Biz işçiler bütün bir yıl boyunca, çok ağır koşullarda durup dinlenmeksizin çalışıyoruz. Bu kadar çalışmadan sonra dinlenmeye, kısa da olsa tatil yapmaya, eğlenmeye ihtiyacımız oluyor. Ancak, patronların canları istediği zaman gidebildikleri yerlerin pek çoğuna biz işçiler hiç gidemiyoruz. Gidebildiğimiz yerlere ise ancak tüm koşullarımızı zorlayıp gidebiliyoruz.
Bu yıl biz işçi arkadaşlarımızla gücümüzü birleştirip kısa bir tatil programı yaptık. Gittiğimiz tatil yöresi M.Ö. 6. yüzyıldan kalma antik bir kent olan Assos yakınlarındaydı. Burası Midilli adasının karşısında, denize ve çevreye hâkim bir yamaca yaslanmış bir kent devletiymiş. Şehrin bugüne kalan kısmında 1500 kişilik bir tiyatro, meclis binası, sarnıç, hamamlar, Athena tapınağı, sunaklar, surlar var. Sanatçıların, filozofların, soyluların, tüccarların toplanıp eğlenmesi, sohbet etmesi, felsefi tartışmalar yürütmesi için stoalar yapılmış. Döneminin en büyük düşünürü olan Aristoteles bu kentte dersler vermiş.
Biz buraları gezerken bir yandan o çağlarda bu kadar devasa yapıların nasıl yapılabildiğini düşündük, bir yandan da “peki bunları inşa edenler nerede yaşamışlar?” diye sorduk. Öğrendik ki bunları inşa edenlerden hiçbir iz kalmamış. Bu binaları inşa edenler o zamanın köleleriymiş. Zamanın zenginleri keyif yaparken köleler en ağır koşullarda bu binaları inşa etmişler. Assos’un etrafında bol bulunan andezit taşı kentin inşasında kullanılmış. Assos taşı çok dayanıklı ama zor işlenen bir taş. Eskiler onun için “insan yiyen taş” diyorlarmış. Yani aslında o gördüğümüz uygarlığı gerçekte yaratan, kölelerin emeğiymiş, hem de canları uğruna. Fakat Assos kent devletinde egemen olan soylular kölelerin emeği üzerinden kendi zenginliklerini yaratmışlar.
Bunları düşünürken şu slogan geldi aklımıza: “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” Yani içinde yaşadığımız düzen. Yani üretici güçler gelişmiş, teknoloji var. İnşaatlar çok daha gelişkin aletlerle, çok daha kısa sürelerde, daha az işçinin çalışmasıyla inşa edilebiliyor ama onları inşa edenler hâlâ onlara sahip olamıyor. İşçiler her gün bu inşaatların yapımında canından oluyor. Ve bugünün zenginleri yani kapitalist patronlar, bugünün ücretli kölelerinin emek gücü üzerinden kendilerine zenginlik yaratıyorlar.
Hani derler ya böyle gelmiş böyle gider. Evet, üretenler ve üretenleri yönetenler şeklinde ayrı toplumsal sınıflar olduğu sürece bu düzen gerçekten de böyle gider. Ama bir gün o üretenler, yani işçiler kendi ürettiklerine sahip çıktıklarında, ürettiklerini nasıl paylaşacaklarına ve onları nasıl kullanacaklarına kendileri karar verdiklerinde bu düzen işte o zaman değişir. Üretenler asalak egemenlerin sisteminde taş üstünde taş bırakmaz, kendi özgür dünyalarını kurarlar.
link: Ankara’dan bir grup işçi, Assos’ta Dile Gelen Taşlar, 2 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4351
Çalışma ve Sendika Yasaları Mücadele ile Aşılmayı Bekliyor
Kutuplaştırma Siyaseti ve Yalan Bombardımanı