Kapitalist sistem 1980’lerden itibaren işçi sınıfının haklarına daha azgınca saldırıyor. Burjuvazi derin ekonomik krizin faturasını tüm dünyada işçi sınıfına çıkarmak için her yolu kullanıyor, her fırsatı değerlendiriyor. Artan işsizlik, düşen ücretler, uzayan iş saatleri ve yoksullaşma nedeniyle yaşamımız daha çileli hale gelirken emeklilik ve sağlık sistemlerinin kamusal hizmetler kapsamından çıkarılıp özelleştirilmesi kapitalistlerin saldırı planlarının başında yer alıyor.
Bugün Türkiyeli patronların gündeminde olan ve emekçi sınıfların da daha fazla gündemine girmesi ve mücadele hedefi olarak belirlenmesi gereken konulardan biri de Bireysel Emeklilik Sistemi. BES ilk kez Türkiye’de uygulanmıyor elbette. Türkiyeli patronlar sınıfı kendi çıkarlarına uyacak uygulamaları örnek almayı çok iyi biliyorlar. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü koşullarında da sınıfı bazen kandırarak, bazen korkutarak, bazen bastırarak bu uygulamaları hayata geçiriyorlar. Fakat BES ve benzeri diğer uygulamaların başka ülkelerde işçi sınıfına, emekçilere ne bedellere mal olduğunu bilmek ve bu bilinçle burjuvazinin topyekûn saldırısına örgütlü bir karşı duruş oluşturmak gerekir.
Son 20 yılda yapılan değişikliklerle emeklilik hakkı zaten tırpanlamıştır. 1999’da yaşanan Marmara depreminin yaraları sarılmaya çalışılırken “Millet Meclisi” adı altında iş gören ama tam da burjuva devletin doğası gereği gerçekte patronlara hizmet eden TBMM’den emeklilik yasası geçmiş ve prim gün sayısı 5000’den 7000’e, emeklilik yaşı ise kadınlarda 50’den 55’e, erkeklerde 55’ten 60’a çıkarılmıştı. Aynı zamanda bu yasa geriye doğru işletildi ve o tarihten önce işe girmiş olanların da emeklilik hakkı gasp edildi. Bugün EYT diye adlandırılan hiç de azımsanmayacak bir kitle, o gün gasp edilen haklarını geri almak için mücadele ediyor. Bir sonraki saldırı da 2006 yılında AKP hükümeti eliyle gerçekleştirildi. Bu sefer de 2008’den sonra prim gün sayısı kademeli olarak 9 bine, emeklilik yaşı da kadınlarda 60, erkeklerde 65’e çıkarıldı. Bununla beraber 5510 sayılı kanun ile aylık bağlama oranları da aşağıya çekildi. Bugün gelinen durumda emeklilik yaşı yükseltildiği için çalışma süresi artmış ama artan çalışma süresi oranında da emeklilik maaşı düşürülmüştür.
Şimdi de zorunlu BES saldırısıyla karşı karşıyayız. Türkiye’de BES, 16 yıldır yürürlükte. Ancak bireysel emekliliği özendirmek isteyen iktidar, 2013’te yaptığı düzenleme ile sisteme giren ve bazı şartları yerine getirenler için fona %25 devlet katkısı yapacağını açıkladı. 2017 yılındaysa işçiler kademeli olarak otomatik BES kapsamına alındı. Fakat otomatik olarak sisteme dâhil edilen işçilere iki ay içinde sistemden çıkış hakkı da tanındı. Sisteme alınan işçilerin %60’ı sistemden çıkınca ve krizden kaynaklı sermayenin kaynak ihtiyacı artınca hükümet en az 3 yıl sistemde kalma zorunluluğu getirmek üzere harekete geçti. Buna göre yaklaşık 13 milyon kayıtlı işçinin brüt ücretinden en az üç yıl boyunca her ay yüzde 3 oranında kesinti yapılacak! İktidar için sürekli ve zorunlu BES uygulaması vazgeçemeyeceği bir kaynak olacak.
Zorunlu BES uygulaması Türkiyeli egemenlerin icadı değil. Şili bu uygulama için pilot bölge olarak seçilmiş ve sonuçları işçi sınıfı için yıkım, sermaye için ihya olmuştur. 1981 yılına kadar Şili’de yaygın kamusal sosyal güvenlik sistemi uygulanıyordu. 1 Mayıs 1981’de ise ücretliler için zorunlu, kendi hesabına çalışanlar için gönüllülük esasına dayanan özel emeklilik sistemi kuruldu. Her ücretli çalışanın ücretinin (%10’u emeklilik, %3’ü malullük, dul ve yetim aylığı sigorta primi olmak üzere) %13’ü kurulan özel sigorta şirketlerinin hesabına aktarılmıştır. Bu sistemle işverenlerin iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası dışında prim ödeme yükümlülüğü ortadan kalkmıştır. Ayrıca geçiş aşaması devlete ek yük getirmiş, bu yük de ek vergiler yoluyla yine halkın sırtına yıkılmıştır.
İlerleyen zamanlarda hastalık nedeniyle çalışamama, işsizliğin artması, düşük ücretler, artan enflasyon gibi nedenlerle işçiler emekli olmalarına yetecek prim miktarını dolduramamışlardır. Bu durum işçilerin en çok ihtiyaç duydukları zamanda emeklilik ve sağlık sigortasından mahrum olmalarına sebep olmuştur. Sonuç olarak Şili’de nüfusun yalnızca üçte biri özel sistemdedir ve bunların ancak yarısı düzenli olarak primlerini ödeyebilmektedir. Bunun nedeni, insanların büyük çoğunlukla güvencesiz, yarı zamanlı ya da geçici işlerde çalışmak zorunda olmaları, esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasıdır. Sigortalıların düzenli prim ödemeleri de iyi bir emekli maaşı almalarına yetmemektedir.
Yüksek enflasyon nedeniyle çalışanlar büyük gelir kayıplarına uğramışlardır. Şili özel sağlık sistemi modeli ve emeklilik sistemi işçilere ihtiyaç duyduklarında güvence olamamıştır. Şili modelinin olumlu bir örnek olarak sunulması ikiyüzlülüktür. Bu sistem Şili’de faşist darbenin ardından uygulamaya konabilmiştir ve işçiler bu uygulamaya isyan etmektedir.
Soysal sigortaların geçmişine şöyle bir bakarsak şunu görürüz: “Kapitalizmde işçilere dönük ilk sosyal güvenlik sistemi Bismarck Almanya’sında başlatılmıştı. Böylece 1889 yılında işçilere emeklilik ödemesi yapmak üzere tasarlanan ilk devlet sosyal sigortası hayata geçmişti. Bismarck Avrupa’da ve özellikle Almanya’da yükselen sosyalist işçi hareketinin önünü almak amacıyla bu adımı atmıştı… Daha sonra 1908’de İngiltere’de cılız bir düzenleme yapıldı, ki bu da 1890’lardan beri İngiliz sendikalarının yaşlılık sigortası için yürüttüğü mücadelenin ve Avrupa sosyalist işçi hareketinin genel yükselişinin bir sonucuydu. Daha sonra 1930’larda ABD’de işçi hareketinin muazzam yükselişinin ürünü olarak Roosevelt’in, hareketi yatıştırma amaçlı diğer birçok önlemlerinin yanı sıra 1935 yılında ilk sosyal sigortayı başlatmasını görüyoruz. Bu düzenleme de esas olarak Ekim Devriminin tüm dünya burjuvazisine salmış olduğu korkunun ürünüydü.
“Ama sosyal güvenliğe ilişkin asıl yaygın gelişmeler İkinci Dünya Savaşından hemen sonra başlayacaktı. Birinci Dünya Savaşından Rusya’yı kaybederek ve Avrupa’yı da kaybetmenin eşiğinden dönerek çıkan dünya burjuvazisi ikinci savaş sırasında ve sonrasında yeniden yükselen devrimci dalgayı atlatabilmek için sosyal güvenlik sistemlerini tüm gelişmiş ülkelere yaygınlaştırdı. Nitekim tehlikeyi çoktan sezmiş olan İngiliz burjuvazisi daha savaş bitmeden (1942) geniş kapsamlı bir sosyal güvenlik öngören yeni planını hazırlamıştı.” (Levent Toprak, Kapitalizmde Sosyal Güvenlik, Nisan 2006, marksist.com)
Levent Toprak’ın bu makalesinde anlatıldığı üzere dünya işçi sınıfı kamusal emeklilik ve sağlık hizmeti gibi hakları mücadele ederek kazanmıştır. Sosyal, siyasal, sendikal hiçbir hak işçi sınıfına havadan verilmemiştir. En ufak bir hak için dahi mücadeleci işçiler büyük bedeller ödemiştir. Bütün bu mücadeleler ve ödenen bedeller sonucunda patronlar sınıfına karşı verilen kavgada bir adım daha atılmış, bir mevzi daha kazanılmıştır.
SGK işçilerin, emekçilerin ödediği primlerle bütçesini oluşturan bir kurumdur. Hastalık, malullük ve emeklilik durumlarında işçilere gelir sağlar. Sistemi iyileştirmek varken, zorunlu BES, kıdem tazminatının gaspı gibi uygulamalarla bu haklar yok edilmeye çalışılıyor. Peki, işçi ve emekçiler neden var olandan daha kötü olacak bir uygulamayı kabul etsinler? Kamusal emeklilik sistemi kişi ölene kadar ve öldükten sonra da geride kalan bakılmaya muhtaç yakınlarına devrolunabilen bir haktır. Fakat BES böyle değildir. Ancak fonunuzda biriken miktar kadar geri ödeme alabilirsiniz ki bu fona ödediğiniz para piyasa koşullarından etkileneceği için sonuçta elinize geçecek miktar ödediğinizden düşük de olabilir. Şili örneğinde yaşandığı üzere, eğer ödeyebildiyseniz tabii! Öldükten sonra ihtiyaç sahiplerine devredilebilmesi zaten mümkün değilken ölüm olana kadar da alınabilmesi garanti değildir.
Sonuç olarak Şili ve benzer ülkelerdeki örnekleri yaşamamak için, yarın ah vah edip başımızı taşlara vurmamak için haklarımıza sahip çıkmalıyız. Bu da ancak ilmik ilmik örülen, katlanarak büyüyen, sistemli, bilinçli, örgütlü bir mücadeleyle mümkün.
link: Ankara’dan bir işçi, BES Gerçeği ve Sonuçları, 16 Mayıs 2019, https://marksist.net/node/6662
Sağlık Hizmeti Ararken Sağlıktan Olmak
Rosa Luxemburg