7 Haziran seçimleri, yarattığı sonuçlar bakımından Türkiye siyasetinin birinci gündem konusu olmayı sürdürüyor. Üçüncü ayını geride bıraktığımız bu çalkantılı süreçte, 1 Kasım seçimleri yaklaştıkça gerilim arttırılıyor. Bilindiği gibi mesele, tek başına seçim sorunundan çıkıp siyasi iktidarın ölüm-kalım sorunu haline gelmiş bulunuyor. Bununla birlikte, böylesi bir seçim süreciyle bağlantılı bir durum daha fiili olarak siyaset sahnesine girmiş bulunuyor: Savaş! AKP hükümeti ve Erdoğan bütünüyle kendi çıkarları için, savaş pahasına, gemi azıya almış durumdalar. Bütün denklemleriyle düşünüldüğünde bu kirli siyaset apaçık görünür halde olmasına rağmen AKP nasıl oluyor da ona oy veren kitleler nezdinde hâlâ inandırıcılığını sürdürebiliyor?
Bu konunun değişik yönleriyle ele alınması mümkün elbette ama burada iki önemli nedene özellikle dikkat çekmemiz ve buna karşı mücadele yöntemlerini hayata geçirmemiz gerekir. İşçi sınıfının geneli örgütsüz ve milliyetçilik zehrine karşı alabildiğine korumasız! Bu yüzden bizim sınıf bilinçli işçiler olarak omuzlarımızda daha fazla sorumluluk hissiyle hareket etmemiz gerekir. Bu tarihi görevi önemli kılan bir gerçeklik var ki o da geldiğimiz süreç itibarıyla kapitalizmin tarihsel bir krizinin yaşandığı ve buna karşılık kitlelerin ruhlarını artık değişim arzusunun kapladığıdır. Bunları da görmemiz, iyi anlamamız lazım. Bunu, son yıllarda, ezilenlerin ve sömürülenlerin yarattığı isyan dalgalarından görmek mümkündür.
7 Haziran seçimlerinden büyük bir başarıyla çıkan ve beraberinde AKP’nin tek başına iktidar, Erdoğan’ın ise başkan olma hayallerini suya düşüren HDP bir anda medya üzerinden hedef haline getirildi. Türlü yalanlar ve manipülasyonlarla gözden düşürülmeye, provokasyonlarla örgütsüz ve bilinçsiz kitlelerde çarpık bir algı oluşturulmaya girişildi. Seçimden önce girilen bu yola seçimden sonra hız verilerek, kitlelerde Kürt düşmanlığı yeniden tesis edilmeye başlandı. Suruç katliamıyla, AKP’nin büyük oynadığı ortaya çıkmış oldu! Erdoğan’ın hiç şakası yoktu! Asker cenazelerinin gelmeye başlamasıyla, milliyetçilik bir anda ortalığı esir aldı. Bu durum işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde öylesine kasvetli bir hava yarattı ki, Türk ve Kürt işçiler arasında esen ılımlı hava yerini gergin bir bekleyişe bıraktı. Hatta kimi zaman Kürt işçilere yönelik ırkçı saldırılara girişildi. Yan yana çalışan, üreten, alın teri akıtan Kürt ve Türk işçiler gerildikçe gerildi. Kimi zaman tartışmalar en yüksek perdeden yapılır, insanlar birbirlerini boğazlayacak dereceye gelip dayanır, sonunda kırgınlıklarla, düşmanlıklarla sonlanır oldu. TV’lerde, gazetelerde, sosyal medya üzerinden, on yıllardır Türk işçilerin bilinçlerini esir alan milliyetçilik yeniden hortlatıldı. Yalan yanlış haberlerle bilgi çöplüğüne dönüşen sosyal medyada paylaşımlar yapıldıkça, şoven histerilere kapılan milliyetçi işçilerin bıraksanız 5 dakikada gidip Kandil’i PKK’nin üzerine yıkıp geleceklerini sanırsınız.
Vaktiyle Marx’ın söylediği “başka bir ulusu ezen ulusun işçileri özgür olamaz” sözü tam da burada öylesine hayati bir önem kazanıyor ki! Bilinçleri böylesine köreltilen, ruhları, egemen ideolojinin en tehlikeli hali olan ırkçılıkla yoğrulan işçiler kapitalist esaretten nasıl kurtulabilir? Patronlar ağır sömürü altında bıraktıkları işçileri, yeri geldiğinde birbirine kırdırtmaktan da geri durmuyor. Bıktırıcı saatler boyunca çalıştırdıkları, sefalet ücretine mahkûm ettikleri, iş güvencesinden mahrum bıraktıkları işçilere daha çok fedakârlıkta bulunmalarını salık veriyorlar. O fedakârlık ki “vatan sağ olsun” edebiyatıyla on yıllardır işçilerin bilincini esir almış durumda. Kendi esaretinin yansıması olarak Türk işçiler bugün yürüyen bu haksız savaşa, kendi sınıf çıkarlarına aykırı davranarak taraf oluyorlar.
Bu bizim savaşımız değil!
Biz sınıf bilinçli örgütlü işçiler olarak işçilere bıkıp usanmadan bu savaşın biz kardeş halklar arasındaki bir savaş olmadığını, patronların siyasetinin bir parçası, kapitalist düzenin bir gerçeği olduğunu vurguluyoruz. İsterse işçiler bu haksız savaşı durdurabilir! Hayatı kendi elleriyle yaratan işçiler fabrika fabrika, sektör sektör, sendika sendika örgütlenmeli, bir araya gelmeli, gerçek gücünün farkına varmalıdır. Her temelde güçlü birliktelikler örmeli, savaş zulmünü yaşatanlara karşı bütün farklılıklarımızı bir kenara bırakarak mücadeleye girişmeliyiz. İşçi sınıfının mücadele tarihi hayatı durduran siyasal grevlerle dolu. Bu mücadele deneyimleri ışığında sınıfımızın birliğini kuralım.
Farklı halklardan biz işçiler örgütlenip mücadeleye atılmadıkça acılar son bulmayacaktır. Ulusal sorunun çözülmesi, haksız savaşın son bulması ve acıların dinmesi noktasında işçilerin mücadesinin çok büyük rolü vardır.
İnsanlığı ve doğayı yok oluşa sürükleyen kapitalizmin bu dünyadan sökülüp atılması için devrimci temelde sınıf içerisinde çalışmaktan başka da bir yol yok! İşçi sınıfını milliyetçilikten arındıracak ve dünya üzerinde bütün halkları bir araya getirecek enternasyonalist devrimciler, göreve!
link: Küçükçekmece’den MT okuru bir sağlık işçisi, Tırmandırılan Milliyetçiliğe Karşı Göreve!, 15 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4457
Haykırış!
İnsanlık Buzdolabına Kaldırıldı