Emperyalist sistemin en önemli kurumlarından biri olan Dünya Ekonomik Forumu, İsviçre’nin Davos kasabasında toplandı. Dünyanın en önemli tekellerinin ve devlet temsilcilerinin katıldığı ve dünya ekonomisinin genel bir değerlendirmesinin yapıldığı oturumlara ev sahipliği yaptığından, bu toplantılara Davos zirvesi deniliyor. Bu yılki zirve bir öncekilerden çok farklı olup, ayrı bir önemi vardı. Bilindiği üzere 2008’in sonbahar aylarında derinleşen krize karşı önlem alabilmek umuduyla bu yılki zirveden bir hayli medet umar hale gelmişti burjuvazi.
Yaşanan bu gelişmelerden dolayı bu yılki zirveye rekor bir katılım oldu. Toplam 96 ülkeden 2500 kişi bu zirvede yer aldı. Katılımcılardan yalnızca 41’i, devlet veya hükümet başkanıydı. Geri kalanlar ise çeşitli sermaye gruplarının veya tekellerin üst düzey yöneticileri, patronlarıydılar. Zirvede sadece 41 devlet başkanının olması ve geri kalanların ise dünyanın en büyük emperyalist tekellerinin temsilcileri olması bu zirvenin hangi amaçlarla yapıldığını alenen ortaya koyuyor. Ayrıca bu yılki zirvede bir yenilik yapılarak internet dünyasının tanınmış video kanallarından Youtube ve MySpace aracılığıyla Davos’ta yaşananlar daha geniş bir kitleye anında ulaştırıldı.
Davos: nereden nereye?
Davos İsviçre’nin küçük bir dağ kasabasıdır. Bundan 38 yıl önce, 1971 yılında, Alman asıllı ekonomi profesörü Klaus Schwab öncülüğünde, Avrupalı sermayedarların ABD ticaretine ayak uydurabilmeleri için Davos’ta bir forum düzenlendi. İlkin 440 sermayedar, akademisyen ve politikacı ile başlayan bu forum, ilerleyen yıllarda dünyanın bütün büyük tekellerinin merakla beklediği ve dünya ekonomisini belirleyecek bir platform haline geldi.
Davos ilk olarak 1973’te yaşanan petrol krizinin ardından adını tüm dünyaya duyurdu. Kapitalist ekonominin krize girdiği bu yıllarda yeni arayışlar içinde olan burjuvazi, bu zirvede sorunlarına çare bulmaya çalıştı ve Davos, işçilere yönelik neoliberal saldırıların konuşulup tartışıldığı bir forum haline geldi. 1979’da Avrupa sınırlarını da aşıp tüm dünya ülkelerinin ve emperyalist örgütlerin katıldığı Davos zirvesi bu tarihten itibaren iyice kurumsallaştı.
Her yıl Davos’ta yapılan forum, 11 Eylül saldırılarının ardından, 2002 yılında, “şehrin ekonomisine ve sosyal yaşamına destek vermek amacıyla” bir seferliğine New York’ta yapıldı. 2003 yılında ABD’nin Arap ülkeleriyle serbest ticaretini geliştirmesinin ilk adımları Davos forumunda atıldı ve ardından ABD Irak’a saldırarak binlerce insanı katletti.
Geçen seneki zirve bu seneki kadar olmasa da gündemi işgal etmiş ve işçilerin de gündemine girmişti. Geçen seneki zirve Türk medyasında Kenan Doğulu’nun şarkılarıyla yer buldu, çünkü açılış gecesinin organizatörlüğünü Türk şirketler almıştı. Burjuva medya bu açılış gecesini olduğunca şişirip magazinsel bir olaya çevirmeye çalışmıştı. Ama tartışılanların hiç de öyle magazinlik bir tarafı yoktu.
62 milyon dolarlık kişisel servetiyle dünyanın sayılı burjuvalarından biri olan ve Microsoft’un patronu Bill Gates’in “yaratıcı kapitalizm” diye bir model ortaya atması, geçen seneki zirveyi uzun bir süre gündemde tutmuş ve bütün dünya medyası bu olayı abartabildiği kadar abartıp pompalamıştı. Bill Gates’in ortaya attığı “yaratıcı kapitalizm”, güya “insancıl kapitalizmin” de yaratılabileceği ve kapitalizmin sadece zenginler için değil yoksulların da yararına kullanılabileceği safsatasından ibaretti. Büyük bir krize doğru giden kapitalizmin bu yeni model sayesinde yeni yatırım alanları yaratarak krizin önüne geçilebileceği umuluyordu. Ama içinden geçtiğimiz bu süreçte bu hayallerin hiç de gerçekçi olmadığı geniş kitleler tarafından da açıkça görülüyor.
40 yıl önce adını çok az sayıda insanın bildiği ve sadece bir kayak kasabası olarak bilinen Davos, şimdi emperyalistlerin ticareti, işçi sınıfına yapılan neoliberal saldırıları, işçi ve emekçi yığınlarına birçok yıkımlar yaşatan kapitalizmi nasıl canlandırabileceklerini tartıştıkları, dünya gündemini belirleyen bir kasaba haline geldi.
2009 Davos Zirvesi
Bu yılki zirvenin beş ana gündem maddesi vardı: “Küresel mali sistem nasıl yeniden istikrara kavuşturulacak? Küçülen dünya ekonomisini büyütmek için neler yapılmalı? Kriz sonrası küresel ekonomik yapı nasıl şekillendirilecek? Yeni dönemde bilim, teknoloji ve üretim modeli nasıl olacak? İklim değişikliği, gıda-su güvenliği için kimler ne yapmalı?” Patronlar sınıfı kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda uygulayacakları yöntemleri bulmak için bu gündem maddeleri doğrultusunda bol bol konuştular.
Ama bu yılki Davos’a Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek yaptığı ani çıkış damgasını vurdu ve bu çıkış tüm dünya medyasının gündemine girdi. Gazze konusundaki oturumun yapılmasını Türkiye talep etmişti. Oturumu Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Schwab’ın yönetmesi planlanmıştı. Ama iki gün önce ani bir kararla Washington Post gazetesi yazarı David Ignatius’un “moderatörlük” yapması kararlaştırıldı. Oturuma katılan diğer isimler ise BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Arap Birliği genel sekreteri, eski Mısır dışişleri bakanı ve diplomat Amr Musa oldu. İsrail’in Gazze’ye girmesine yönelik ağır eleştirilerde bulunan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Peres’e çıkıştı. Giderek sesini yükselten Erdoğan, kendisini engellemeye çalışan “moderatör”e aldırmaksızın, bu şovu güzel bir sonla, “benim için Davos bitmiştir” deyip çekip giderek noktaladı.
Oturumun planlanma süreci ve Türkiye’de seçimlerin yaklaşmış olması bunun hiç de hesapsız bir çıkış olmadığını gösteriyor. Mazlum halkların savunucusu rolüne bürünen Erdoğan bu konuda gerçekten samimi miydi? O, kendi topraklarında Kürt halkına yapılan eziyetlerin sorumlularından değil midir? 2008 yılının başlarında “sınır ötesi operasyon” tezkeresini verip Irak Kürdistanı’ndaki dağları bombalatan kendisi değildi miydi? Erdoğan seçime giden bu süreçte yine mazlum rolüne bürünerek emekçilerin desteğini almaya oynamıştır. Davos’ta yaşanan bu olayı ve Erdoğan’ın bu yaptığını bir kahramanlık olarak nitelendiren Türk medyası ise yaşananları alabildiğine şişirerek işçi ve emekçi yığınların gündemine sokmayı başarmıştır.
Davos’un bitiminde yapılan açıklamalar, Erdoğan’ın çıkışının tamamen göstermelik olduğunu ortaya koyuyor. İsrail “bizim Türkiye’yle bir sorunumuz olamaz ve bir yanlış anlaşılma var” diyordu. Türk cephesinde ise Erdoğan’a büyük tepkiler yönelten “bir kısım medya” Erdoğan’ın yaptığı şu açıklamadan sonra rahatlıyordu: “İsrail ile yapılan ticari anlaşmalarımız kesinlikle etkilenmeyecektir.” Erdoğan aslında “siz rahat olun, böyle küçük atışmalar bizim emperyal hedeflerimiz doğrultusunda yapılan anlaşmalara hiçbir şekilde engel olmaz” diyordu. Bir başka açıklamasında Erdoğan, “uysal başlıyım ama koyun da değilim” diyordu. İşçileri kandırmak ve onların desteğini almak için yaptığı bu çıkışla ve sonrasında yaptığı açıklamalarla aslında işçi ve emekçi yığınları koyun yerine koyuyordu!
Erdoğan’a Türkiye’ye dönüşünde bir kahramanmış gibi karşılama yapıldı. Dönüş saatinin gece yarısını geçiyor olmasından dolayı İstanbul’da metro seferleri sabah 3’e kadar uzatıldı. Erdoğan, Türkiye’nin dışında, Gazze’de, Pakistan’da, İran’da, Mısır’da ve daha pek çok yerde “kahraman” ilan edildi. ABD’deki finansal ve borsa çevrelerinin gazetesi Wall Street Journal’de ise Başbakan Erdoğan’ı ağır bir dille eleştiren yazılar kaleme alındı. Gazete, Ortadoğu’da Türkiye’nin tek dostlarının İsrail ve ABD olduğunu öne sürüyor ve “ancak Türkiye’de anti-Amerikanizm ve antisemitizm yükseliyor ve Erdoğan’ın çıkışı, bu iki konuda yardımcı olmayacak” diyerek açıkça Erdoğan’ı uyarıyordu. Gazetedeki bir başka yazıda ise, ezilen halklara yapılan zulüm konusunda Türkiye’nin de İsrail’den pek farkının olmadığı vurgulanıyordu: “İsrailliler gibi Türk liderleri, ABD'nin sessiz onayı ile Kuzey Irak’taki PKK’nin gizlendiği yerlere operasyon yapma hakkını kuvvetle savunuyorlar. Eğer Cumhurbaşkanı Peres’e sempati duyabilecek biri varsa o da Sayın Erdoğan olmalıydı.” Bütün bunlar, ABD’nin BOP’un gerçekleştirilmesine engel olacak pürüzlere kesinlikle tahammülü olmadığını gösteriyor.
* * *
Davos’ta alınan kararların özü, burjuvazinin tek bir vücut olup işçi sınıfına yönelik saldırı planlarını sistemli bir şekilde uygulamak istediğidir. Burjuvazi, ekonomik krizini işçi ve emekçi sınıflara daha çok saldırarak ve emperyalist savaşı genişleterek çözme çabası içindedir. Her geçen gün zorlaşan yaşam koşulları altında ezilen işçilerin haklı tepkilerini yatıştırmak içinse bin bir yalana başvurmaktadır. Karşısında örgütsüz bir işçi sınıfı olduğundan eli rahat olan burjuvazi bunları yaparken hiç çekinmemektedir. Dünya proletaryasının bütün bu saldırılara dur demek için örgütlenmesi ve burjuvaziyi ezip geçmesi gerekiyor.
link: T.İ., Burjuvazinin Davos Toplantıları, 23 Şubat 2009, https://marksist.net/node/2036
IMF’ye Nasıl Karşı Çıkmalı?
Devletçilik Marksizm Değildir