere bindirilecekti. Mevcut bütçe açığı zaten çıkartılan türlü türlü vergilerle kapatılmaya çalışılıyor. Yıllık ortalama 30 milyar lira olan bütçe açığı olimpiyatlar kazanılsaydı daha da artacaktı ve hükümet nur topu gibi olimpiyat vergileriyle bu açığı kapatmaya çalışacaktı.
Olimpiyat bahane, rant şahane
Türkiye, Olimpiyat Komitesine İstanbul’un dört ayrı bölgesinde 38 tesis yapacağını taahhüt etti. Sahil Bölgesi, Olimpik Şehir Bölgesi, Boğaziçi Bölgesi ve Orman Bölgesi olarak adlandırılan bu dört bölgede 21 yeni tesis yapılacaktı, diğer tesisler ise olimpiyatlar için yenilenecekti. Bunların arasında Haydarpaşa Limanı’nın olduğu bölgeye yapılacak olan stadyum, yeniden inşa edilen İnönü Stadyumu, tarihi yarımadada ve Olimpiyat Stadı çevresinde yapılacak yeni spor tesisleri yer alıyordu.
Diğer adaylardan farklı olarak İstanbul’un olimpiyat bütçesinin bu kadar fazla olmasının sebebi hazır halde yeterli sayıda spor tesisinin olmamasıydı. Madrid ve Tokyo birkaç yeni tesis ve bazılarının tadilatı ile olimpiyat oyunlarına hazır hale gelebilecek şehirler. Üstelik ulaşım ve konaklama gibi diğer altyapı ihtiyaçları bakımından da şartları karşılıyorlar. İstanbul’un ise bu bakımdan alması gereken çok yol var. İşte İstanbul’un bu ihtiyaçları özellikle inşaat sektöründe yer alan sermaye gruplarının iştahlarını kabartıyor. Tam da bu nedenle Tokyo’nun kazanmasına en çok üzülenler arasında bu kesimler yer aldı. Çünkü muazzam bir rant fırsatı kaçtı. Üstelik yapılacak inşaatlar sadece olimpiyat ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olmayacaktı. Olimpiyatlar adeta kentin talan edilmesine büyük bir fırsat sunacaktı. Malûm AKP “Kentsel Dönüşüm” adı altında İstanbul’u zaten şantiyeye çevirmiş durumda. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektöründeki burjuvalar, olimpiyatlarla birlikte “Kentsel Dönüşüm” projesini çok daha hızlı bir şekilde uygulayabilecek ve elde edecekleri rantın miktarını da arttıracaklardı. Spor tesislerinin yapılacağı yerler yıkılacak ve yeni inşaatlar yapılacaktı. Tesislerin civarındaki emekçi mahalleleri boşaltılacak ve yoksullar şehrin daha da dışına sürülecekti. Yapılan bir araştırmaya göre 1988-2008 arasında olimpiyat oyunları yüzünden dünyanın çeşitli kentlerinde 2 milyondan fazla insan yaşadıkları yerlerden zorla tahliye edilmiş durumda. İstanbul kazansaydı muhtemelen bu rakam daha da kabaracaktı.
Olimpiyat tesisleri inşasının diğer bir olumsuz sonucu ise çevreye vereceği zarardır. Son 10 yıl içerisinde 600 bin konut yapmakla övünen TOKİ’nin öncülüğünde Türkiye’nin yeşil alanları birer birer yok ediliyor. Rant uğruna her yere binalar dikiliyor; dereler kurutuluyor, ormanlar katlediliyor. Ne insanların hayatı ne de doğa sermayenin umurunda! Dere yataklarına inşa edilen konutları “ucuza” emekçilere satan TOKİ, Samsun’da 15 kişinin sel sonucunda ölmesine sebep olmuştu. TOKİ, Başbakanlıktan aldığı yetkiyle inşaat sektörünün karar mercii pozisyonunda. Kâr ve rant TOKİ üzerinden dağıtılıyor. Türkiye, Uluslararası Olimpiyat Komitesine de inşa edeceği tesisleri zamanında bitireceğinin garantisi olarak TOKİ’yi referans göstermişti. Şimdi TOKİ’ye olimpiyat bahanesiyle tahsis edilen ormanlık alanlar bir oldubittiyle yok edilecek. Şehir planlamacılarını, mimar ve mühendisleri dinlemeyen TOKİ bildiğini okumakta, hem doğayı hem de insanların hayatını tehlikeye atmaktadır.
Üçüncü köprü, “çılgın proje”, “üçüncü havaalanı” ile İstanbul’un ciğerleri pozisyonundaki ormanlar talan ediliyor. Olimpiyat projeleri buna tuz biber ekecekti. Olimpiyat tesislerinin bir kısmının ormanlık alan içerisinde yapılması planlanıyordu. Bu da binlerce ağacın kesilmesi, canlıların yaşam alanlarının tahribatı ve ekosistemin dengesinin bozulması anlamına geliyor. Örneğin, yapılan araştırmalara göre Marmara denizinde canlı çeşitliliği giderek azalmakta.
Ağzı sulanarak olimpiyat oyunlarının İstanbul’a verilmesini bekleyen sadece TOKİ değildi elbette. Koç, Sabancı, Doğuş, Ülker gibi en büyük sermaye grupları ve THY gibi şirketler olimpiyatların İstanbul’da yapılması için bir araya geldiler. Olimpiyatlar İstanbul’da yapılsaydı bu sermaye grupları pastadan en büyük payı alacaktı. Redhack’in yayınladığı belgeye göre THY, sadece Arjantin’e olimpiyat kafilesini götürmek için 915 bin lira almış. 2020 oyunları İstanbul’da olsaydı, olimpiyatlar için gelen yüz binlerce kişi THY’nin kasasına milyarlarca lira bırakacaktı. Mustafa Koç olimpiyatların gerçekleştirildikleri şehirlere büyük katkıları olduğunu söyledikten sonra şöyle diyor: “Ancak bunu sadece maddi kazanç olarak düşünmemek gerekli. Ülkemizin ve İstanbul’un tüm dünyadaki güçlü tanıtımı, spor turizminin gelişimi gibi kritik alanlarda da önemli katma değerler yaratacaktır. Bu noktada ise gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan olimpiyatların ülkemizi, ülkemizin de olimpiyatları besleyeceği görüşündeyiz.” Koç, eşyanın tabiatı gereği, bir burjuva olduğu için maddi kazanç odaklı düşünüyor aslında. O kadar ki sadece maddi kazancı düşünmediklerini ispatlamaya çalışırken bile “spor turizmi”, “tanıtım” ve “katma değer” gibi son tahlilde maddi kazanç sağlayacak ekonomik kavramları kullanıyor.
Aslında son yıllarda düzenlenen oyunlar gösteriyor ki, olimpiyat oyunlarının getirisi maliyetinin çok çok altında. Örneğin 1976 Montreal Olimpiyatları için yapılan harcamaların geri ödemesi tam 30 yıl sürmüş. 2000 Sydney Olimpiyatlarının ise Avustralya ekonomisine zararı 2 milyar dolar olmuş. 2004 Atina Olimpiyatları için harcanan 15 milyar doların Yunanistan ekonomisi üzerinde olumsuz etkisi olduğu söyleniyor. İnşa edilen tesislerin önemli bir kısmı, daha sonra ya hiç kullanılmıyor ya da çok sınırlı bir biçimde kullanılabiliyor. Suat Kılıç “Tesisler yapılırken hem bizim hem de Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin gözettiği bir kriter var. O da harcanılan her kuruşun, olimpiyatlar sonrasında yeniden milli ekonomiye bir değer olarak kazandırılmasıdır. Yani ölü yatırım yapılmaması. Sizi temin ederim ki, atılacak her adım ekonomiye kazandırılacak, bir ekonomik değer olarak yaşamaya devam edecek. Bir tek kuruşluk ölü yatırım söz konusu olmayacak” dese de, diğer ülkelerde yapılan olimpiyatlardan geriye kalan spor tesislerinin durumu Bakanı yalanlıyor. Atina Olimpiyatları için yapılan tesislerden bazıları çürümeye terk edilmiş durumda. Yunanistan’da yaşanan derin ekonomik krizde bu faturanın da bir rolü bulunuyor. Ekonomik krizin sebebini doğrudan olimpiyat oyunlarına bağlamak doğru değilse de, dizginsiz kâr hırsı olimpiyat fırsatıyla tavan yapınca diğer faktörlerin de etkisiyle ülke ekonomisinde yarılmalar olabiliyor. Sorunun temelinde kapitalist üretimin anarşik doğası vardır. İhtiyaca göre değil kâra göre üretim yapan burjuvazi risklere rağmen yatırım yapar. Her burjuva kendi kârını düşünür. Pastadan en büyük payı almanın peşindedir. Hem ulusal hem de uluslararası bir rekabet vardır burjuvalar arasında. Olimpiyatlar da bütün risklerine rağmen burjuva devletler açısından bir fırsat kapısıdır. Son tahlilde bu risklerin faturasını ödeyecek olanlar emekçilerdir.
AKP de hem ekonomik hem de siyasi anlamda başarı hanesine olimpiyat zaferini yazdırmak istiyordu. Olimpiyat sevdasının saikleri inşaat sevdasından farklı değildir: “AKP’nin gündeme getirdiği kentsel projelerin motivasyonunu birkaç temel noktanın sağladığını söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi, altyapı eksikliklerini gidererek ekonominin büyümesini kesintisiz bir şekilde devam ettirmek ve genelde sermayeye özelde ise İslamcı sermayeye yeni palazlanma kanalları açmaktır. Böylece kendi etrafındaki sermaye çevrelerini çok daha güçlendirerek, siyasal gücüne denk düşen bir sermaye gücü oluşturmak istemektedir. İkincisi, iç siyasetteki konumunu güçlendirmek ve emperyalist bir düzeye yükselen Türkiye’nin uluslararası siyasette çok daha fazla öne çıkmasını sağlamaktır.” (Utku Kızılok, AKP’nin “Çılgın Proje”leri, Kent ve Kapitalizm, MT, Haziran 2011)
Önümüzdeki yerel seçimlerin ve sonrasında yapılacak genel seçimlerin öncesinde İstanbul’un olimpiyat oyunlarına ev sahipliğini kazanması AKP’nin prestijini koruması açısından önemli bir başarı olarak görülüyordu. Bu başarı AKP’nin Gezi mağlubiyetini telafi etmesi için işlevli olabilirdi. Bu yüzden olimpiyatlar “milli mesele” haline getirildi. AKP, İstanbul kazansaydı “içerideki bütün komplolara karşı AKP hiçbir partinin yapamadığını yaptı” diyecek ve bunun üzerinden prim, dolayısıyla oy toplamaya çalışacaktı. İstanbul’un kaybetmesiyle AKP çubuğu diğer tarafa büktü ve “Türkiye’nin başarısını istemeyenler var; onlar yüzünden kaybettik” özlü bir karşı saldırıya geçti. Ancak bu sefer muhalefet partileri olimpiyatlar konusunda AKP’ye şifahen de olsa destek verdiği için, AKP suçu sadece Gezicilere yıkabildi.
Erdoğan Olimpiyat Komitesine yaptığı konuşmada, “Açıkçası ben dünyanın bütün dillerinin üzerinde ortak bir dil olduğuna inanıyorum. O da kalp dilidir. Sizi en kalbi duygularla selamlıyorum. Barışa ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Bu kritik dönemeçte kardeşliğin şehri İstanbul’dan dünyaya barış mesajları iletiyoruz” dedi. Ancak Erdoğan’ın kardeşliğin şehri diye tabir ettiği İstanbul’da en ufak toplumsal bir gösteriye dahi izin verilmiyor. Suriye’ye emperyalist müdahale için can atan, Kürtlere karşı radikal İslamcı çeteleri besleyen AKP hükümeti “barış ihtiyacını” yaratan baş aktörlerden biri değil mi? 2013 başındaki atmosfer İstanbul’a şans tanıyordu. Ancak hem Gezi protestoları hem de Suriye sorununun orta yerde durması güvenlik açısından risk oluşturduğu için karar Tokyo lehine verildi. Fukuşima felâketine rağmen, Tokyo hem güvenlik açısından daha az riskli olması hem de altyapı bakımından hazır olması sayesinde 2020 oyunlarını düzenlemeye hak kazandı.
Kazananın Tokyo olduğu açıklandığında Türkiye heyeti yasa boğulurken, Japon heyeti büyük bir sevinç yaşadı. Tokyo daha önce 1940 yılında da olimpiyatları almıştı ancak araya 2. Dünya Savaşının girmesi yüzünden olimpiyatlar yapılamamıştı. Atılan iki atom bombası yüzünden savaştan büyük bir yıkımla çıkan Japonya, 1964 Olimpiyatlarını düzenlemeye yeniden hak kazandı. Olimpiyatlar ekonomik canlanmaya katkıda bulunmuştu. Bugünkü altyapının temelleri o zamanlarda atılmıştı. Japonya, 2020 Olimpiyatlarından ikinci bir mucize umuyor. Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olsa da Japonya da kapitalizmin derin sistem krizinden nasibini alıyor. Japon ekonomisi durgunluk içerisinde ve son yirmi senede büyüme hızı yüzde birin altında kaldı. Bu durgunluktan çıkabilmek için kemer sıkma politikalarına başvuruluyor. Başbakan Şinzo Abe’nin uyguladığı bu politikalara Abenomics (Abenomi) deniliyor. “Gevşek para politikası, mali harcama, liberalleştirme” olmak üzere üç ana başlıktan oluşan bu politikaların krizden çıkmak için diğer burjuva devletlerin başvurduğu yöntemlerden özü bakımından bir farkı yok.
* * *
İktidara yakın kalemlerden Fehmi Koru, anketlere göre %83’ün olimpiyatların İstanbul’da yapılmasını istediğini söyledikten sonra, “Siyasi sebeplerle, sırf iktidardaki partiye itibar kazandırmasın diye, böylesine büyük bir organizasyonu ülkemize kazandırmaya karşı çıkanlar olabilir mi gerçekten?” diye soruyor. Olimpiyatları istemeyen %17’nin kim olduğunu merak ediyor. Bu rakam son anketlerde %6’ya kadar düşmüştü. AKP hükümeti, olimpiyatların tanıtımını bir kalkınma hamlesi, büyük bir devletin başarısı olarak lanse ettiği ve olimpiyatların tüm halkın çıkarına olduğu propagandasını oldukça başarılı bir biçimde yaptığı için halkın büyük bir kesimi olimpiyatları istedi. İşçi sınıfı örgütsüz olduğu için AKP’nin bu propagandasına karşı duramadı ve AKP’nin yalanlarına inandı. Oysaki emekçiler olimpiyatların rantını sermayenin yiyeceğini, harcamalar sonucunda bütçede oluşacak açığın faturasının vergilerle kendilerine çıkarılacağını, milyonlarca turistin ve sporcunun bir anda İstanbul’a akacağı için zaten çekilmez olan trafik çilesinin kâbusa döneceğini bilselerdi, bu kadar hevesli olmazlardı 2020 olimpiyatlarının İstanbul’da düzenlenmesine.
İstanbul’un ihtiyacı olimpiyatlar mıdır? İstanbulluların daha fazla yeşil alana mı ihtiyaçları var yoksa sonrasında çürümeye terk edilecek görkemli spor tesislerine mi? İstanbul’un trafik sorunu orta yerde dururken, sermayeye kaynak yaratmak amacıyla milyarlarca doların olimpiyat sevdasına harcanması mı doğru yoksa altyapı sorunlarının çözülmesi mi? Olimpiyatlar basit spor organizasyonları olmaktan çoktan çıktı. Burjuva devletler olimpiyatları ekonomik ve politik bir araç olarak kullanıyorlar. Artık olimpiyat ruhunun yerini kâr ruhu, rant ruhu almış durumda! Barış, dostluk ve kardeşliğin hâkim olduğu bir spor anlayışı için kapitalizmin yerine sınıfsız bir toplum kurulması gerekiyor.
link: Suphi Koray, Kaçan Olimpiyat Rantı, 1 Ekim 2013, https://marksist.net/node/3337
Genel Grevin Anlamı ve Önemi Üzerine
HDK Üçüncü Genel Kurulu Yapıldı