ABD’li siyah yazar James Baldwin, bundan altmış sene evvel kaleme aldığı bir kitapta, “yoksullukla mücadele eden herkes yoksul olmanın ne kadar pahalı olduğunu bilir” demişti. 2020’yi geride bıraktığımız şu günlerde, aslında insanlığa altın çağı yaşatacak imkânları barındıran gezegenimizde yoksulluk hiç bu kadar pahalı olmamıştı. Zengin ile yoksul arasındaki makasın açılmaktan kırılacak noktaya geldiği bu uzay çağında suya, gıdaya, sağlığa, eğitime erişim olanağı hiç bu kadar zamanın gerisine düşmemişti. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Birleşik Krallık’ta (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) 2018-2019 yılları arasında 4,2 milyon çocuk (ülkedeki çocukların %30’una denk geliyor) yoksulluk içinde yaşarken, pandemi sonrası derinleşen ekonomik krizle birlikte bu sayı hızlı bir şekilde artıyor.
2020’nin sonlarında Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) yetmiş seneyi aşkın tarihinde ilk defa İngiltere’de yoksul çocuklar için yerel acil durum müdahalesinde bulundu. Salgın sürecinin İkinci Dünya Savaşından bu yana çocukları etkileyen en büyük süreç olduğunu söyleyen UNICEF’in devreye girmesi başta İngiltere olmak üzere Birleşik Krallık’taki çocuk yoksulluğunu yeniden gündeme getirdi. Noel ve kış tatili boyunca belli sayıda çocuğun beslenmesine yardımcı olacak bir fon ayırdığını ilan eden UNICEF’in bu müdahalesi, büyüyen yoksulluğa ve bu yoksulluğa çare olamayan Birleşik Krallık hükümetine duyulan tepki ve öfkeyi de beraberinde getirdi. Son olarak geçtiğimiz haftalarda düşük gelirli ailelerin çocuklarına sağlanan “ücretsiz okul yemeği” paketlerinden çıkan yetersiz ve düşük kaliteli yiyecekler tepkilerin iyice büyümesine sebep oldu.
2020’nin başlarında hükümetin ücretsiz yemek yardımını durdurma kararına karşı başlatılan büyük bir kampanyayla hükümete geri adım attırılmış, salgın sürecinin başlarında düşük gelirli ailelerin çocuklarına tatil günlerinde de ücretsiz yemek desteğine devam edilmesi için yeni bir kampanya yürütülmüş, bu kampanya sonucunda hükümet “ücretsiz yemek kuponu” uygulamasını başlatmak zorunda kalmıştı. Koronavirüsle birlikte okulların kapatılması sebebiyle kupon yerine evlere “gıda paketi” gönderilmeye başlandı. Ancak ailelerin sosyal medyada paylaştığı fotoğraflarda kupon değerinin çok altında gıdalar gönderildiği anlaşıldı ve bu durum bütün ülkede tepkilere neden oldu. Örneğin ailelerin sosyal medyada paylaştığı paketlerin birinde 2 muz, 2 havuç, 3 elma, bir kutu konserve kuru fasulye, 2 patates, 8 dilim peynir, bir domates, bir paket ekmek vardı. Ailelerden istenen ise 10 gün boyunca bu paketle idare etmeleriydi! 30 sterlinlik olması gereken bu gıda paketlerinin 10 sterlin bile etmediği yerde bir kazanan vardı elbette. Gıda paketlerinin tedariki dünyanın en büyük catering şirketi Compass Group’un yan kuruluşu Chartwells şirketine verilmişti. Ve bu, Boris Johnson hükümetinin pandemi boyunca büyük şirketlere çektiği kıyaklardan yalnızca biriydi. İngiltere’de ücretsiz okul yemeklerinin uzun bir geçmişi vardır. 1870’lerde zorunlu eğitimin getirilmesiyle birlikte yüz binlerce yoksul çocuk okula aç bir şekilde gitmeye başladı. Giderek büyüyen bu soruna çözüm olarak ilk adım Manchester’da bazı düşük gelirli ailelerin çocuklarına ücretsiz yemek verilmesiyle atıldı. Ardından bu uygulamanın giderek yaygınlaşmasını ve daha besleyici gıdalar içermesini sağlayan yasalar çıkartıldı. Örneğin 1946’da tüm çocuklar için ücretsiz süt uygulaması getirildi. Ancak Margaret Thatcher’ın önce Eğitim Bakanı olduğu dönemde 7 yaş üstü çocuklara süt dağıtımı kesildi, ardından Başbakan olduğu dönemde ücretsiz süt uygulamasına tümüyle son verilerek okul yemeği hizmetleri özelleştirildi. Sonuç; daha fazla kâr elde eden şirketler, daha az besleyici ve daha ucuz yemekler!
Aradan geçen yıllar boyunca ücretsiz okul yemeği uygulaması, hükümetlere, siyasi dengelere, işçi ve emekçilerin büyüyen tepkilerine göre değişiklik gösterdi fakat çocuk yoksulluğu özellikle son birkaç yılda dramatik bir şekilde artmaya devam etti. Örneğin 2015-2018 yılları arasında çocuk yoksulluğundaki %4 artışla Birleşik Krallık, 24 Avrupa ülkesi arasında birinci sırada yer aldı. Sadece pandemi sürecinde en az 130 bin çocuk yoksulluğa sürüklendi. Her beş çocuktan biri yeterince gıdaya erişemiyor, öğün atlıyor ya da daha az besleyici besinlerle günü geçiriyor. Açlıktan derse konsantre olamayan, sınıfta bayılan ve hatta açlık sancılarını bastırmak için tuvalet kâğıdı yiyen çocukların ilk şahidi öğretmenler... Yıllardır uygulanan kemer sıkma politikalarının işçi ailelerini ve çocuklarını yoksulluğa sürüklediğini yüksek sesle dillendiren Ulusal Öğretmenler Sendikası (The National Union of Teachers) üyesi öğretmenler, Charles Dickens’ın romanlarındaki 1800’lü yılların manzaralarının yeniden canlandığını söylüyorlar. Okulların kapalı olduğu, yüz binlerce işçinin işini kaybettiği bu süreçte yoksulluk şimdilik kapalı kapılar ardında, dört duvar arasında büyümeye devam ediyor. Ancak işçi sınıfının öfkesi, bu öfkenin ortasında da o işçilerin çocukları büyüyor; kapitalizmin birer mezar kazıcısı olarak!
link: Londra’dan bir MT okuru, Medeniyetin Öteki Yüzü: İngiltere’de Çocuk Yoksulluğu, 22 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7267
Rejimin Sıkışmışlığı
Tigre Krizi: Etiyopya’da Neler Oluyor?