Ekonomik krizin faturası Türkiye’de olduğu gibi Arjantin’de de işçi sınıfına, yoksullara kesilmeye çalışılıyor. Bugünlerde Arjantin’de aşevlerinin önünde kuyruğa girmiş pek çok insan var. En çok da kadınlar ve çocuklar. Zorluklar artmasına rağmen öyle kolayından boyun eğmiyor Arjantin işçi sınıfı. Hele de kadınlar, hükümetin ve kilisenin bu sefalet koşullarında bile daha fazla doğurmak zorunda kalsınlar diye kürtajı yasaklamasına, şiddeti körükleyen politikalarına karşı zaten sık sık protestolar yapıyorlar. İşçi ve emekçiler tuzu kuru iktidar sahiplerinin Uluslararası Para Fonuna milyarlarca dolar borçlanıp faturayı da kendilerine kesmelerine öfkeliler. Sokaklarda gösteriler, protestolar yapıyorlar ve “yaşamak, özgür olmak, borçtan kurtulmak istiyoruz” diyorlar. Arjantin de daha düne kadar aynı Türkiye gibi “her şey çok güzel, ekonomimiz büyüyor, milli gelirimiz artıyor” diye övünen ülkelerdendi. İktidarda olanlar ne masal anlatırsa anlatsınlar gerçekler er geç açığa çıkıyor. Hele bu gerçek milyonlarca insanın sefaleti ise üstü örtülemiyor, görünmez olmuyor.
Elbette Arjantin’in önemli de bir özelliği var. İşçi ve emekçi sınıfların mücadelesi pek çok kez patronlar sınıfını korkutacak kadar yükseldi. 2001 krizi döneminde muazzam bir mücadele deneyimi biriktiren işçi sınıfı, bugün de meydanlara taşan ve giderek daha da kitleselleşen protestolarla tepkisini göstermektedir. Arjantin darbelere, askeri cuntalara, olağanüstü rejimlere tanık olmuş bir ülkedir. Ancak Arjantin işçi sınıfının mücadelesi bu rejimler altında bile tümüyle yok edilememiştir. 1969 Mayısında işçi ve öğrencilerin birlikte hareket ederek rejim güçlerine karşı ayaklandıkları bir isyan süreci yaşandı. Yüz binlerce işçinin katıldığı yürüyüşler düzenlendi. Arjantin’de yapılan 1978’deki Dünya Kupasında ise seyirciler stat kapılarında diktatörlük aleyhine sloganlar atıp gösteri yapmışlardı. Ayrıca yakınlarını katleden diktatörlüğe karşı Mayıs Meydanında eylem yapan Beyaz Başörtülü Anneler tüm dünyada duyulan ve örnek oluşturan bir hareket yarattılar. 1982 yılına gelindiğinde Buenos Aires caddelerinde 100 binden fazla işçi, öğrenci gösteri yapıyor, kentin ana caddelerinde “Kahrolsun Diktatörlük!” pankartları açıyor, işçi sınıfı bütün görkemiyle yeniden sahneye çıkıyordu. Savaş çıkartarak durumdan kurtulmaya çalışan askeri cunta, aldığı yenilgiyle daha beter duruma düşüp 1983’te çekilmek zorunda kaldı. Ama sermaye sınıfının iktidarı yıkılamadı.
Özellikle 1990’lardan 2000’lere kadar Arjantin’de hükümetler fırsatını buldukça işçi ve emekçilere saldırmaya devam ettiler. Bu yıllarda özelleştirmelerin işsiz bıraktığı insan sayısı artarken, iktidardakilerin yolsuzlukları da daha fazla ayyuka çıkıyordu. Arjantin egemenleri emekçilerin bankalardaki küçük birikimlerini ve emeklilik fonlarında bulunan milyarlarca doları hortumladılar. İşsizlik %30’lara çıktı. Arjantin işçi ve emekçileri o güne kadar yaşamadıkları bir yoksulluğun içine itildiler. Dünyanın tahıl ambarı denilen 36 milyon nüfuslu bir ülkede insanlar açlıktan kırılmış, bebeklere verilecek sütü, yiyecek ekmeği bulamaz hale gelmişti. Yani işçi sınıfı için bıçak eti geçmiş, kemiğe dayanmıştı. 2001 Aralığında, Arjantin’de emekçi kitleler Başkanlık Sarayının önünde toplandılar ve Kongre binasını işgal ettiler. Birkaç hafta süren ayaklanma sonunda hükümeti devirdiler, devlet başkanı ise kaçtı.
İşsizler örgütlenip otobanları kapattılar. Sefalete sürüklenen işçi ve emekçi kadın ve erkekler bir araya gelerek mahallelerinde örgütlendiler. Mahalle meclislerinde bir araya geldiler. Patronların işçilerin alacaklarını bile ödemeden kaçıp gittikleri, kapattıkları yüzlerce fabrika işçiler tarafından açıldı, onların kurduğu komitelerle yönetildi, onların ürettiği ürünler yine emekçi kitlelerin elbirliği ile kurduğu takas pazarlarında kitlelere ulaştırıldı. Arjantin’in sömürücü sınıflarına öfke içindeki milyonlar “hepiniz defolun!” sloganları atıyordu. İşçiler tarafından yönetilen Zanon Seramik fabrikası ve çalışanların çoğunluğunu kadın işçilerin oluşturduğu Brukman Tekstil fabrikasında işçilerin yaşadıkları muazzamdı. Zanon’un kapısında “Bu fabrika işçilerin kontrolü altında üretim yapıyor” yazıyordu.
Kriz sırasında her şeyini kaybedip sokakta yaşamak zorunda kalmış evsiz bir işçi şöyle diyordu: “İnsanlar korkuyorlar ama bir kere konuşmaya başladılar mı artık onları susturamazsın!” Tam da böyle oluyordu. Mesela Brukman Tekstil fabrikasını işgal edip kendileri çalıştırmaya başlayan tekstil işçisi kadın işçilerin çoğu okuma-yazma bile bilmiyorlar ve ilk başlarda ne yapacaklarını bilmediklerini söylüyorlardı. Ama bir süre sonra örgütlenip el ele vermiş ve binlerce işçinin onlara verdiği destekle hep beraber üretip hep beraber paylaşmışlardı.
Bugün, Arjantin egemenleri işçi ve emekçi sınıfları yine sefalete sürüklemiş durumdalar. Bitleri kanlanmış, gözleri dönmüş bir şekilde daha fazla kâr etmek için işçi sınıfına saldırıyorlar. Krizin faturasını yine ezilen kitlelere kesmeye çalışmakla meşguller. Ancak Arjantinli sınıf kardeşlerimizin geçmiş deneyimleri ve sokaklara taşan öfkesi bu işin o kadar da kolay olmayacağını gösteriyor. Deneyim, yaşadıklarımızdan, yaptığımız hatalardan çıkardığımız dersler ve öğrendiklerimizin birikmiş halidir. Birlikten kuvvet doğduğu da insanlık tarihinin geçmişten aldığı en önemli derslerdendir. Bugünler daha fazla örgütlenip, birlik olup bu derslerden faydalanarak mücadeleyi büyütme günleridir.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Bir Kere Konuşmaya Başladılar mı, Artık Onları Susturamazsın!, 25 Aralık 2018, https://marksist.net/node/6556
Torba Yasa ve “Kutsal” Meslek
Bu Kez Sarı Yelekleriyle Geldiler!