Korona günlerinden önce dünyanın pek çok yerinde işçiler ve emekçiler mücadele meydanlarını dolduruyorlardı. İşsizliğe, zamlara, diktatörlere karşı direnen işçi sınıfı burjuvaziyi hop oturtup hop kaldırıyordu. İşçi sınıfının gençleri de meydanlarda yerini alıyordu. Bizler Marksist Tutum’u takip eden gençler olarak bir araya geldik ve dünyanın pek çok yerinde gerçekleşen mücadeleleri konuştuk. Bugün her ne kadar bu hareketler geçici olarak geri çekilmiş olsa da, yaşanmakta olan büyük krizin etkisiyle yarın hepsi yeniden ve çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır. Buna hiç şüphemiz yok. Son yıllarda yaşananlar önümüzdeki süreçte yaşanacak olanlara da ışık tutuyor.
Şili’de son yıllarda yükselen mücadele egemenlerin yüreğine korku saldı. Ulaşıma yapılan zam bardağı taşıran son damla oldu. Peki, işçi ve emekçileri sokaklara döken şey sadece yapılan zam mıydı? Elbette dert tek başına zamlar değil. Şili’de özellikle askeri diktatörlük döneminden bu yana emekçi halk baskı, işkence ve hak gasplarıyla geçen karanlık yıllar yaşadı. Yıllar boyu neoliberal politikaların kıskacında işçi sınıfı adeta cehennemi yaşadı. Özellikle sağlık ve eğitim sistemlerinin neredeyse tamamen özelleştirildiği, üniversite harçlarının en yüksek, öğretmen maaşlarının en düşük olduğu bir ülkedir Şili. Diktatörlük yıllarından bu yana gelir dağılımındaki uçurum alabildiğine arttı. İşçi ve emekçiler son yıllarda aslında onlara yaklaşık yarım asırdır çektirilen sıkıntıların hesabını sormaya başladılar. Bu politikalardan en çok etkilenen işçi sınıfının gençleri mücadele saflarında en önde haykırmaktaydı: “Başka Bir Dünya Mümkün, Kapitalizme Ölüm!”
Cezayir’de de yıllar boyu süregelen Buteflika liderliğindeki diktatörlük işçi sınıfına özellikle de genç kuşaklara kan kusturdu. İşçiler baskılar ve yasaklara artık yeter dediğinde Cezayir işsizlikten, açlıktan adeta kırılıyordu. Emekçileri en çok öfkelendiren şey ise onlar yoksulluktan kırılırken rejimin temsilcilerinin saraylarda zevkusefa içinde yaşamasıydı. Tüm ülke adeta Buteflika ve etrafındaki bir avuç asalağın sefahati ve çıkarları için vardı. Cezayir yolsuzlukların, çürümüşlüğün ve yozlaşmanın dört bir yanı sardığı bir dönemdeyken emekçiler “bu ülke bizim, biz egemen olmalıyız” diyerek diktatörlüğü alaşağı ettiler. Yine mücadelenin en önünde işçi sınıfının gençleri cesaretle diktatörlüğe karşı savaşıyordu.
Sudan’da da benzer şekilde Ömer el Beşir diktatörlüğü işçi sınıfının iliğini sömürdü. Yıllar boyu askeri diktatörlüklerden sıdkı sıyrılan emekçiler, Beşir diktatörlüğü altında acımasızca ezildiler. Özellikle son yıllarda ekonomik krizin derinleşmesiyle beraber kitlelerdeki öfke de arttı. Öyle ki Sudan’da enflasyon yüzde yüzü aşan boyutlara varmıştı. Başta ekmek olmak üzere temel ihtiyaçlara gelen yüksek zamlara karşı halk ayağa kalktı. Yıllar boyu diktatörlüğün çizmesi altında ezilen kadınlar mücadeleye öncülük ettiler. “Devrim!” diye haykıran emekçi kadınlar “mermi değil sessizlik öldürür” diyerek diktatörlüğe meydan okudular.
İsyan sahnesine çıkan Iraklı emekçiler de derinleşen krizin bedelinin kendilerine ödetilmesine karşı meydanları boş bırakmadı. Iraklı egemenler bütün zenginliğe el koyarak işçi sınıfını yıllarca sefalete mahkûm etti. Üstelik emekçiler yıllar boyu egemenlerin mezhepsel kışkırtmalarıyla birbirlerine düşman edilmişti. Ancak ekonomik kriz bütün yapay ayrımların bertaraf olduğu bir süreci başlattı. İşçi ve emekçiler ekmekleri ve gelecekleri için birleşti. Iraklı gençler mücadele meşalelerini yakarak tüm ülkeye cesaret ve umut verdi. İşçi sınıfının gençleri “artık korkacak bir şey kalmadı, çünkü kaybedecek bir şeyimiz yok” diyerek meydanlara aktı.
İran’da da işsizliğin artması, enflasyonun yüzde 60’lara varması ve özellikle son yıllarda gıda fiyatlarına yapılan fahiş zamlar kitleleri çileden çıkardı. Zaten 40 yıldır iktidarda olan Molla rejimi bütün demokratik ve sendikal hakları yasaklayarak öfkenin mayalanmasına neden olmuştu. İşçi ve emekçilerin yoksulluğu ile Molla rejiminin sefahati büyük bir çelişki olarak yıllar içinde iyice büyüdü. Emekçiler “Mollalar adeta tanrı gibi yaşarken biz yiyecek ekmek bulamıyoruz” diyorlar. Emekçiler ekmek derdindeyken, İranlı egemenler Irak, Suriye ve Yemen’de savaş naraları atarak kaynakları silahlar için kullanıyorlar. Bu çelişkilerin kıskacındaki İran’da mücadele dalgaları fasılalar halinde yıllarca sürdü. Son yıllarda biriken çelişkilerin hayatı çekilmez kıldığı İran’da işçi sınıfının kitlesel eylemleri gittikçe artıyor. En son 70 kente yayılan protestolar artık halkın molla rejiminden kurtulmak istediğini gösteriyor. Protestolarda emekçiler ortak sınıfsal talepleri yükseltirken, egemenlerin yarattığı yapay ayrımları da boşa çıkardı.
Yunan işçi ve emekçiler 2008 krizinin ardından büyük bedeller ödediler. Yunanistan iflasın eşiğine gelmişti. İşsizlik, hayat pahalılığı, hak gaspları ve kamudaki bütçe kesintilerinin ayyuka çıktığı bir dönemde egemenler krizin faturasını emekçilere yıkmaya çalıştı. İşçi sınıfı, burjuvazinin saldırılarına karşı adeta tüm ülkede bir mücadele hattı örerek genel grevlerle tepkisini sokaklarda haykırdı. Genç işsizliğin yüzde ellilere vardığı yani her iki gençten birinin işsiz olduğu Yunanistan’da özellikle gençler militan eylemlerle mücadelenin en önünde yer aldı. Burjuvazinin topyekûn saldırılarına karşı Yunan işçi sınıfının yükselttiği mücadele egemenleri korkuya boğdu. Yunan işçi sınıfı, mücadeleci geleneğini her daim yaşattı. İkinci Dünya Savaşında Nazi işgaline cesurca direnen Yunan halkı, egemenlerin krizi fırsata çevirmesine ve faturayı kendilerine kesmesine de sessiz kalmadı. Geçtiğimiz yıllarda da egemenlerin kemer sıkma politikalarına Yunan işçi ve emekçiler yine genel grevlerle, kitlesel gösterilerle cevap verdi.
2008 krizinin sonuçlarının iyice kendini belli ettiği ve yeni bir krizin dalgalarının sarstığı ABD’de de işçiler ve gençler krizin faturasının kendilerine kesilmesine tepki gösterdiler. Devletin her krizde dev tekellerin imdadına yetişmesi öfkeyi arttırmıştı. Bu arada öğrenci gençlik de okurken borçlanmaya devam ediyordu. Mezun olduklarında ödenmesi gereken devasa borçlarla, işsizlik gerçeğiyle, iş bulabilenlerse ağır çalışma koşullarıyla karşı karşıya kalmaktaydı. 2008 krizinin yıkıcı etkileri sonucunda, izleyen yıllarda tüm dünyada işçi sınıfının geniş kesimleri alanlara çıkarken ABD’de de işçiler “biz %99’uz!” “Wall Street’i İşgal Et” eylemleriyle kapitalist tekellerin merkezlerinde büyük gösteriler düzenlediler. Sınıf mücadelesi, sosyalizm, komünizm sözcüklerinin öcüleştirildiği ABD’de işçi sınıfı ve gençlik içindeki bu eylemler çok şey ifade ediyordu. İlerleyen yıllarda Harvard Üniversitesinin yürüttüğü bir çalışmaya göre 18 ilâ 29 yaş arası Amerikalıların yüzde 51’i kapitalizmi reddediyor, üçte biri de sosyalizmi desteklediğini söylüyor. 2016 yılı boyunca Amerikalı gençlerin kendine sosyalist diyen Bernie Sanders’ın seçim kampanyasında gösterdikleri çaba ve örgütlü çalışma, sosyalizm mücadelesinin ve örgütlülüğün gençlerin yaşamına daha çok girdiğini gösteriyor. Gençliğin yolunun kapitalizme karşı mücadele olması gerektiği daha geniş gençlik kitlelerince kabul görüyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da gençler, geçtiğimiz dönemde hükümetin hak gasplarına karşı alanlarda işçilerle birlikte yürüdüler. Gelecekten kaygısı olan öğrenciler Fransa’daki eylemlerde önemli bir kesimi oluşturuyordu. Macron hükümeti saldırılarını sürdürürken, genciyle yaşlısıyla işçilerin ve emekçilerin hayatı durduran mücadelesiyle karşılaştı. Fransa işçi sınıfı geçmişteki mücadelelerini hatırlıyor, dünü bugüne bağlıyor. Fransa’da gerçekleştirilen eylemler, 1968 Baharını ve 1995’te gerçekleştirilen genel grevi hatırlattı. 60’lı yılların sonunda işçi sınıfının ve gençliğin devrimci öfkesi büyüyor kitlesel eylemlere dönüşüyordu. ABD’de, Vietnam’a karşı yürütülen savaşa ve ırkçılığa karşı bir öfke birikiyordu. Yüz binlerin katıldığı gösteriler yapılıyor, üniversiteler işgal ediliyordu. ’68 Mayısına gelindiğinde eylemler Fransa ve İtalya’ya da sıçradı. Devrimci genç işçiler ve öğrenciler ön saflarda yer alıyorlardı.
Fransız işçi sınıfı geçmişini unutmayıp tekrar tekrar ayağa kalktı. 2016 yılında Fransız hükümetinin iş güvencesini ortadan kaldırmaya, haftalık çalışma saatlerini arttırmaya yönelik “reform” paketine karşı yüz binler meydanlarda “Evimize Dönmüyoruz”, “Gençlik Acı İçinde, Yaşlılar Perişan, Bu Bizim İstediğimiz Toplum Değil” diye haykırıyorlardı. Macron hükümeti ise “emeklilik reformu” adı altında emeklilik yaşının yükseltilmesini ve maaşların düşürülmesini hedefleyen saldırıları daha da hızlandırdı. Yine meydanları dolduran işçiler hayatı durma noktasına getirdiler. Gelecek kaygısı olan gençler ise, öfkelerini, enerjilerini protestolara aktardılar. Bugün yapılmak istenen saldırı planı 1995’te hayata geçirilmeye çalışılmış ancak emekçiler bu saldırıya 22 gün süren genel grevle karşılık vermişti. Bu mücadele sonucunda hükümet geri adım atmış, kazanan işçi sınıfı olmuştu. 5 Aralık 2019’da aynı saldırılara karşı işçiler ve öğrenciler birlikte alanlara çıktılar. Liseli ve üniversiteli öğrenciler dayanışma fonlarının oluşturulmasında aktif rol aldılar. Okullarında boykotlar düzenlediler. Meydanlarda işçiler ve emekçiler “Asla Pes Etmeyeceğiz!” diye haykırdılar. “Geri adım atmayacağız!” diyen hükümet ise işçilerin, emekçilerin kararlı mücadelesi sonucu geri adım atmak zorunda kaldı. Fransa işçi sınıfı 1968’ten bu yana gerçekleşen en uzun greve imza attı.
Biz devrimci gençler, yaratılan korona paniğiyle dünya işçi sınıfının öfkesi ve eylemleri şimdilik bastırılmış görünse de, dünyadaki bu hareketlenmelerden ve tarihsel iyimserliğimizden umutla donanıyor, güzel günlerin geleceğine yürekten inanıyoruz. Ancak şunu da biliyoruz; güzel günler öyle kolayından gelmeyecek. Gençlik, örgütsüzlüğü öven bağımsız bir mücadele yerine, devrimci işçi sınıfının yolundan yürüdüğünde, onun enerjisi ve değişim isteği sosyalizm mücadelesinde taş üstüne taş koyacak, mücadelemizi ileri taşıyacaktır.
link: Ankara’dan MT okuru gençler, Dünyada Gençliğin Mücadelesi, 29 Nisan 2020, https://marksist.net/node/6907
Ne Gördüğümüz Kadar Nasıl Baktığımız da Önemlidir
Rejimin “Koronavirüsle Mücadele” Stratejisi