GDO’yu (genetiği değiştirilmiş organizma) hepimiz duymuşuzdur. Ama neden ihtiyaç duyuldu, zararları nelerdir? Bir de sınıf penceresinden bakalım. İlk kez 1996 yılında üretimine başlanılan GDO’lu ürünlerin son 15 yılda ekim alanı, miktarı ve ticaret alanı oldukça genişledi. Peki neden? Dünya Sağlık Örgütü de dahil olmak üzere çeşitli ulusal ve uluslararası kurumların, hükümetlerin ve bunlara bağlı sözde bilimadamlarının açıklamaları şöyle: “Artan dünya nüfusunun gıda ihtiyacını karşılamak üzere zirai ürünlerin veriminin arttırılması. Kısıtlı doğal kaynaklar karşısında yeni alternatif kaynakların yaratılması. Tarım ürünlerinin tadının ve görünümünün iyileştirilmesi. Tarım ürünlerinin besin değerinin arttırılması. Daha az alandan daha fazla ürün elde edilmesi. Hasat sonrası kayıpların azaltılması. Ürünlerin soğuk, sıcak, kuraklık ve tuzluluk gibi etkenlere karşı daha dayanıklı hale getirilmesi. Besi hayvanlarının et ve süt verimlerinin, besin değerlerinin arttırılması...”
Peki amaç gerçekten insanlığın gıda ihtiyacının karşılanması, gıdaların besin değerinin arttırılması vs. mi? Bu koca bir yalandır. Günümüzdeki gibi kriz dönemlerinde ambarlarda, depolarda saklanan milyonlarca ton gıda maddesini denize dökerek, yakarak imha edenler mi insanlığın gıda ihtiyacını karşılamayı düşünüyorlar? Patronlar ve hükümetleri, yapılan üretimi insanlığın ihtiyacını karşılamak için değil kendi kârları artsın diye yapıyorlar. İnsanlığın neredeyse yarısından fazlası açlık ve sefalet çekiyor. Doğa, açılan madenlerle talan ediliyor. Tarıma elverişli alanlara fabrikalar yapılıyor. Doğal üretim yapmak isteyen çiftçilerin önüne birçok gereksiz prosedür çıkartılıyor. Bahsedilen besin değerinin arttırılması hikâyesi ise başlı başına büyük bir yalan. GDO’lu yemlerle beslenen, antibiyotiğe boğulan hayvanların etleri mi sağlıklı ve yüksek besin değerli? Zenginler neden bunları yemiyor o zaman? Onlar için “organik üretim” yapan devasa çiftlikler ve tarım alanları var. Bunlardan da anlayacağımız gibi patronlar yediğimiz besinlerin genleriyle oynayarak kısa sürede daha çok ürün üretip, kâr etmek amacındalar. Hem de bu ürünlerin insanları sürükleyeceği felâketleri bildikleri halde.
Genetik yapısı değiştirilen ürünler vücudumuzda zamanla ciddi hasarlara sebep olabiliyor. Ayrıca doğal çeşitliliğin de azalmasına neden oluyor. Bazı araştırmaların sonuçlarının bir kısmını sizinle paylaşayım: “GDO’lu gıdalar öldürücü alerjilere neden olabilir. GDO’lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini arttırır, antibiyotiklerin etkisini azaltır. Çoğu GDO’nun içerdiği böcek öldüren toksinlere hamile kadınların kanında ve fetusunda rastlandı. GDO’ların salgıladığı böcek zehrinin tamamının insan sindirim sisteminde parçalanmadığı ortaya çıktı. Tarlalarda kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etki ve insanlarda hormonal dengeyi bozma riski taşıyor. Zehir salgılayan GDO’lar zehirlerini köklerinden toprağa verirler. O topraklarda yeşeren zehirli besinler kanser gibi ciddi hastalıklara zemin hazırlıyor...” Bizden saklanmaya çalışılsa da asıl gerçek şudur; dünyada yaşayan tüm canlılar belirli bir sistem içerisindedir ve tüm canlıların yaşamları zincirleme birbirlerine bağlıdır. Bundan dolayı tarımda yaratılan tahribat veya yapılan bir değişiklik sadece bitkileri değil, onlarla etkileşim içerisinde olan hayvanları, insanları, havayı, suyu kısaca tüm doğayı etkilemektedir. Kapitalizm için her şey kâr demektir. Kapitalizm yıkılmadığı süreci insanlık da, doğa da, hayvanlar da zehirlenmeye, çeşitli hastalıkların pençesinde kıvranmaya devam edecek. Doğanın da, insanın da kurtuluşunun tek yolu sosyalizmdir.
link: Küçükçekmece’den bir sağlık işçisi, Besinleri de Sistemleri Gibi Hastalık Saçıyor, 8 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4427
Bu Devletin Emekçilere Yaptıkları
Sermayenin Çıkarları İçin Dökecek Kanımız Yok!