Çelik grevi bitmişti. Yani işçiler işe dönmek zorunda bırakılmışlardı. Davut sadece İncil masallarında dev Golyat’ı yenebilir. Fakat çelik işçilerinin yüreklerindeki grev bitmemişti.
Demirhanelere, dev kazanlara, ocaklara, ateş ve dumana “eller” geri dönmüştü. Fakat işçilerin yürekleri ve akılları, yüksek parmaklıkların, işçileri hapseden ama adaleti içeri sokmayan parmaklıkların dışındaydı.
Grev bitmedi. Adaletsizlik, insanların yüreğinde, çelik kazanlarındaki çeliğin kaynadığı gibi kaynıyordu, taşmaya hazır, akkor halinde, zamanı gelince.
Bu sırada Kansas’ta, sermayedarlara yaranmaya çalışan yasa koyucular, yasalar yapmakla meşguldüler. İşçilerin eski zamanların serfleri gibi yaşamasını ve işten ayrıldıklarında ya da grev yaptıklarında cezalandırılmalarını istiyorlardı. Vâli Allen bu kölelik yasasını onayladı. Yasa, süslü bir adla anıldı ve şirin gösterildi. İşçilere grevi yasakladı. Grev yapmayı cezalandırılması gereken bir suç haline getirdi.
Bir kömür grevi yaklaşıyordu. Vâli Allen, işçiler adaletten mahrum kalsa bile Kansas kömürden mahrum kalmamalıdır dedi. Kömür, onu çıkaranlardan daha önemliydi. Kömür işletmecileri de öyle diyorlardı.
Tüm Kansas’ta, daha iyi koşullar için, savaşın yol açtığı yüksek hayat pahalılığına denk düşecek daha yeterli ücretler için, daha doğrusu ne için olursa olsun grev yapmak yasaklandı, grev çağrısı yapanlar cezaevine girecekti.
Birleşik Maden İşçileri sendikasının bölge başkanı Howat, işçilerde köleliklerine karşı bir duyarlılık yaratmak için beni çağırdı. Endüstriyel Kölelik Yasası hakkında konuşmalar yaparak, bunun grev haklarının yasayla ellerinden alınması demek olduğunu işçilere anlata anlata dolaştım.
Başkan Howat, sendika üyeleri tarafından oylanıp kabul edilmiş bir grev çağrısında bulundu ve grev çağrısı yapmakla suçlanıp hapse mahkûm edildi. Çünkü yasaya karşı gelmiş, bir isyan çağrısında bulunmuştu.
1922 yılının başında, Birleşik Maden İşçileri sendikasının kongresi toplandı. Ben de katıldım. Ücretler ve sözleşmelerle ilgili sorunlar tartışıldı. Önde gelen taşkömürü havzalarındaki işletmeciler ve sendika görevlileri, yargıç Anderson tarafından, bir anlaşma yapmaktan men edilmişlerdi. Sermayedarlar için, işçiler toprağı kazıp kömür çıkarır; yargıçlar da, kararlar ve mahkeme emirleri. Fakat yargıçlar daha iyi ücretler alırlar.
İşletmeciler sözleşmeleri imzalamazsa kongrenin 1 Nisanda grev çağrısında mı bulunacağı yoksa bunu tabanın oyuna mı sunacağı konusu kurulun önündeydi.
Howat ve arkadaşları, kongrenin hemen bir grev tarihi –Nisanın ilk günleri– kararlaştırmasını istediler. Genel başkan Lewis tarafından önderlik edilen muhafazakârlar ise, bizzat maden işçilerinin bu konuda oy kullanmasını talep ettiler.
Herkes bağırıp çağırıyor, zıplıyor ve konuşmak için feryat ediyordu. Binlerce işçinin kaderini elinde tutan akıllı insanlar gibi davranacaklarına, deliler gibi gürültü yapıyorlardı.
Howat ile aynı tarafta olsam da, Genel Başkan’a uymak gerektiğini hissetmiştim. Ayağa kalktım ve kendime yol açarak kürsüye ilerledim. İnsanların susması için bir süre kürsüde bekledim. Sustular. Ortalık tamamen yatıştı. Dedim ki:
“Gençler, canavarlar gibi bağırmayı bırakın, adam gibi oturun ve iş yapın. Zaman harcıyorsunuz; boş zamanınızı karılarınız ve çocuklarınız için harcamalısınız. Kendinizden utanın. Şamatayı kesin.”
“Birisi bağırdı: “Konuş!”
“Zaman benim konuşacağım zaman değil” dedim. “Sizin eyleme geçeceğiniz zaman. Başkana güvenin. Başaramazsa, sizinle birlikte sokağa çıkarız ve tüm ülkede kıyameti koparırız.”
O andan itibaren kongre işe koyuldu ve oylama yaparak, grev hakkında karar vermeyi fedakârlık yapacak olanlara, tabana bırakmayı kararlaştırdı.
İşletmeciler, daha önce yaptıkları yeminli anlaşmayı bozup, maden işçileriyle görüşmeyi reddettiler. Grevden başka yapacak bir şey kalmamıştı. Taban, grev kararı aldı.
Kansas’ta, yasaya karşın işçiler yine de greve çıktılar. Vâli Allen onlara, tıpkı eski zaman kölelerine pamuk tarlalarına geri dönme emri veriyormuş gibi, işlerine geri dönmelerini emretti. İşçiler bunu bir kere daha reddettiler. Kardeşlerini yüzüstü bırakmayı ve grev kırıcı durumuna düşmeyi reddettiler. Vâli, yumuşak başlı adamları, şakşakçı üniversiteli gençleri, uyuşturucu satıcılarını, cenaze levazımatçılarını, emekli askerleri ve fırsat bekleyen işsiz denizcileri yardıma çağırdı ve kömürü bunlar kazıp çıkardı. Bu onlar için bir eğlenceydi. Bir günlük bir piknik. Onlar bu işi, bütün bir ömrün yeraltında harcanacağı bir iş değil, sadece kısa süreli bir iş olduğu için, kılları bile kıpırdamadan ve vicdanları sızlamaksızın kabul edebildiler. Küreklerini ve lambalarını oğullarına miras bırakmayacaklarına göre, arkadan gelecek olanların gözünde azıcık daha iyi olan bu işi bırakmak hiç sorun değildi.
Hoover’ın yönetimindeki hükümet, maden ocaklarını çok sayıda grev kırıcıya açtı. Piyasa, sendikasız işçilerin çıkardıkları kömürle doldu. Maden işçileri, federal hükümetin kendilerine karşı olduğunu anladılar. Sendikasız bölgeleri örgütlemeye giriştiler. Ben de oradan oraya koşturdum. Batı Virginia’ya gittim. Bu bölgede binlerce dolar harcanmıştı. Tepelerdeki çadır kamplarında, kadınlar arasında çalıştım.
Kömürün öyküsü her zaman aynıdır. Karanlık bir hikâye. İşçiler, bir saniye daha fazla günışığı için, kaplanlar gibi dövüşmek zorundadır. Çocuklarının gözlerinin rengini gün ışığında görme ayrıcalığı için, babaların ormandaki yırtıcı hayvanlar gibi savaşması gerekir. Bu hayat biraz daha insanca, biraz daha güzel olabilir –bir resim, yeni bir elbise, pencerede dalgalanan bir parça dantel–, bunun için, madenlerde çalışan adamların savaşması ve yenilmesi, savaşması ve yenmesi zorunludur.
link: Mary Harris Jones, Bölüm 25 - Mücadele ve Yenilgi: Mücadele ve Zafer, 26 Ekim 2013, https://marksist.net/node/3333