Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde devlet terörü giderek artıyor. Erdoğan’ın ve onun güdümündeki AKP’nin seçimden önce HDP’ye saldırıları, 100’den fazla seçim bürosunun saldırıya uğraması ve en son Diyarbakır mitinginde bomba patlatılmasıyla farklı bir noktaya getirilmeye çalışılmıştı. HDP’nin serinkanlı tutumu ile bu provokasyonlar boşa çıkartılmıştı. Seçimlerden birkaç gün önce “HDP barajı aşarsa kaos olur, istikrar için 400 vekil verin” açıklamaları, AKP ve Erdoğan’ın istemedikleri sonuçlarla karşılaştıklarında ne yapabileceklerinin sinyallerini veriyordu. Nitekim seçimlerde bırakın 400 vekil almayı, tek başına iktidar bile olamayan AKP uğradığı hezimetle Kürtlere saldırmaya başladı. Savaşı tekrar başlatmak için her türlü provokasyona başvurdu. Ne yazık ki Suruç katliamında 33 kişinin katledilmesi bardağı taşıran son damla oldu. PKK’nin de savaşın içine çekilmesiyle 2,5 yıldır devam eden çatışmasızlık süreci Erdoğan ve AKP’nin çabaları ile bitmiş oldu.
“HDP barajı aşarsa kaos olur” diyenler sivil halkı katlederek, şovenizmi tırmandırarak kaos çıkartmıştır. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde devlet terörü artarken, batı illerinde ise polis ve paramiliter güçler devreye sokularak HDP’nin 200’den fazla binasına saldırı gerçekleştirildi. Batı illerinde mevsimlik işler yapan Kürt işçiler linç edilmek istendi. Bir gün öncesinde bir arada çalışanlar bile şovenist histeriyle Kürtlere saldırabilmiştir. Ayrıca 21 yaşındaki Sedat Akbaş sadece Kürtçe konuştuğu için faşistler tarafından katledildi.
Başta Cizre, Varto, Şemdinli, Yüksekova olmak üzere Kürt illerinin hemen hemen hepsinde vahşi bir devlet terörü yaşanıyor. Yaşananları daha iyi anlamak açısından Cizre’ye bakmakta fayda var. 4 Eylülde başlatılan sokağa çıkma yasağı 12 Eylülde verilen kısa bir aradan sonra kesintili olarak tekrar devreye sokuluyor. Cizre’de tam bir savaş hali var. Sokağa çıkma yasağı ilan edildiği tarihten itibaren elektrikler kesilmiş, GSM operatörleri servis dışı ve halk en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Devlet terörünün saldırılarına karşı bölgedeki halk kendisini korumak için hendekler açmış ve gençler eldeki kısıtlı imkânlarla kendilerini tank ve ağır silahlar karşısında korumaya çalışıyorlar. Orada “PKK ile savaşıyoruz” diyen devlet, halka zulmederek, katlederek korkutmaya ve sindirmeye çalışmaktadır.
Bölgede yaşam tamamıyla durdurulmaya çalışılmaktadır. 4 Eylülden bu yana Cizre’de 21 sivil katledildi. Kendisini Müslüman olarak gösteren AKP hükümeti, ezanı dahi susturup minareleri ölüm aracı haline dönüştürmüştür. Bir yandan İçişleri Bakanı Selami Altınok “bir sivil hayatını kaybetti” derken, diğer taraftan Davutoğlu “hiçbir sivil zarar görmemiştir” diyebiliyor. Ayrıca Altınok, açıklamalarının devamında ise Cizre’de 30-32 “terörist” öldürdüklerini ilan etti. Bu “teröristler” arasında 7 çocuk annesi 53 yaşındaki Meryem Süne, 35 günlük bebek Muhammed Tahir Yaramış ve 10’lu yaşlarda çok sayıda çocuk bulunuyor!
Tanklar ve ağır silahlarla evlerin bombalandığı Cizre’de yaralı olarak kurtulanlar ise hastaneye kaldırılmalarına izin verilmediği için hayatlarını kaybediyorlar. Yapılan zulümler bununla da bitmiyor. Katledilenlerin defnedilmesine dahi izin verilmedi. Aileler cenazelerini ya evin derin dondurucusuna ya da tavukçu deposuna kaldırıp bekletmek zorunda kaldılar. Cizreli bir kadın bu durumu şöyle dile getiriyor: “Savaşın da bir ahlâkı vardır. Bunlarda hiç mi ahlâk, vicdan yok? Bizi öldürüyorlar, üstüne cenazemizi alıp defnetmemize bile izin vermiyorlar? Yeter artık yeter. Bitsin bu savaş!”
Cizreli kadının “bunlarda hiç mi vicdan yok?” sorusu karşısında ne diyebiliriz ki? Kürt halkı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri devletin askeriyle, polisiyle, jitemiyle sindirilmeye çalışılmadı mı? Bugün de yapılan yine 90’lardaki katliamları tekrarlamak ve böylece halkı sindirmeye çalışmak değil midir? Buna rağmen, bir annenin bunca zulme rağmen haykırışı Kürt halkının barış umutlarını ve inançlarını gösteriyordu: “Kürtler azalır umuduyla bizleri parçalıyorlar, zindana atıyorlar, dilimize yasak koyuyorlar. Ama bunların aksine bizler daha da büyüyeceğiz ve Allah’ın izniyle kazanacağız. Hiç merak etmesinler, biz halklar olarak elbet kazanacağız.”
Bizler sınıf mücadelesi yürütenler olarak TC’nin zulmüne uğrayan mazlum Kürt halkının haklı mücadelesini destekliyoruz. TC’nin uyguladığı zalim ve faşizan uygulamaları teşhir ediyoruz. Gerçek ve kalıcı bir barışın yaratılması ancak işçi sınıfının mücadelesinin büyütülmesine bağlıdır. Biz işçi sınıfı olarak, Kürtler demokratik haklarına kavuşmadan ne halkların kardeşliğini ileri bir noktaya taşıyabilir ne de sınıf mücadelesini büyütebiliriz. İşçiler birlik olup ezilen Kürt emekçilerine kardeşlik elini uzattıklarında ve Kürt halkının demokratik haklarının sağlanmasını talep ettiklerinde sorunlar çözülmeye başlayacaktır.
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
link: Pendik’ten bir öğrenci, Kürt Kentlerinde Artan Devlet Terörü, 15 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4461
İnsanlık Buzdolabına Kaldırıldı
İş Cinayetleri Hız Kesmiyor