Kurnaz muhafazakâr de Tocqueville, “kötü bir yönetim için en tehlikeli an genellikle değişimin başladığı andır” diye yazar. Olaylar Kont Witte’ye bu gerçeği her geçen gün daha kesin bir şekilde kanıtlıyordu. Devrim azimle ve acımasızca ona karşıydı. Liberal muhalefet onu açıktan desteklemeye cesaret edemiyordu. Saray kamarillası ona karşıydı. Hükümet aygıtı ellerinde parçalanıyordu. Ve nihayet o, olaylardan hiçbir şey anlamayarak, herhangi bir plandan yoksun olarak, bir eylem program yerine entrikaya güvenerek kendi kendisinin düşmanıydı. Witte gereksiz yere telaşlanıp huzursuzlanırken, devrim ve gericilik amansızca birbirine karşı harekete geçiyordu.
Kont Witte’nin talimatı üzerine 1905 Kasımında “Trepov’un adamları”na karşı yazılan gizli bir raporda şunları okuyoruz:
… Polis Departmanına ait dosyalardan alınanlar da dahil tüm olgular, bildirgeyi takip eden günlerde halk tarafından hükümete yöneltilen ciddi ithamların önemli bir bölümünün sağlam temellere dayandığını açıkça göstermektedir. Bazı yüksek düzeyli devlet görevlileri tarafından “aşırı unsurlara karşı örgütlü direniş” göstermek için partiler oluşturuldu; diğer gösteriler dağıtılırken hükümet tarafından yurtsever gösteriler örgütlendi; barışçı göstericilere ateş açıldı, insanlar dövüldü ve polisin ve askeri birliklerin gözü önünde bir taşra kırsal meclisinin büroları yakıldı; kendilerini onlara karşı savunmaya çalışan insanlara yaylım ateşleri açılırken pogromculara dokunulmadı; büyük bir şehirde devlet gücünün en yüksek temsilcisi tarafından onaylanan resmi bildiriler aracılığıyla, kitleler bilinçli ya da bilinçsiz olarak (?) şiddete teşvik edildiler ve bunu takiben karışıklıklar çıktığında bunları bastırmak için hiçbir önlem alınmadı. Tüm bu olaylar, Rusya’nın büyük ölçüde birbirinden ayrılmış bölgelerinde üç dört gün içerisinde gerçekleşti ve 17 Ekim bildirgesine başlangıçta gösterdiği coşkulu hoşnutluğu tamamen terk etmiş olan halk arasında bir infial fırtınasını kışkırttı.
Halk, ansızın ve eşzamanlı olarak tüm Rusya’ya yayılan bu pogromların provokasyon olduğuna ve çok güçlü bir el tarafından yönlendirildiğine kesin bir biçimde kanaat getirdi. Ve ne yazık ki, halkın buna inanmak için çok geçerli nedenleri vardı.
Kurlandia genel valisi yirmi bin kişilik bir mitingle sıkıyönetimin kaldırılması talebini destekleyen ve “sıkıyönetimin yeni koşullarla uyumlu olmadığı” görüşünü ifade eden bir telgraf gönderdiği zaman, Tperov kendinden emin bir şekilde şu telgraf metnini gönderdi: “20 Ekimdeki telgrafınıza dair. Sıkıyönetimin yeni duruma uymadığını belirten kararınıza katılmıyorum.” Witte, astının sıkıyönetimin 17 Ekim bildirgesine hiçbir şekilde ters düşmediği şeklindeki hayasızca ifadesini sessizce kabul etti ve hatta bir işçi heyetini “Trepov’un söylendiği gibi bir canavar olmadığı”na ikna etmeye çalıştı. Trepov’un, genel infialin basıncı altında görevinden çekilmek zorunda kaldığı doğrudur. Ama İçişleri Bakanı olarak yerine geçen Durnovo, ondan daha iyi değildi. Üstelik saray komutanlığına atanan Trepov, olayların gidişatı üzerindeki tüm etkisini koruyordu. Taşra bürokrasisi, ona Witte’ye olduğundan çok daha fazla bağlıydı.
Aynı Kasım raporu, “aşırı partiler güç kazandılar, çünkü tüm hükümet eylemlerini sert bir şekilde eleştirirken haklı olduklarını çoğunlukla kanıtladılar. Kitleler bildirgenin yayımlanmasından hemen sonra, hükümetin bildirgede altı çizilen yeni yolu izlemeye cidden karar verdiğini ve gerçekten bu yolu izlediğini görmüş olsalardı, bu partiler prestijlerinin büyük bölümünü kaybederlerdi. Ne yazık ki tam tersi oldu ve aşırı partiler, hükümetin verdiği sözlerin kıymetini sadece kendilerinin doğru bir biçimde değerlendirdikleri olgusuyla övünme şansına –önemi hiç de gözardı edilemeyecek– sahip oldular” diyordu. Raporun gösterdiği gibi, Witte bunu Kasımda anlamaya başladı. Ama bu anlayışını pratikte uygulama olanağından yoksun bırakıldı. Çara onun talimatlarıyla yazılan rapor, ölü bir mektup olarak kaldı.[1]
Ümitsizce çabalayan Witte, bundan böyle sadece karşı-devrim tarafına çekildi.
Liberal muhalefetin hükümete karşı tutumunu belirlemek için, 6 Kasımda Moskova’da bir zemtsi kongresi toplandı. Kongrenin bocalayan bir ruh hali vardı, ama su götürmez bir biçimde sağa meyilliydi. Evet, bazı radikal sesler duyuluyordu. “Bürokrasi yaratıcı eylem yeteneğinden yoksundur, o yalnızca yıkmaya yeteneklidir”; yaratıcı güç “17 Ekim bildirgesine yol açan muazzam işçi hareketi” içinde aranmalıdır; “bize lütuf olarak bahşedilmiş bir anayasa istemiyoruz, onu yalnızca Rus halkının ellerinden kabul edeceğiz” deniliyordu. Sahte klasik tarza dayanılmaz bir düşkünlüğü olan Rodiçev haykırıyordu: “Ya doğrudan genel oy hakkı olacak ya da Duma olmayacak!” Fakat aynı kongrede şunlar da ifade ediliyordu: “Toprak işgalleri ve grevler korku yaratıyor; sermayenin yüreği ağzında ve paralarını bankalardan çekip yurtdışına giden mülk sahiplerinin de öyle.” İhtiyatlı toprak sahipleri soruyordu: “Tarımsal karışıklıklarla savaşmanın bir aracı olarak satraplıklar[2] kurumu küçümsendi, ama onlarla savaşmanın daha anayasal bir aracını kim önerebilir?” “Mücadeleyi daha şiddetli hale getirmektense hiçbir maddeyi kabul etmemek daha iyidir.” “Bir mola çağrısı yapma zamanı geldi” diye haykırıyordu politik arenaya ilk kez burada çıkan Guçkov, “hepimizi yok edecek bir ateşe benzin döküyoruz yalnızca.”
Sivastopol filosundaki ayaklanmanın ilk haberleri, zemtsinin muhalif cesaretini geçilmesi imkânsız bir sınava tâbi tutuyordu. “Burada olan şey” diyordu zemstvo liberalizminin Nestor’u[3] Petrunkeviç, “bir devrim değil, anarşi.” Sivastopol olaylarının doğrudan etkisi altında, Witte’nin bakanlığıyla derhal anlaşma seçeneği üstün geldi. Milyukov kongreyi atılabilecek her tavizkâr adımdan alıkoyma girişiminde bulundu. “Sivastopol’daki ayaklanma son buluyor, isyancıların başları tutuklandı, herhangi bir korkuya kapılmak yersiz” diyerek zemtsiyi rahatlatıyordu. Boşuna! Kongre, muhalif-demokratik cümlelerle ifade edilmiş bir şartlı güven kararıyla birlikte bir heyeti Witte’ye göndermeye karar verdi.
Bu arada Bakanlar Kurulu, liberal sağ kanattan birçok “halktan sima”nın da katılımıyla, Devlet Duması seçim sistemini tartışıyordu. Bu sözde “halktan simalar” genel oy hakkını müessif bir zorunluluk olarak savundular. Witte Buligin’in muhteşem sistemini aşamalı olarak mükemmelleştirmenin faydalarını kanıtlamaya çalıştı. Hiçbir sonuca ulaşılamadı ve Bakanlar Kurulu 21 Kasımdan itibaren “halktan simalar”ın yardımı olmaksızın devam etti. 22 Kasımda Petrunkeviç, Muromtsev ve Kokoşkin’den oluşan zemtsi heyeti, zemstvo kararını Kont Witte’ye verdi ve yedinci günün sonunda hiçbir yanıt alamadan mahcup bir şekilde Moskova’ya geri döndü.
Hemen onların ardından, Kont’un yüksek rütbeli bürokratik kibir dolu bir ağızla ifade edilen yanıtı geldi. Yanıta göre, Bakanlar Kurulu’nun görevi, ilk olarak ve öncelikle İmparator Majestelerinin isteklerini yerine getirmekti; 17 Ekim bildirgesinin sınırlarının ötesine geçen herşey bir kenara atılmalıydı; genel kargaşa bildirgenin kısıtlayıcı maddelerinin terk edilmesini olanaksız kılıyordu; hükümeti desteklemeye isteksiz olan toplumsal gruplara gelince, hükümetin tek ilgilendiği şey bu grupların kendi davranışlarının sonuçlarının farkına varmasıydı.
Pısırıklığı yüzünden zemstvolardaki ve eyalet dumalarındaki sol kanadın gerçek havasına şüphesiz hâlâ uzak duran zemstvo kongresini dengelemek üzere, Tula eyalet zemstvosundan bir heyet 24 Kasımda Tsarskoye Selo’ya gitti. Heyetin başı olan Kont Bobrinski, Bizans köleliğinin eşsiz bir örneğini oluşturan konuşmasında, başka şeylerin yanı sıra şunları söylüyordu: “Biz fazla hak istemiyoruz, çünkü bizim menfaatimiz Çarın iktidarının büyük ve etkili olmasını gerektirir … Efendim, insanların ihtiyaçları hakkındaki hakikati, gürültülü bir şekilde yükselen tekil seslerden değil, yalnızca kanunen sizin tarafınızdan toplanan Devlet Dumasından öğrenebilirsiniz. Onu toplamakta gecikmemeniz için size yalvarıyoruz. Millet zaten 6 Ağustosta seçimlerin yapılmasına yönelik fermanı bağrına bastı…”
Olaylar, mülk sahibi sınıfları düzen kampına itmek için adeta elbirliği yapıyor gibiydi. Kasım ortalarında kendiliğinden ve beklenmedik şekilde bir posta ve telgraf grevi patlak verdi. Bu, Durnovo tarafından yayınlanan ve memurlara sendika kurmayı yasaklayan bir genelgeye, uyanan posta idaresi kölelerinin yanıtıydı. Posta ve telgraf sendikası, Kont Witte’ye Durnovo’nun genelgesinin geri çekilmesini ve birliğe üye oldukları için işten atılan memurların geri alınmasını isteyen bir ültimatom yolladı. 15 Kasımda Moskova’da toplanan 73 sendika temsilcisinin katıldığı bir kongre, aşağıdaki telgrafın tüm hatlardan gönderilmesine oybirliğiyle karar verdi: “Witte’den hiçbir yanıt gelmedi. Grev.” Tansiyon o kadar yüksekti ki, grev Sibirya’da ültimatomda belirtilen süre dolmadan önce başlamıştı. Geniş ilerici memur çevreleri tarafından alkışlarla karşılanan grev, ertesi gün Rusya’nın tamamına yayılmıştı. Witte dirayetle değişik heyetlere, hükümetin olayların bu boyuta geleceğini “ummadığını” açıkladı. Posta haberleşmesindeki kesilmeden dolayı “kültür”e gelecek zarardan kaygılanan liberaller, çatık kaşlarla “Almanya ve Fransa’daki mesleki birliklerin özgürlük sınırlarını” araştırmaya başladılar.
Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti bir an bile tereddüt etmedi. Her ne kadar posta ve telgraf grevi Sovyetin inisiyatifinde patlak vermese de, Petersburg’da onun aktif desteğiyle sürdü. Sovyetin kasasından grevcilere toplam 2.000 ruble verildi. Yürütme Komitesi bunların toplantılarına konuşmacılar gönderdi, duyurularını yayınladı, grev gözcüleri örgütledi. Bu taktilerin “kültür” üzerindeki etkisine değer biçmek zordu; ancak posta memurlarının proletaryaya sempati duymasını sağladığına da hiç şüphe yoktu. Posta ve telgraf kongresi, grevin hemen başında Sovyete beş temsilci gönderdi.
Posta haberleşmesindeki kesinti, kültüre olmasa da, ticarete kesinlikle büyük zarar verdi. Tüccarlar ve borsa simsarları kâh posta memurlarına greve son vermeleri için yalvararak, kâh grevcilere karşı etkin önlemler alınmasını isteyerek, grev komitesiyle bakanlık arasında mekik dokudular. Kapitalist sınıflar, ceplerine yönelik her yeni tehdidin bir sonucu olarak, her geçen gün daha da gericileştiler. Tsarskoye Selo’nun komplocularının gerici küstahlığı da sürekli artıyordu. Eğer gericiliğin saldırısını herşeye rağmen önleyen bir şey varsa, bu yalnızca devrimin kaçınılmaz yanıtının yarattığı korkuydu. Orta Asya’daki Kuşka kalesinde bir askeri mahkemenin bazı demiryolu memurları hakkında verdiği bir hükümle bağlantılı olarak ortaya çıkan olay, bunu canlı olarak gösteriyordu. Bu olay öylesine çarpıcıdır ki, buna kısaca değinmeden geçemeyiz.
23 Kasımda, posta ve telgraf grevinin doruğunda, Petersburg demiryolu merkezinin komitesi, Kuşka’dan, mühendis Sokolov ve diğer birkaç memurun, devrimci ajitasyon suçlamasıyla askeri mahkemede yargılandıklarını ve ölüme mahkûm edildiklerini, kararın ayın yirmi üçü gecesi infaz edileceğini bildiren bir telgraf mesajı aldılar. Greve rağmen tüm demiryolu merkezleri birbirleri ile birkaç saat içinde telgraf bağlantısı kurdu. Demiryolu ordusu hükümete acil bir ültimatom gönderilmesini istiyordu. Ve bir ültimatom gönderildi. Temsilciler Sovyeti Yürütme Komitesi ile uyum içinde hareket eden demiryolcular sendikası, bakanlığa, ölüm kararı eğer akşam 8:00’a kadar yürürlükten kaldırılmazsa tüm demiryolu trafiğinin durdurulacağı bildirdi.
Yazarın, hükümetin yanıtı beklenirken bir eylem planının tasarlandığı Yürütme Komitesinin unutulmaz toplantısına ilişkin canlı bir anısı bulunuyor. Herkesin gözü saatteydi. Farklı demiryolu hatlarından temsilciler, ültimatomla birlikte giderek daha fazla hattın kendileriyle birlik olduklarını belirten telgraf mesajları gönderdiklerini rapor etmek için birbiri ardına sökün ediyorlardı. Şurası açık ki, eğer hükümet boyun eğmeseydi ümitsiz bir mücadele başlayacaktı. Ne oldu? Sekizi beş geçe –Çarlık hükümeti zevahiri kurtarmak için yalnızca üç yüz saniye oyalanmıştı– Haberleşme Bakanı, demiryolcular komitesini kararın infazının durdurulacağına dair acil telgrafla bilgilendirdi.
Ertesi gün bakanlık, “kararın yürürlükten kaldırılması doğrultusunda bir “rica” (?) aldığını, buna böyle bir adımın atılmaması durumunda bir grev ilân etme “niyeti” (!) ifadesinin de eşlik ettiğini söyleyerek, bir hükümet bildirisiyle bu tavizi bizzat duyurdu. Hükümet yerel askeri yetkililerden, “belki de devlet telgrafının grevde olması yüzünden” herhangi bir rapor almadı. Tüm olaylarda Savaş Bakanı, “bu telgraf mesajlarını alır almaz, eğer hüküm verilmişse, davaya ilişkin gerçekler aydınlatılıncaya kadar infazın derhal ertelenmesi” şeklinde emirler göndermişti. Resmi bildiri, grevdeki telgrafın devlet kurumlarına kapalı olmasından dolayı, Savaş Bakanının emirlerini demiryolcular sendikası aracılığıyla göndermek zorunda kaldığından söz etmiyordu.
Bu güzel zafer, yine de devrimin sonuydu. Bundan sonra yalnızca bozgunlara uğradı. Öncelikle devrimin örgütleri birbiri ardına gelen saldırılar altındaydı. Acımasız bir saldırının hazırlandığı açığa çıktı. 14 Kasım gibi erken bir tarihte, köylü birliğinin memurları, arttırılmış güvenlik önlemlerini başlatan bir hükümet kararına dayanarak Moskova’da tutuklandı. Aşağı yukarı aynı zamanda, Tsarskoye Selo’da, Petersburg Sovyeti başkanının tutuklanması kararlaştırıldı. Fakat yönetim bu kararın uygulanmasını erteledi. Yönetim yine de tümüyle emin görünmüyordu; zemini yoklamış ve tereddütte kalmıştı.
Adalet Bakanı, Sovyetin gizli bir birlik olarak görülemeyeceğini, çünkü tamamen açık hareket ettiğini, toplantılarını bildirdiğini, toplantı tutanaklarının raporlarını gazetelerde yayınladığını ve hatta yönetimdekilerle bağlantı kurduğunu ileri sürerek Tsarskoye Selo planına karşı çıktı. Kaynakları sağlam basın, Bakanın bakış açısını özetleyerek şöyle yazıyordu: “Ne hükümetin ne de yönetimin, mevcut düzeni yıkmak için tezgâhlanan eylemleri durdurmak için hiçbir önlem almaması; yönetimin aslında, birçok durumda düzeni korumak için Sovyet toplantılarına devriyeler göndermesi; ve bizzat Petersburg şehir valisinin, kim olduğunu ve ne sıfatla ortaya çıktığını bilerek, Sovyet başkanı Hrustalev’i kabul etmesi; tüm bunlar İşçi Temsilcileri Sovyeti üyelerine, eylemlerini hükümet çevrelerinde izlenen politikalarla hiçbir şekilde çelişik görmeme ve dolayısıyla da suçlu sayılmama hakkını veriyor.”
Bununla birlikte, sonunda Adalet Bakanı kendi yasal endişelerinin üstesinden gelme yollarını buldu ve 26 Kasımda Hrustalev Yürütme Komitesi binasında tutuklandı.
Bu tutuklamanın önemine dair bir şey daha. Sovyetin 14 Ekimdeki ikinci toplantısında, daha sonra Hrustalev adıyla büyük popülarite kazanacak olan genç avukat Georgiy Nosar, sosyal demokrat örgütün temsilcisinin teklifi üzerine başkan seçildi. 26 Kasımdaki tutuklanışına kadar Sovyetin başkanı olarak kaldı ve Sovyetin pratik faaliyetlerinin tüm örgütsel ipleri onun elinde toplandı. Birkaç hafta içersinde, bir yandan ucuz radikal basın, diğer yandan gerici polis basını, Hrustalev’in kişiliği etrafında tarihsel bir efsane yarattılar. Tıpkı daha önce, 9 Ocak onlara nasıl Georgiy Gapon’un ilham veren düşüncesinin ve demagojik dehasının bir meyvesi gibi görünüyorsa, İşçi Temsilcileri Sovyeti de onlara işte öyle Georgiy Hrustalev-Nosar’ın heybetli ellerindeki bir kukla gibi geliyordu.
İkinci olaydaki hata ilkinden çok daha bariz ve saçmaydı. Hrustalev’in başkan olarak yaptığı iş, özde Gapon’un maceracı etkinliklerinden ölçülemeyecek kadar zengin olmasına rağmen, Sovyet başkanının olayların gidişatına ve sonucuna yaptığı kişisel etki, Polis Departmanında asi papaza atfedilen etkiden karşılaştırılamayacak kadar azdı. Bu Hrustalev’in hatası değildir: devrimin erdemidir. Ocak ile Ekim arasında, devrim proletaryayı yoğun bir politik eğitime tâbi tuttu. “Kahraman” ve “kalabalık” kavramları işçi kitlelerin devrimci pratiğine uygulanamazdı artık. Önderlerin kişiliği örgüt içinde son buldu; ve aynı zamanda, birleşik kitle bizzat politik bir varlık oldu.
Hrustalev, pratik yeteneği ve becerikliliğiyle, yalnızca vasat bir hatip olmasına rağmen enerjik ve mahir bir yönetici oluşuyla, politik bir geçmişi ya da net tanımlı bir politik çehresi olmayan, fevri karakteriyle, 1905 sonunda oynayacağı rol için biçilmiş kaftandı. İşçi kitleler, devrimci bir ruh hali içinde bulunmalarına ve güçlü bir sınıfsal sezgiye sahip olmalarına rağmen, genellikle belirli bir partiye bağlı değildiler. Sovyet hakkında söylediğimiz herşey Hrustalev’e uygulanabilir. Politik bir geçmişi olan tüm sosyalistler partiliydiler ve bir partilinin adaylığı, varlık kazandığı andan itibaren Sovyet içinde sürtüşme doğururdu. Üstelik Hrustalev’in politik bağımsızlığı, Sovyetin, proleter olmayan dünyayla, özellikle de hatırı sayılır bir maddi yardım aldığı entelijensiya örgütleriyle ilişkilerini kolaylaştırdı. Sosyal demokratlar, başkanlığı partili olmayan birine emanet ederek Sovyetin politik kontrolüne sahip olmayı umdular. Yanılmadılar. Yalnızca üç dört hafta sonra, başka şeylerin yanı sıra Hrustalev’in sosyal demokratlara (Menşevikler) katıldığını açıkça ilân etmesiyle, onların etkileri ve güçlerinin muazzam şekilde geliştiğine hükmedilebildi.
Hükümet Hrustalev’i tutuklayarak ne başaracağını umuyordu? Başkanı ortadan kaldırarak örgütü yıkacağını mı düşünüyordu? Elbette bu çok aptalca gelebilir, hatta Durnovo için bile. Ama iş güdülere gelince kesin bir yanıt vermek zordur, belki de yalnızca, Tsarskoye Selo’da devrimin kaderini tartışmak için bir araya gelen ve hâlâ polisiye önleme başvurmaktan fazla bir şey yapamayan gerici komploculara kendi güdüleri bulanık geldiği için. Ne olursa olsun, başkanın o koşullar altında tutuklanması, Sovyet için muazzam bir önem kazanmıştı. Daha bir gün önce, taraflardan hiçbirinin geri çekilemeyeceği, nihai çarpışmanın kaçınılmaz olduğu ve bu çarpışmanın önünde aylar veya haftalar değil, yalnızca günler olduğundan şüphesi olan herkes için, bu tamamen berrak hale gelmişti.
[1] Bu ilginç rapor, Rus Karşı-Devrim Tarihi İçin Materyaller (St. Petersburg: 1908) başlıklı bir belgeler koleksiyonu (bunlara el koyulduğunu söylememize gerek bile yok) içinde yayınlandı.
[2] Satraplık: Bir satrapın yönetim bölgesi, eyalet. (ç.n.)
[3] Nestor: Tanrıların çok uzun ömürlü olma ayrıcalığını tanıdığı Yunan mitolojisinin efsanevi kralı. (ç.n.)
link: Lev Troçki, Karşı-devrimin Eşiğinde, Ekim 1909, https://marksist.net/node/1435