Top oynamak için zamanım yoktu
İkbal Masih
Pakistan. Yıl 1986. Dört yaşında kara gözlü küçücük bir çocuktu İkbal Masih. Nerden bilecekti kendisi gibi kara gözlülerin umudu olacağını. Pakistan’ın Lahor şehrinin Muridke köyünde yaşayan yoksul bir ailenin çocuğuydu. Babası terk etmişti aileyi. Annesi ise evlere temizliğe gidiyordu ve aldığı ücret hiçbir şeye yetmiyordu. Annesi, İkbal’in ağabeyinin evlilik masraflarını karşılamak için yöredeki tüm yoksul aileler gibi çaresizlikten tefeciden borç istedi. “Paishgee” idi bu borcun adı. Bir şartları vardı bu tefecilerin. Borç karşılığı çocuklardan biri halı fabrikasında çalışacaktı. Aile 600 rupi karşılığında (o zamanlarda 14 dolara yakın bir para) küçük İkbal’i rehin verdi halı mafyasına. Borç ve borcun faizi ödenene kadar çocuk tefecilere aitti. Ama bu borç nedense hiç bitmiyordu… İkbal rehin olmaktan kurtulamıyordu. İkbal artık borçlu bir köle olmuştu.
Halı mafyasının eline geçtiğinde henüz oyun çağında, 4 yaşında bir çocuktu. Bir gün sabaha karşı gelip onu evden aldılar ve o kısacık ömrünün ıstırap dolu altı yılı böylece başlamış oldu. Basık, havasız ve ışık görmeyen bir atölyeye götürüldü. Sadece zayıf bir ampul ışıtıyordu karanlığı, ışıtabildiği kadar. Pencereler mühürlenmişti. Halılar ve yünler ışıktan, böceklerden zarar görmemeliydi. 20 tezgâh vardı atölyede. Küçük siperlikler kazılmıştı her tezgâhın önüne. Çalışan kişi ayaklarını bu siperlerin içine koyup kalaslara oturarak dokuma yapıyordu. Bu çukurlar aynı zamanda uyku yerleriydi çocukların. Renk renk yünlerin içerisinde yüzleri solmuştu küçücük bedenlerin. Çocuklara her öğle sonrası yarım saatlik bir mola verilirdi. Ölmeyecekleri kadar yemek ve su. Aç kalırdı çocuklar. Üstelik bu yemeğin maliyeti de borçlarına yazılırdı. Çocukların bedenlerinin gelişmesi istenmiyordu. Bu görkemli hassas desenler ancak küçük parmaklar tarafından dokunabilirdi çünkü. Bu çalışma koşulları ve beslenmeyle 10 yaşındaki bir çocuk fiziksel olarak 5 yaşındaki bir çocuk gibi görünüyordu. Yeterli beslenemedikleri için çocuklar böbrek hastası oluyor, uçuşan yünler, tozlar nedeniyle amfizem ve tüberküloz gibi akciğer hastalıklarına yakalanıyorlardı. Cilt hastalıklarının yanı sıra eğilerek ve çömelerek çalıştıkları için vücutlarında eğrilikler ve kamburluklar oluşuyordu. Ama halıcıların umurunda bile değildi tüm bunlar. Ne de olsa halılar çocuklardan daha önemliydi.
Oturma pozisyonundan dolayı İkbal’in omurgası yamulmuştu. Ama tıpkı diğer çocuklar gibi hastalansa dahi çalışmaya devam etmek zorundaydı. Haftanın her günü ve günde 14 saat çalıştırılıyorlardı. Dışarı çıkmak yasaktı. Çıkmak isteyenler, şikâyet edenler cezalandırılıyordu. Pakistan’da halı mafyası ve tüccarları öyle bir sistem kurmuştu ki polis de işin içindeydi. Rüşvet alan polisler kaçan çocukların gözünün yaşına bakmıyordu. Yakaladıkları çocukları şirkete teslim ediyorlardı. Çocuklar tekrar kaçmasın diye karanlık dolaplara kilitleniyor, baş aşağı asılıyor, dayak yiyorlardı. Bir hayvan gibi zincirle halı tezgâhına bağlanıyorlardı. İkbal de pek çok kez kaçma teşebbüsünde bulunmuş ve ağır cezalara çarptırılmıştı. Orada geçirdikleri her an onlar için ıstıraptı. Tek bir düğümü yanlış yapsalar para cezasına çarptırılıyorlardı. Tezgâha verdikleri zarar borçlarına ekleniyordu. Havasız ve basık atölyede çocuklar ter içinde kalıyorlardı. Kazara alınlarındaki ter halıya dökülürse eğer, yünleri kirlettikleri için dayak yiyorlardı. Bir gün yorgunluktan bitap düşen İkbal tezgâh başında uykuya dalmış ve keskin bıçak parmağını kesmişti. Can havliyle bağıran usta “ellerini kaldır çabuk, kanın halıya damlamasına izin vermeyin” diyerek bağırmıştı İkbal’e ve yanındaki çocuklara. Çabuk iyileşip tekrar çalışmaya başlasın diye usta, kesilen parmağın üzerine kızgın yağ dökmüştü. Canı yanan çocuğa bir de dayak atmıştı uyuyakaldığı için.
Altı yıl boyunca köle gibi çalıştırılan İkbal bir gün kendi gibi çocuklara yardım eden bir sivil toplum örgütü olan Köle Emeği Özgürlük Cephesinin (Bonded Labor Liberation Front-BLLF) bir toplantı yapacağını öğrenir ve işten sonra arkadaşlarının yardımıyla gizlice kaçıp toplantıya katılır. İkbal o gün toplantıda Pakistan hükümeti tarafından 1992 yılında tefecilere borçlanmanın zaten yasadışı ilan edildiğini ve tüm işçilerin borçlarının silindiğini öğrenir. İkbal başından geçenleri anlattığında BLLF hemen onun özgür olduğunu gösteren evrakları hazırlar. Kendisi gibi tüm çocukların özgür olmasını isteyen İkbal BLLF ile birlikte atölyeye gider ve evrakları fabrika sahibine verir. Diğer çocuklara “korkmayın, her şeyi öğrendim, benimle gelin, bizler özgürüz” diyerek öfkeden kuduran ve hiçbir şey yapamayan patronun yanındaki çocukları da yanına alarak onları özgürlüklerine kavuşturur. Bu olay ülkede ve dünyada hızla duyulur. İkbal için yeni bir dönem başlar. Önce Lahor’daki BLLF okuluna gönderilir. Dört yıllık ilkokulu iki yılda bitirir. Avukat olmak ister. O henüz on yaşındadır ve tek bir hedefi vardır. Çocuk işçiliğine son vermek. BLLF aracılığıyla gösterilerde, toplantılarda ünü yayılan İkbal uluslararası aktivistler ve gazetecilerle tanışır. Tüm dünyaya sesini duyurmak ister. Bir çocuk işçi olarak yaşadıklarını anlatmaya başlar. Köle çocukların özgürleşmesi ve çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması için mücadeleye devam eder. Her konuşmasının sonunda o minik yumruğunu havaya kaldırarak slogan atar. “Sömürücüler! Biz Özgürüz. Unutun Paishgee’yi.” BLLF ile birlikte Pakistan’da şehir şehir, sokak sokak dolaşıp destek toplamaya çalışır. Çocuk işçilerin emeği yalnızca halı fabrikalarında sömürülmemektedir elbet. Tuğla ocaklarında, ayakkabı, giyim, mücevher ve daha nice işlerde o minik eller kullanılmaktadır. BLLF ve İkbal, “köleliğe karşı kavgamıza katılın” diye onları da yanlarına çağırır. Verdiği mücadele sonucu kazandığı insan hakları ödülünü almak üzere Amerika’ya gider. Canlı yayına çıkan İkbal için bu büyük bir fırsattır. Yaşadığı acıları, haksızlıkları geleceğe dair umutlarını anlatır, “siz özgürsünüz, ben de” der ve “ben çocukların birer köle gibi çalıştırılmasının yasaklanmasını istiyorum” diyerek konuşmasını bitirir. Büyük bir ilgi toplamıştır İkbal. Sendikalar, sivil toplum örgütleri sesini duyurmaya çalışır ve ona destek olurlar.
İkbal’in verdiği bu haklı mücadele ve aldığı destek Pakistan’da çocuklar lehine birçok yasal düzenleme yapılmasını sağlarken bu durum çocuk işçi çalıştıran halı mafyası ve patronlarının canını sıkmaya başlar, çünkü işletmeler teker teker kapatılmaya başlanmıştır. Hedef haline gelen İkbal ölüm tehditleri almaktadır. Katıldığı toplantılardan birinde şöyle der: “Şimdi işler değişti. Eskiden ben patronlarımdan korkuyordum, şimdi ise onlar benden korkuyor!” Mücadelesine daha da azimle sarılır ve tehditlere aldırmaz. Çünkü bu mücadele sayesinde kendisi gibi binlerce çocuğun özgürleştiğini görmüştür.
Fakat 16 Nisan 1995’te ailesini ziyarete giden İkbal, tutulan bir kiralık katil tarafından öldürülür. Çünkü İkbal arı kovanına çomak sokmuştur. Köle gibi çalıştırdıkları çocukların üzerinden devasa kârlar elde eden patronlar, İkbal’in buna engel olmasını cezasız bırakmazlar. Çarkları bozulacak diye ölesiye korkup, 12 yaşındaki bir çocuktan intikam alırlar. Herkes İkbal’in katillerinin onlar olduğunu anlar. Zaten onlar da bu gerçeği gizlemek istemezler. İkbal gibi, özgür olmak isteyen tüm köle çocuklara verilmiş bir gözdağıdır bu.
İkbal kendisi gibi yüzlerce çocuk tarafından toprağa verilir. Çocuklar kendilerine umut olan İkbal’e mezarı başında mücadelesine kaldığı yerden devam edeceklerine dair söz verirler. O artık çocuk işçilerin mücadelesinde bir simge haline gelmiştir. Tıpkı bundan 120 yıl önce Amerikalı çocuk işçilerin çalıştırılmasının yasaklanması için mücadele veren işçi sınıfının Jones Anası gibi.
Bu olay kapitalizmin çocuk emeğini son derece vahşi biçimde sömürdüğü 1800’lerde değil 1980’li yıllarda yaşandı. Özgür bir çocuk olmayı, top oynamayı, bunun için vakti olmasını, arkadaşlarının özgür olmasını istiyordu İkbal. Ama ona insan hakları ödülleri verenler, onu televizyonlara çıkarıp hikâyesiyle ekran başındakileri ağlatanlar onu korumayı başaramadılar. Çocuk işçileri kölelikten kurtaramadılar.
ILO ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) 2021 raporları dünyanın dört bir yanında çalışan çocuk işçi sayısının 160 milyona yaklaştığını söylüyor. Türkiye’de ise bu sayı kayıt dışı göçmen çocuklar dâhil 2 milyona ulaştı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin yayınladığı rapora göre sadece Türkiye’de 2013-2022 arasında 616 çocuk iş kazalarında can verdi. Teknolojinin gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyi ile hâlâ çocuk işçiliğin devam etmesi bir çelişki gibi görülebilir. Ancak kapitalist sistemde yaşadığımızı unutmayalım. Bu sistem çocuk-yetişkin dinlemiyor. Çocuk işçilere reva görülenler ortadadır. Onlar bizim çocuklarımız. Eğer bizler işçi ve emekçiler olarak örgütlenip bir araya gelmezsek, Jones Ana’nın dediği gibi, çocuklarımızı burjuvazinin kâr sunaklarına kurban vermeye devam edeceğiz. Bir kısmı tezgâh başında can verecek, bir kısmı başına bombalar düşerek ya da göç yollarında yitip gidecek. Kara gözlü İkbal’in küçücük yüreğiyle girdiği mücadele bu yüzden işçi sınıfı için ölüm-kalım mücadelesidir. Bu kapitalizme karşı verilen bir mücadeledir. Kapitalizm yıkılmadan, işçi sınıfının çocukları için de büyükleri için de kurtuluş yoktur, olamaz.
link: Ayşe Çelik, Koca Yürekli Minik Bir El, 15 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8124