Tarih boyunca insanlar yaşadıkları yerlerden başka yerlere çeşitli zorunlu sebeplerden dolayı göç etmişlerdir. Egemenlerin zulmüne uğrayan ezilen halklar, zorunlu göçlere mecbur bırakılmış, hatta soykırımlara uğramışlardır. Savaşlardan, açlıktan, yoksulluktan kaçan insanlar daha iyi bir yaşam hayali için göç etmiş, anılarını arkalarında bırakıp yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Bugün de kapitalist sistem altında dizginsiz sömürü ve zulüm devam etmektedir. Savaşlar, baskıcı rejimler, işsizlik, yoksulluk gibi nedenlerle yaşadıkları ülkeleri terk eden emekçiler, koşulları görece daha iyi olan ülkelere göç etmeye çalışırken umut yollarında can veriyorlar.
14 Haziranda Libya’dan İtalya’ya doğru yola çıkan 600’den fazla göçmeni taşıyan, ambarında 100’e yakın çocuk bulunan tekne Yunanistan’ın güneyindeki Mora yarımadası açıklarında batmış, kaza sonrası yüzlerce göçmene ulaşılamamıştır. Mülteci dayanışma örgütlerinin teknenin içinde bulunduğu tehlikeli durumu defalarca Yunanistan, Malta ve İtalya sahil güvenlik birimlerine bildirip, tekne ile iletişim kurdurulmasına rağmen yardım ulaştırılmaması üzerine bu facia yaşanmıştır. 6 Ağustosta İtalya’nın Lampedusa Adası açıklarında 45 göçmeni taşıyan bot alabora olmuş ve 41 göçmen yaşamını yitirmiştir. Uluslararası Göç Örgütünün (IOM) açıkladığı verilere göre, 2014’ten bu yana Libya ve Tunus’tan İtalya’ya göç etmeye çalışan 14 binden fazla göçmen hayatını kaybetmiş veya kaybolmuştur. Yaşanan olaylar göç sorununun çok büyük bir sorun haline geldiğini ve kapitalizm altında çözülemeyeceğini göstermektedir. Çünkü yaşam koşullarının gün geçtikçe daha da zorlaşması, göçü dinginsiz bir şekilde arttırmaktadır.
Göç etmek kurtuluş mu?
Uluslararası Göç Örgütünün 2020 yılında açıkladığı verilere göre dünya genelinde 281 milyon insan göçmen konumunda bulunuyor. Bu sayı dünya nüfusunun %3,6’sına tekabül ediyor. Her yıl düzensiz ve kayıt dışı göçmenlerle 10 milyonlar düzeyinde arttığı da hesaba katıldığında göçmen sayısının nasıl astronomik rakamlara ulaştığı görülecektir. Neredeyse dünya üzerinde yaşayan her yirmi kişiden biri göçmen olarak hayatına devam etmektedir.
Göç etmeye karar veren insanlar gitmek istedikleri ülkede “daha insani koşullarda, mutlu yaşarım” diye düşünüyorlar. Türkiye’de de yoğun bir göç dalgası hem dışarıdan içeriye hem de içeriden dışarıya doğru devam ediyor. Son yıllarda kapitalizmin derinleşen ekonomik krizinin etkisi ve krizi katmerleyen tek adam rejimi sebebiyle özellikle gençler kurtuluş olarak Avrupa ülkelerine gitmeyi yeğliyorlar. Fakat gitmek istedikleri ülkelerin kabul koşulları ve bu koşullara uyan insan sayısı bir hayli az. Örneğin Almanya dil zorunluluğu ararken bu kriterini kaldırdı ve göç etmek isteyenlere umut yarattı. Ancak yine de göçmen olarak kabul ettiği ve kapılarını açtığı sadece nitelikli işgücü olmaya devam etti. Göçmenler sıklıkla Batı ülkelerine göç etmek istiyorlar. Fakat Batılı kapitalistler kendi işlerine yarayan nitelikli işgücü dışındaki insanları çer çöp olarak görüyorlar. Binlerce insanın göç yollarında ölmesi umurlarında bile değil. Avrupa devletlerinin ikiyüzlülüğünü ve gaddarlığını gösteren son örneklerden biri de “demokratik” İngiltere’nin göçmenler için hazırladığı “yüzer kamp” projesi.
İngiltere hükümeti Manş denizi üzerinden gelerek İngiltere’ye iltica başvurusunda bulunan göçmenlerin yerleştirilmesi için “Bibby Stockholm” adlı 3 katlı ve 222 odalı gemiyi yüzer kamp yaptı. Hükümet yetkilileri toplamda 500 erkek göçmenin kademeli olarak yüzer kampa yerleştirileceğini açıkladılar. İngiltere İçişleri Bakanlığı sözcüsü “kullanılmayan askeri tesisler ve gemilerin devreye sokulması, ülkeye küçük teknelerle gelenleri yerleştirmek için daha ucuz, uygun ve denetimi kolay yerleşimler sağlamış olacak” diyerek göçmenlere bakış açısını göstermiş oldu. Diğer taraftan insan hakları ve göçmen hakları savunucuları yüzer kampa başından beri karşı çıkıp insan haklarına aykırı olduğunu vurgulayarak projeye karşı protestolar düzenlediler. 2017 yılında onlarca kişinin ölümüne yol açan Londra’daki apartman yangınına atıfla “yüzen Grenfell” olabileceğini dile getiren göçmen hakları savunucuları yangın tehlikesine dikkat çektiler. Yerleştirme işleminden dört gün sonra 11 Ağustosta kullanılan suda bir tür akciğer rahatsızlığı olan lejyoner hastalığına[*] yol açan lejyonella bakterisi bulunması sebebiyle yüzer kamp tahliye edildi. Yüzer kampta kalan bir mülteci bakteri bulunan suyu içtiklerini ve duşta kullandıklarını dile getirip, “sudan örnek aldıklarını söylüyorlar ama sonuçlar gelmeden, sanki hiçbirimizin bir önemi yokmuş gibi bizi oraya koydular. İçinde yaşanabilir olduğuna emin olmaları gerekirdi. Neden sonucu bekleyip her şeyin yolunda olduğuna emin olmadılar? Hayvanlardan daha kötü muamele görüyoruz. Bizi tehlikeye atıyorlar” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor. Yüzer kampta yaşayan bir başka göçmen ise “Biliyorlarsa bizi oraya yerleştirmemeleri gerekirdi. Bizi neden oraya koydular? Hasta olmaktan korkuyorum. Burada kimsem yok, ailem yok” diyerek tepkisini ve korkularını dile getiriyor.
İngiltere’deki yüzer kamp örneğinin de gösterdiği gibi sermaye için emekçilerin canı onlara kâr elde ettirmediğinde hiçbir anlam ifade etmiyor. Sermaye emeği istediği yerde istediği zaman ve istediği şekilde sömürmek istiyor. Bu yüzden de aslında emek göçü sermayedarların işine geliyor. Göçün artması yedek işgücü ordusunun büyümesine yol açıyor. İşgücü piyasasındaki rekabet dolayısıyla sermayedarlar piyasadaki en nitelikli işgücünü en ucuza satın almak istiyor. Üstüne üstlük göçmen işçiler, hayatta kalmak için her türlü zorlu koşula boyun eğmeye razı oluyorlar. Bunu bilen kapitalistler ise ucuz işgücü çalıştırmanın getirdiği kârlılık bir yana, görece daha fazla ücret ödediği yerli işçileri de işsizlikle terbiye etme yoluna gidiyor.
Dünyanın bir ucunda bir kelebek kanat çırptığında diğer ucunda kasırga kopar misali kapitalizm yerkürenin dört bir yanındaki emekçilerin kaderini ortaklaştırmıştır. Bu bakımdan kapitalizm altında emekçiler için güvenli bir yurt yoktur. Batı ülkeleri kapitalist sistemin tarihsel krizinden azade değildir. Kapitalist piramidin en üstlerinde yer alan Batı ülkelerinde dahi bugün son onyılların en yüksek enflasyon oranlarıyla, hayat pahalılığı ve alım gücünün düşmesiyle karşılaşıyoruz. Bu ülkelerdeki işçiler de protesto eylemleriyle ayağa kalkmış durumdalar. Gidilecek güvenli bir yurdun olmadığının farkına varıp mücadeleye girişenler umutlarını diri tutarlar. Hayallerimizi bile kendi bekasını sürdürmek uğruna kısıtlayan ve kurtuluşu hep kendi sınırları içerisinde aratan kapitalist sistem yıkılmadıkça göç ve göçmen sorunu son bulmayacaktır. Umut yolculuğunda kapitalistlerin kurdurdukları sınırlı hayaller peşinde yok olmaktansa, kapitalist sistemin yıkıldığı, sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya için mücadele saflarını hep birlikte güçlendirelim.
[*] Lejyoner hastalığı: Grip benzeri semptomlarla başlayıp, zatürreye doğru ilerleyen hastalık tedavi edilmediğinde solunum yetmezliği ve çoklu organ yetmezliği gibi hastalıklara yol açıp ölüme sebebiyet verebiliyor. Bu bakteri genelde insan yapımı su sistemlerinde, verimliliği düşürmemek adına daha az dezenfeksiyonun yapıldığı yapılar ile otel, yurt, hastane gibi çok fazla insan tarafından kullanılan binalarda görülüyor.
link: Metin Güral, Kapitalizmde Emekçiler İçin Güvenli Bir Yurt Yok!, 25 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8049
Şairin Avazı: “Fikrinden Geceler Yatabilmirem”
Tarikat Olgusu ve Gerçek Laiklik Mücadelesi