Nasıl bir sosyalizm ve nasıl bir devrim meselesi devrimci hareketin üzerinde en çok tartıştığı, hatta görüş farklılıkları nedeniyle bölünmelerin yaşandığı iki önemli konudur. Marksizmin kurucuları bu konulara yeterli netlikte ışık tutmuş olsalar da, ne yazık ki sosyalizm ve devrim konularında hâlâ çok ciddi bilinç bulanıklığı söz konusudur. Kendilerine komünist, sosyalist, Marksist diyen nice siyasi çevrenin sosyalizm ve devrim anlayışlarının Marksizmle uzaktan yakından alâkası yok.
TKP’nin sosyalizm ve devrim anlayışını beyazperdeye yansıtan Devrimden Sonra filmi, bu konulardaki sakat anlayışlarını da gözler önüne seriyor. Film Türkiye’de gerçekleşen devrimden sonra geçen 8 öyküden oluşuyor. Eğitim, sağlık, kamulaştırma, toprak sorunu, konut sorunu, emperyalist devletlerle ilişkiler gibi konular çeşitli öyküler üzerinden anlatılıyor. Hepsinden de buram buram TKP’nin sosyalizm ve devrim anlayışının çarpıklığı akıyor.
Filmin genel havası, TKP’nin devriminin işçi ve emekçilerin içerisinde yer almadığı bir devrim olduğunu gösteriyor. Bunu hem fabrikaların kamulaştırıldığının işçilere duyurulduğu sahnede, hem de devrimin kararname ile radyodan halka duyurulduğu sahnede görüyoruz. Birileri işçiler adına devrim yapmış ve bunu da onlara duyuruyor. Sanki bir anda kapitalizm yerle yeksan olmuş ve yeni bir düzen başlamış; fakat işçilerin bundan haberi yok her ne hikmetse! Afganistan’daki Türk birliğinin komutanı ise sosyalist iktidarın devrim kararnamesini alınca “Heyt be işte beklediğim buydu” demektedir. Devrimi yapması gereken işçiler devrimden bihaberken, dünyanın öbür ucuna bile emekçileri sindirmeye giden “şanlı” TC ordusunun komutanı devrimi beklemektedir!
Film, adından da anlaşılacağı üzere, devrim sürecini değil de, devrimden sonrasını anlatıyor olabilir. Ancak bu kitlelerden kopuk bir devrim anlayışını, kararnamelerle hayata geçirilen sosyalizm tasavvurunu haklı çıkarmıyor. Devrimi, toplumun derin çalkantılar içerisine girdiği, olağan koşullarda burjuva ideolojisinin dışına çıkamayan geniş kitlelerin yaşadıkları sistemi sorgulamaya başladıkları, üstelik sadece sorgulamakla da sınırlı kalmayıp bilfiil sınıf mücadelesine katıldıkları, kitlesel eylemliliklerin yaşandığı devrimci durumlar önceler. Devrimci durumlarda yükselen sınıf hareketi dalgası toplumu derin altüst oluşlara sürükler. Karşı-devrimle yenilgiye uğramadığı takdirde bu dalga devrimden sonra geri çekilmez. Tersine, devrimi yapan işçiler büyük bir coşku ile yeni bir toplumun inşasına girişirler.
İşte Utku Kızılok’un satırlarından Ekim Devrimine giden yolda Rusya’da yaşananlar: “Devrim, kelimenin gerçek anlamında toplumu sarsmış, eski toplumsal ilişkilerle modern kapitalist ilişkilerin çelişkili birliğini bağrında taşıyan Rusya köklerinden sarsılmıştı. Yüzlerce yıldır baskı ve zorbalıkla yönetilen Rus yoksul kitleleri, kendilerini devrim çalkantısının içine atmışlardı. Her düzeyde, her kesimde bir kaynama yaşanıyordu. İşçiler, köylüler ve askerler politikayla kendi aralarına konan duvarları yıkıyor, örgütler kuruyor ve politikaya doğrudan katılıyorlardı. Her yerde mahalle komiteleri, köylü komiteleri, asker komiteleri, fabrika komiteleri, subay komiteleri, asker ve işçi sovyetleri kuruluyordu. Örgütlenme öylesine bir düzeye varmıştı ki, durumu çarpıcı biçimde anlatmak isteyenler Rusya’nın örgütlenme hastalığına yakalandığını söylüyorlardı. Örneğin Belçikalı bir diplomat, trenle Moskova’ya giderken yolculuk yaptığı kompartımanda hemen bir «yolculuk komitesi» kurulduğunu anlatır.” (Ekim 1917: Dünyayı Sarsan Kızıl Fırtına, MT, Kasım 2006)
Bir devrimde böylesi fırtınalar kopar toplumun bağrında. En bilinçsiz kesimler dahi örgütlenerek mücadeleye başlarlar. Devrim öncesinin süklüm püklüm işçileri devrim kahramanlarına dönüşürler. Çünkü her düzeyde örgütlenmeye başlarlar. Devrimden Sonra filminde ise bıraktık yolcuların komite kurmasını, fabrikalardaki işçiler bile örgütsüzler. Hatta bir fabrika işçisi dağıtılan bildiride yer alan “işsizlik yasaklanacaktır” cümlesini okuyunca, “önce bizi işten atıp, sonra da hapse atmasınlar” diyecek kadar konudan habersiz.
Kısacası filmde devrim havasından eser yok. Devrimi yapmış olması beklenen işçilerin kendi iktidarını yaratma coşkusu yok. Çünkü “devrim” olduğundan bile haberleri yok. Sanki yastalar. Filmin bu özellikleri, filmi yapanların isimleriyle müsemma olmadıklarını gösteriyor.
Kararnameyle gelen “devrim”
Filme göre, yayınlanacak bir kararname ile sosyalizm ilan edilecektir. TKP’nin iktidara gelince yayınlayacağı meşhur kararnamesi de filmde kullanılıyor. Ancak filmdeki gibi kararname ile gerçekleştirilen tipte bir “devrim” gerçek bir devrim değildir. Burjuvalar böylesi bir girişimi silahlı güçleriyle çok kolay bir biçimde ezeceklerdir. Tam da bu noktada “sosyalist” Şili’nin sonunun hatırlanmasında fayda var. Geçmiş deneyimlerden dersler çıkarmak komünistlerin görevlerinden biridir. Seçimle iktidara gelen Allende, kitleleri seferber edip burjuva devleti yıkma doğrultusunda gerekli adımları atmadığı için, burjuvazi tarafından katledilmiş ve faşist düzen tesis edilmişti. Filmde ise bir akademisyenin bir faşist tarafından öldürülmesinin haricinde ortalık süt limandır. Karşı-devrimci güçler ortalıkta yoktur, ordu ise zaten devrimi beklemektedir. Peki gerçek hayatta böyle bir şey mümkün müdür? Burjuvazi tüm gücünü, olanaklarını kullanmadan iktidarı işçi sınıfına bırakır mı? Eğer öyleyse buna devrim demek doğru olur mu?
Televizyonla, radyoyla, bildirilerle halka “sosyalist iktidar hükümeti”nin kurulduğu duyuruluyor! “Sosyalist iktidarın” nasıl hükümet olduğu açıktan söylenmiyor filmde. Herhangi bir devrimci ayaklanmanın olmadığından yola çıkarak devrimin bir seçimle gerçekleştiği düşünülebilir. Peki ama bu “sosyalist iktidara” oy verenler neredeler? Fabrikaya kamulaştırma haberi geldiğinde, neden işçiler sanki söylenenleri ilk kez duyuyormuş gibi davranıyorlar? Neden “işten atılacak mıyız?” diye kara kara düşünmeye başlıyor genç bir işçi? Ekim Devrimini anlatan ünlü Dünyayı Sarsan On Gün filminde en sıradan bir işçi bile Menşevik bir öğrenciye “Onu bunu bilmem! Ya proletaryadan yanasın ya da burjuvaziden” diyordu. Oysa bu filmde işçiler apolitik, koca fabrikadaysa işçilere kamulaştırmayı anlatacak bir öncü işçi bile yok!?
Afganistan’daki askerlerin öyküsü ise TKP’nin ordu seviciliğini ele veriyor. Afganistan’daki Türk ordusuna acil damgalı bir belge ulaşıyor: Türkiye’de devrim olmuş, “sosyalist iktidar” kurulmuştur! Komutan haberi büyük bir sevinçle karşılıyor ve yeni hükümetin bildirisi tüm askerlere duyuruluyor. Sanki bugün kapitalizmin en sadık bekçisi ordu değil! Meğerse TSK devrim olmasını ne kadar çok istiyormuş, NATO ve diğer emperyalist birliklerden çıkmayı ne kadar sabırsızlıkla bekliyormuş! Herhalde filmi izleyen anti-emperyalist ulusalcılarımızın gözleri yaşarmıştır bu sahnede.
Filmin en dikkat çekici yanlarından birisiyse Kürt sorununa hiç değinilmemiş olması. Sadece bir sahnede anadilde eğitim hakkından lalettayin bahsediliyor. Bunun haricinde Türkiye’nin en can yakıcı sorunlarından olan Kürt sorununun devrimden sonra nasıl bir çözüme kavuşturulacağına dair hiçbir emare yok. Yönetmen bu yöndeki eleştirilere çok şaşırmış. Devrimden sonra zaten böyle bir sorun olmayacakmış. Ne de olsa ulusal sorunun çözümü kapitalizm altında imkânsız, “devrimden sonra” ise gereksiz imiş! Hâlbuki ezilen Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkını tanımayan her türlü çözüm şovenizme çıkar. TKP’nin ulusal soruna şovenist bakış açısını göz önüne aldığımızda, yönetmenin bu eleştirilere şaşırması gayet doğal.
Devrimi beyazperdeye aktarmak oldukça zor bir iştir. Devrimi işçilere hakkıyla anlatabilecek bir film, propaganda aracı olarak çok etkili bir işleve sahip olurdu. Oysaki Devrimden Sonra, anlattığı kararname sosyalizmiyle sadece TKP’lileri tatmin edebilecek niteliktedir. TKP sahip olduğu tepeden inmeci, bürokratik ve ulusalcı sosyalizm anlayışının ucuz propagandasını yapmış sadece. Bu film bize, proleter sınıf temelinden yoksun olanlardan sadece proleter devrime öncülük etmelerinin beklenemeyeceğini değil, devrimin filmini yapmalarının dahi beklenemeyeceğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
link: Suphi Koray, TKP’nin Kararname Sosyalizmi, Temmuz 2011, https://marksist.net/node/2691
Korkma, Örgütlen!
12 Eylül Faşizminin Tüm Sorumluları Yargılansın!