Henüz 1. ve 2. Dünya Savaşının gerçekleşmediği, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombasının atılmadığı, Çernobil faciasının yaşanmadığı, yeryüzünün üzerine çorak topraklar gibi yüzlerce çizginin çizilmediği ve insanoğlunun ve tüm canlıların ortak mirası olan dünyamızın henüz bu kadar yağma ve talana açılmadığı koşullarda, işçi sınıfının tarihsel önderlerinden Karl Marx şu sözleri söylemişti: “Kapitalistler gölgesini satamadığı ağacı keserler.” Düşünün ki bu söz, bundan 200 yıl önce, yüzlerce canlı türünün soyunun tükenmemiş olduğu bir dönemde söylenmiş. Burada Marx’ın ileri görüşlülüğünün yanı sıra, burjuvazinin cibilliyetini ve kapitalist sistemin nasıl da doğa düşmanı olduğunu da görüyoruz. Kapitalist üretim ilişkilerinin yeryüzüne hâkim olmasıyla birlikte, bilim ve teknoloji doğaya uygun biçimde insanlığa hizmet edeceği yerde, doğa ve insan kapitalist sisteme hizmet eder duruma gelmiş, doğa alabildiğine yağmalanmıştır ve halen de yağmalanmaya devam etmektedir.
Geldiğimiz noktada dünyamız hızlı bir şekilde iklim değişikliğinin etkisine giriyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişiklikleri hızlı bir şekilde artmakta, buzullar erimekte, çölleşme hız kazanmakta, doğaya kendini yenileyemeyecek düzeyde zararlar verilmektedir. Tamamen burjuvazinin daha çok kâr edebilmesi, servetine servet katabilmesi için, yeryüzü ciğerlerine kadar sökülmekte, on binlerce fabrikanın kirli atıkları havaya ve suya karışmaktadır. Belki de hepsinden beteri, dünyamız nükleer silah deposuna dönüşmüş durumdadır ve emperyalistlerin bunları kullanmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Özellikle son yüz yılda ırkçı, gerici, faşist liderlerin işbaşına geldiği bütün dönemler sadece insanlık için değil, doğa ve diğer canlı türleri için de büyük bir yıkım olmuştur. Bugün de kapitalist sistemin çürümüşlüğünün ve burjuvazinin doymak bilmez açgözlülüğünün bir ürünü olan faşist/faşizan liderlerin tüm canlı türlerine nasıl zarar verdiği ortadadır.
Örnekse Trump’ın doğanın tahribatını hiçe sayan tutumları, Brezilya’nın faşist lideri Bolsonaro’nun daha başa gelir gelmez dünyanın akciğeri olarak bilinen amazon ormanlarında müthiş bir katliama girişmesi, pek çok bölgesini madenciliğe açması, Amazon ormanlarını yakmaları ve söndürmemeleri verilebilir. En beter örneklerden biri de Erdoğan iktidarı altındaki Türkiye’dir. Son günlerde hızla gündeme oturan Kaz Dağları sadece son örneklerden biridir. Kanadalı bir şirketin (aslında nereli olduğu fark etmez) Kaz Dağlarında siyanürle altın aramaya başlamasıyla birlikte daha ilk etapta on binlerce ağaç kesilmişti. Buna kamuoyunda önemli bir tepkinin oluşmasıyla birlikte, ilginçtir ki bir anda Kaz Dağlarının birçok bölgesinde günlerce söndürülemeyen yangınlar çıkmış, bir anda devletin yangın söndürme uçakları arıza yapmış, rejimin uşaklarıysa çıkıp hayâsızca açıklamalar yapıvermişti. Erdoğan için tam donanımlı uçaklar alınırken, söz konusu doğa olunca yangın uçakları masraflı diye kenara atılıvermiş. İşin ilginç tarafı ise, ya da kendilerine yakışır tarafı diyelim, ulumalar eşliğinde “toprağının kokusuna ölürüm, biterim” diyen ırkçı faşistler, Kanadalı bir şirketin Kaz Dağlarını talan etmesi karşısında bıraktık ölmeyi, bıraktık uğruna baş koymayı, bu haydutlara karşı çıkanları “terörist” ilan etmektedir.
Ya Trump’ın Grönland’ı satın almak istemesine ne demeli? Arsızlığıyla, pişkinliğiyle, pervazsızlığıyla tam bir sınıf ve doğa düşmanı olan burjuvazinin faşist temsilcisi olan Trump, Grönland’ı satın almak istediğini, orada önemli nadir elementlerin bulunduğunu açıkladı. Çok net değil mi? Küresel ısınmayla birlikte hızla eriyen ve bu gidişle birkaç on yıl içerisinde yok olmakla yüz yüze olan buzullar bir yanda, buzulların erimesiyle ortaya çıkacak fırsatları değerlendirmekten başka dertleri olmayan açgözlü burjuvalar diğer tarafta. Dünya yok olurken, burjuvaların tek derdi nasıl daha fazla kâr elde ederim oluyor…
Kısacası bugün kapitalist sistem alabildiğine çürümüş, doğa korkunç bir yağmaya konu olmuş, derelerimiz, temiz havamız kirletilmiş, kuşların, kurtların böceklerin ve biz insanların yaşamı hiçe sayılmış, tüm canlı türlerinin mirası, bir avuç asalağa meze olmuş durumda. Doğaya bu kadar saldırılmasıyla birlikte daha şimdiden kanser gibi öldürücü onlarca çeşit hastalık türemiş ve ilaç şirketlerinin ağzının suyu akar hale gelmiştir. Adeta koyun can, kasap et derdindedir.
Peki, bu denli ağırlaşmış sorunlar karşısında tek tek ağaç dikerek ya da kapitalizmin özüne dokunmayan eylemler yaparak kalıcı çözümler üretmek mümkün müdür? Tabii ki değildir. Kapitalistlerin işledikleri tüm bu suçlara dur demek her insanın görevidir. Bu bağlamda çeşitli düzeylerde tepkilerin örgütlenmesi, toplumda duyarlılığın arttırılması elbette son derece önemlidir. Ancak kapitalizme öldürücü darbe vurulmadan bu yağmanın ve talanın sonu maalesef gelmeyecektir. Bu darbeyi vuracak olan da örgütlü işçi sınıfı olacaktır. Bu açıdan, biz işçilere önemli bir sorumluluk düşmektedir. Sadece ekonomik sorunlara odaklanarak üç kuruşun mücadelesini yapmak yerine, etrafımızda ve dünyamızda olup bitenlere karşı daha ilgili olmalıyız. Unutmayalım, yaşanacak başka bir dünya yok ve çok daha güzel, yaşanası bir dünya yaratmak da bizim ellerimizde!
link: Esenyurt’tan bir metal işçisi, Yaşanacak Başka Bir Dünya Yok!, 30 Ağustos 2019, https://marksist.net/node/6733
Otobüsler Neden Yanıyor?
İngiliz Kapitalizminin Sancısı