Uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günümüz kutlu olsun. 1 Mayıs’a hangi koşullar altında olursak olalım sahip çıkmak, mücadele bayrağını yükseltmek görevimiz. Sınıfımızın mücadele tarihinden de görüyoruz ki geçmişten geleceğe inancın, umudun ve kararlılığın köprüsünü kuran güçlü bir geleneğimiz, çok güzel yaşanmışlıklarımız var bizim. Geçmişte 1 Mayıs’ın meydanlarda kutlanamadığı zamanlardan, meydanların işçi kitleleriyle zapt edildiği zamanlara gelinmiş. Binlerce mücadeleci, devrimci insan hapishane duvarlarının ardından katmış yüreğindeki coşkuyu dışarıdaki dostlarının türküsüne. Hiçbir zorluk ve engel uzun süre durduramamış işçilerin coşkun akan selini. En zorlu zamanlarda bile dışarıda olanlar mücadeleyi örgütlemeye, büyütmeye devam ederken içerden dışarıya umudu büyütenler de hep olmuş. İşte onlardan biri de Nâzım Hikmet’tir. Uğruna hapislerde yattığı komünist fikirleri, mücadelesi ve şiirleriyle bu gün de hepimize güç vermeye, umudumuzu büyütmeye devam ediyor. O, uzun yıllar hapis yatmasına rağmen coşkusunu ve işçi sınıfına inancını hiçbir zaman kaybetmedi. Pek çok insana ilham kaynağı oldu. Genç işçiler, devrimciler onun şiirlerini okudu, okuyor. Bursa’da hapis yatarken “onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar” dediği ve dünyanın kaderini değiştireceğine inandığı işçiler ona sevgisini göstermek ve 1 Mayıs’ını kutlamak için engelleri aşarlar. Nâzım’ın kendi sesinden kaydedilen bu hatırası TÜSTAV’ın arşivinde yer almaktadır. Nâzım “ömrümün en güzel hatıralarından birisi budur” dediği olayı şöyle anlatır.
“Bursa hapishanesindeydim ve hapishanede olmama rağmen -ben şahsen değil, Bursa Hapishanesinde bir komünistin bulunması yüzünden, yani Bursa Hapishanesinde Türk yurtseverlerinden bir tanesinin bulunması yüzünden- 1 Mayıs Bayramından dört gün önce Bursa Hapishanesinin etrafı yani hapishanenin duvarlarının etrafı jandarma kuvvetleri ile sarıldı. Jandarmalar gene var fakat yani ikinci bir kordon halinde kulelerde değil yalnız bütün sokaklarla filan… Bu aşağı yukarı işte o yıllardaydı ki efendiler mecbur kalmışlardı bazı demokratik hakları bir zaman için olsun tanımaya. İşte bu zamanlardaydı binaenaleyh bir haber duyulmuş ki Bursa işçilerinin bir kısmı bir nümayiş yapacak ve bu nümayişlerini Bursa Hapishanesinin önünde yapacak. Bir Türkiye komünisti, yani kendilerinden bir insan Bursa Hapishanesinde yattığı için. Bundan dolayı hapishane çevrildi bir hafta önce ve hatta içeriye ziyaretçi bırakmadılar.”
“Nihayet 1 Mayıs’ın arifesinde ben de o zamanlarda hastanedeydim yani birinci kalp krizini geçirmiştim. Hastanede yatıyordum. Akşamüstü hastanenin revirine iki çocuk getirdiler. Tevkif edilmiş dışardan mahkemeye, mahkemeden sevk ettiler hastaneye. Revire sevk etmelerinin sebebi ikisinin de belliydi; kafaları yarılmış ve yüzleri gözleri kan içindeydi. Neyse revirde lazım gelen ilk tedavileri yapıldı. Bir tanesinin başındaki yara bir hayli ağırdı belli. Anlaşılıyor ki birbirleri ile dövüşmüşler ve bundan dolayı polis bunları yakalamış tevkif etmiş, ikisi de birbirinden şikâyetçi, hapishaneye göndermiş.
“Çocuğun birini, hafif yaralısını koğuşa gönderdiler ağır yaralı revirde kaldı. Böyle 15-16 yaşlarında tığ gibi bir işçi delikanlısı. Ama sarı, benzi uçuk, ama kocaman elleri var. Büyük işçi elleri gibi. Ama harikulade gözleri var. Çocuk gözleri. Fakat çocuk gözlerinin içinde tıpkı büyük insanlarınki gibi ümidi olan azmi olan ve biraz da kederi olan gözler. Neyse çocukla bakıştık. İşçi çocuğu. Benim memleketimin en güzel çocuğu. Bahtiyarlığı için bütün ömrümü verdiğim çocuk. Dövüşmüş, ne yapalım, çocuk! Neyse kaldı revirde, benim de orada bir odam var, revirde ayrı bir oda vermişler ki bende malum sâri hastalık müthiş komünist hastalığı yani en büyük sâri hastalık bende olduğu için revirde dahi tecrit edilmiş durumdayım.
“Neyse yatıyorum koğuşta, gece yarısı uykum da tavşan uykusudur. Şimdi mütemadiyen ev ha basıldı ha basılacak olduğu için mecburum daima tetik üstü durmaya. Neyse kapı açıldı -gırç- baktım çocuk içeri girdi. Malum hastanede lamba sönmez. Lambayı söndürme hakkına haiz değilsin, lamba yanar. Girdi çocuk içeri. Kalktım, “ne istiyorsun?” dedim. “Nâzım abi sana geldim” dedi. “Yarın 1 Mayıs” dedi. “Arkadaşlar sana bir hediye gönderdiler” dedi. İşçi tulumunun içinden küçük bir karanfil çıkardı. Kırmızı bir karanfil. Ömrümde aldığım en büyük hediye ve en büyük mükâfat bu karanfildir.
“Sonra anladım ki karar vermişler hapishaneye ziyarete gelmek, başkasını görmek vasıtasıyla beni görmek kabil değil, beni -benim şahsım mevzu bahis değil- bir Türk komünistini görmek kabil değil. Binaenaleyh ne yapmak lazım, karar vermişler iki çocuk dövüşecek. Tabii dövüşünce de biraz coşmuşlar birisi öbürünün kafasını fena halde yarmış hani. Onun için de polise gitmişler, şikâyet etmişler, düşmüşler hapishaneye. O kafası tabii fena halde yarılan ona devredilmiş o esnada karanfil, revirde kalacağı anlaşıldığı için ve bana benim işçi sınıfımın bu armağanını verdiler. Ömrümün en güzel hatıralarından birisi budur.”
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Sosyalizm!
Nâzım’ın kendi sesinden kaydedilen bu hatırasını dinlemek için tıklayın
link: Pendik’ten bir MT okuru, Nazım Hikmet’e Verilen Kırmızı “1 MAYIS” Karanfilinin Hikâyesi, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6920
1 Mayıs Geleneği İnatçıdır, Koronavirüs Baş Edemez!