Tayyip Erdoğan, Göktürk-2 uydusunun Çin’den fırlatılması nedeniyle, 18 Aralık günü ODTÜ yerleşkesi içerisinde yer alan TÜBİTAK binasına geldi. Erdoğan’ın ODTÜ’ye geleceğini duyan öğrenciler olarak, burjuva demokrasisinde dahi yer alan protesto hakkımızı kullanmak üzere toplanmaya başladık. Protesto etmeye gittiğimizde ise, daha doğrusu gitmeye çalıştığımızda ise, polisin yoğun müdahalesiyle karşı karşıya kaldık. O günden bugüne, günlerdir medyada yer tutan ve tüm üniversitelere yayılan protestolar 27 Aralık günü ODTÜ’de son yılların en büyük öğrenci eylemlerinden birini oluşturdu.
18 Aralık: Tayyip’in intikam günü
Erdoğan’ın okullarına geleceğini öğrenen öğrenciler olarak saat 14’ten itibaren bölümleri gezerek öğrencileri haberdar etmeye çalıştık. Bunun sonucunda en doğal ve meşru hakkımız olarak başbakanı protesto etmek için saat 16 civarında Fizik binası önünde buluşarak TÜBİTAK binasına doğru yürüyüşe geçtik. Ancak daha TÜBİTAK binasına gelmeden polisin yoğun gaz bombasıyla karşı karşıya kaldık. “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol” pankartımızla aslında amacımız çok açık ortada idi. Polisin vahşi saldırısı da onların gerçek yüzlerini, her gaz bombasıyla birer birer önümüze düşürmekteydi. Ormanlık alanlara, bölümlere kaçan birçok öğrenci yoğun gaz ve tazyikli sudan etkilenmişti. Yine birçok öğrenci yaralanırken, Ankara Üniversitesi Hukuk Bölümü öğrencisi Barış arkadaşımız ağır bir şekilde yaralanıp, günlerce yoğun bakımda kaldı. Çatışmalar saatlerce sürerken polis saldırısı aralıksız devam etti. Tayyip Erdoğan programını bitirip okuldan çıktıysa da, polis okulda 21:30’a kadar kaldı ve son kez o saatte şiddetli bir biçimde saldırganlığını sergiledi.
Bundan iki sene önce, yine TÜBİTAK binasına, yine aynı “şahsiyet”, Tayyip Erdoğan gelmişti. Benim ODTÜ’deki ilk senemdi. Arkadaşlarım gözaltına alınırken bizler polisin biber gazına maruz kalmıştık. Ancak o zaman polis sadece bulunduğu saatlerde üniversitede durmuş ve sonrasında biz öğrencilerin kovalaması sonucu ODTÜ Bilkent kapısından dışarı çıkmıştı. Aslında bu sefer yaşadıklarımız bana bir intikam duygusunu hatırlattı. Bu seferki saldırıda polis Erdoğan’ın gidişi sonrasında üniversiteyi terk etmeyerek ve öğrencileri elinden geldiğince darp etmeye çalışarak, bizlere gözdağı vermek istedi. Bu aleni davranışlarına karşı, ODTÜ geçmişten gelen geleneğiyle beklemedikleri bir refleks sergileyerek saatlerce direndi. Erdoğan’ın 3600 polisine ellerimizde pankartımız, dillerimizde sloganlarımızla direndik. Onlar gibi bizleri koruyacak ne panzerler ne de kalkanlarımız vardı. Saatler süren çatışmada, ders yapan öğrenciler, amfilerinden gaz bulutları gördüler ve ses bombası duydular. Ve bunun sonucunda birçok arkadaşımız yaralandı.
Erdoğan’ın yalanlarına karşı üniversite gençliği
Saldırı sonrası gerek başta ODTÜ olmak üzere birçok üniversitede, gerekse medyada bu konu gündemde durmaya devam etti. Polis saldırısı ilk defa karşılaştığımız bir durum değildi. Ancak bu sefer öğrencilerin en ufak bir müdahalesi olmadan polisin aşırı dozda güç kullanması vardı. Saldırıdan iki gün sonra ODTÜ’de öğretim görevlileri ve öğrenciler, “POLİS VARSA, ŞİDDET VARSA DERS YOK!” diyerek bir günlük boykot gerçekleştirdi. Öğrencilerin birçoğu tarafından olumlu karşılanan boykotu birçok bölümde, özellikle hazırlık bölümündeki binlerce öğrenci destekledi. Birçok ders boykot edilerek Tayyip Erdoğan’ın azgın saldırısına karşı ses yükseltildi. Boykot eden öğrenciler, araştırma görevlileri, öğretim elemanları ve işçiler üçlü amfiye gelerek durumu değerlendirip tek ses oldular. Ortadoğu Öğretim Elemanları Derneği adına basın açıklamasını okuyan Ali Gökmen, kampüsün birçok yerinde derslik, anaokulu, laboratuar gibi birçok yere gaz ve ses bombalarının atılarak bu yerlerin tahrip edildiğini söyledi. Gerçekten de bir kreşe ya da anaokuluna gaz bombası atılmasının açıklaması olamazdı.
ODTÜ’de başlayan bu süreç diğer üniversite kampüslerinde de ses buldu. Birçok il ve üniversitede, öğrenciler ODTÜ’ye selam yollayarak hükümeti protesto ettiler. Bu protestolar karşısında, YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Göktürk-2 uydusunun fırlatılması bahanesiyle bir polis ordusuyla ODTÜ’ye adeta çıkarma yapan Tayyip Erdoğan’ı protesto eden öğrenciler hakkında soruşturma başlatılması için 21 Aralıkta YÖK Denetleme Kurulu’nu görevlendirdi. Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi yönetimleri de ortak bir açıklama yaparak polisi değil ODTÜ’lü öğrencileri kınadı. Ancak bu utanmaz kınamalar öğrencilerden tepki aldı. Çünkü bizler öğrencilerin gözünde haklıydık. Bu açıklamalardan sonra, Galatasaray Üniversitesi rektörünü istifaya çağıran Galatasaray Üniversitesi öğrencileri eylemler gerçekleştirdi. Rektör yanlış anlaşıldığını iddia ederek geri adım atmak zorunda kaldı. ODTÜ’yü hedef göstererek rektörlerine çağrı yaptırtan Başbakan, öğrencilerin tepkisi sonucunda toplumun bir bölümü açısından amacına ulaşamadı. Aslında bu tarz olayların toplumu kutuplaşmaya götürdüğü de aşikârdır.
Ankara’da 10 üniversite öğrencisi gözaltına alınıp 8 öğrenci adliyeye terörist suçlamasıyla sevk edilmişti. AKP’nin yargıyı ele geçirdikten sonraki tutuklama terörünü benzeri bir süreç daha mı geliyor diye düşünmüştüm. Çünkü ODTÜ’de bu üçüncü senem ve ben birçok öğrenci arkadaşımın gözaltı süreci sonrası tutuklandığına şahit oldum. Kimi HES’lere karşı, kimi parasız eğitim hakkı için, kimi ise anadilde eğitim hakkı için mücadele veriyordu. Birçok talepleri temel insan haklar olan taleplerdi. Kimi 6 ay, 1 yıl içerde yatıp suçsuzsun denilip serbest bırakıldı. Kimi için ise çıkmamak üzere içerde diyorlar. Bu sefer arkadaşlarımızın hepsi serbest bırakıldı. Bizler de derin bir nefes aldık.
Tayyip Erdoğan olaylar sonrası medyaya öyle açıklamalar yapıyordu ki, ben hayretler içinde kaldım. Çünkü iddia ettiği şeyler yalandı. Erdoğan, elimizde sapanlar, sırtımızda molotoflarla polise saldırdığımız ve de bunun sonucunda polisin müdahale ettiğini söylüyordu. Gelen itfaiyenin okulu yaktığımız için geldiğini söyledi. Oysaki elimizde molotof falan yoktu. Gelen itfaiye araçları ise suları biten TOMA ve panzerlere su takviyesi yapıyorlardı. Yine Başbakan polisi kınayan, yaşadığımız şiddet sonucu bizleri savunan öğretim üyeleri ve üniversite yönetimini hedef alıyor ve hedef gösteriyordu. Daha önce de yazdığım gibi üniversite rektörleri de başbakanlarını dinleyip açıklamalar yaptılar.
Tüm bu gelişmeler sonucunda ODTÜ’de 3 günlük bir program belirlenmişti. Bunun öncesinde ODTÜ içinde buluşarak Eskişehir yolundaki A1 kapısına yürüyüş yaparak yaşananları protesto ettik. Ardından otobüslerle Kızılay meydanındaki KESK ve Demokrasi Güçlerinin destek eylemine katılıp okulumuza geri döndük. Daha sonra da, belirlenen program dahilinde, ODTÜ’de 3 gün boyunca söyleşiler, etkinlikler ve en sonunda yürüyüşle beraber Devrim Stadyumunda dayanışma konseri yapılacaktı. 3 gün boyunca birçok akademisyen, gazeteci ve aydından destek geldi. ODTÜ’de direniş başlamıştı. Etkinliklerin son günü olan 27 Aralık geldiğinde 12:30’da hazırlık önünden yürüyüş başladı. Yürüyüşe A4 kapısından Ankara Üniversitesi öğrencileri, A1 kapısından Hacettepe Üniversitesi öğrencileri kalabalık gruplarla giriş yaparak katıldılar. Yürüyüşe 5-6 bin civarı kişi katıldı. Bu sayı önemli bence, çünkü ODTÜ’de 2000’li yıllardan bu yana yapılan en kalabalık eylemler 500, 600 kişi civarı katılımlarla yapılmıştır. Binlerce kişi sloganlarla Devrim Stadyumuna yürüdü. ODTÜ Araştırma Görevlisi Ercan Bölükbaşı, Tuncay Çelen, ODTÜ öğrencisi İlknur Özcan, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Ali Gökmen ve KESK Genel Başkanı Lami Özgen konuşmalar yaptılar. Daha sonra konserler gerçekleşti. Konserlerde, Pınar Aydınlar, Sevinç Eratalay, Beyoğlu Kumpanya, Nejat Yavaşoğulları, Marsis ve Bandista sahne aldı. BKM Mutfak oyuncusu Emre Canpolat da öğrencilere destek veren bir konuşma gerçekleştirdi. Etkinlikte birinci yıldönümünü yaşadığımız Roboski katliamı lanetlenirken, İstanbul Teknik, Galatasaray ve Mimar Sinan Üniversitelerinden gelen işgal haberleri coşkuyla karşılandı.
Sürecin gösterdikleri
Tüm bu gelişmeler okulumuzda yaklaşık bir on günlük süreçte yaşandı. Bu sürecin bize gösterdikleri var. Öğrenci gençlik olarak en başta YÖK düzenine karşı gelerek, baskı ve polis şiddetine dik durarak mücadele vermeliyiz. ODTÜ’de olanlar bir günde patlak veren bir durum değildir. Özellikle AKP’nin devlet mekanizmalarını ele geçirdiği süreçten beri her türlü muhalif unsur polis terörüyle, tutuklama terörüyle terbiye edilmeye çalışılıyor. AKP kendi yarattığı bu terör ortamının sorumlusu olarak muhalif kesimleri gösteriyor ve onları terörist ilan ediyor. Bundan biz öğrenciler de nasibimizi almış bulunmaktayız. En son takip edebildiğim rakamıyla, tutuklu öğrenci sayısı 700 kişiyi aşmış durumda. AKP iktidara ilk geldiğinde mağduriyet edebiyatı yapıyor ve YÖK’ü kaldırmaktan bahsediyordu. Ancak AKP iktidarı pekiştikçe, Kemalist statükocu kesimi tasfiye edip devleti ele geçirdikçe bu tarz demokrat söylemleri de kaybolmuş durumda. Sıra arkadaşlarım “terör örgütü” üyeliği veya propagandasını yapma iddiasıyla tutuklanıyor. Mücadelemizden kopartılmaya, işçi sınıfının gözünde kötü gösterilmeye çalışılıyor. Ama sanayi bölgelerine, işçi semtlerine gidip işçilerle, sınıf kardeşlerimizle konuştuğumuzda dertlerimizin aynı olduğunu göryoruz. Bizler eziliyoruz, bizler sömürülüyoruz. AKP’ye oy atanı da atmayanı da biliyor ki, emekçiler ve emekçi çocukları asgari ücretle geçinemiyor. Başbakan, ODTÜ süreci yaşanırken öğrencilere bir “müjde” verdi. Erdoğan dedi ki, bu sene öğrenci kredilerine tekrar zam yapılacak. Tayyip Erdoğan bilmiyor ki, ne işçiler ne de biz öğrenciler aptalız. O verdikleri kredilerin altına ben üniversiteye başladığımda birçok öğrenci arkadaşımla 5 sene için 14 bin liralık imzalar attık. Hani o mezun olduğunda iş vermek zorunda olmadıkları üniversite öğrencileri var ya, onlar, yani bizler, iş bulmadan ya da üç kuruş verdikleri maaşlarla 14 bin lira kredi ödeyecekmişiz. Ve bu da bizim müjdemizmiş!
Ben açıkça söylüyorum; hadi oradan Tayyip diyorum. Sen bizleri TOMA ve panzerlerinden üstümüze sıktığın tazyikli sularla, polislerinin elinden çıkan gaz ve ses bombalarıyla terbiye edemezsin. ODTÜ bir geleneğin ürünüdür. İçerisinde adı Devrim olan bir stadyum vardır. Yani demek istediğim ODTÜ’de yıllardan beri cuntalarıyla, 12 Eylül darbesiyle ezilmeye çalışılsa da büsbütün ezilememiş bir öğrenci hareketi vardır. Senin de gücün buna yetemeyecektir. Gazi Üniversitesi gibi yıllardan beri gerici ve faşist unsurları içinde barındıran üniversiteler yaratmayı hayal etseler de, bunu birçok yerde, başta ODTÜ olmak üzere başaramadılar. Eskiye nazaran az da olsa hâlâ ODTÜ’de örgütlü örgütsüz mücadele veren bir öğrenci hareketi vardır. Ve bunun sonucu olarak ODTÜ’de bu olaylar zinciri patlak vermiştir.
Bizler muhalifiz bu hükümete, ama benim asıl muhalifliğim hükümete değil bu sistemedir. AKP hükümeti bu sistemin Türkiye’deki temsilcisi, patronların ağzıdır. Bu ülkenin geçmişinde yüzlerce faili meçhul vardır. Öldürülen, asılan birçok öğrenci vardır. Dün farklı değildi, bugün de farklı olmayacak biliyorum. Ancak ve ancak patronlarıyla, hükümetleriyle bu sömürü sistemini tümden karşımıza aldığımızda yarınlar farklı olacak.
Bence bahsettiğim en önemli sözcük bir önceki paragraftaki örgütlülük kelimesiydi. Bizler ne kadar örgütlüysek o kadar güçlüyüz. Bireysel tepkilerle bu iş yürümez. Bizler ezilen, sömürülen kesimler bir araya gelip mücadele vermeliyiz. Kapitalist sistemde biz öğrencilerin mücadelesi de sınıf mücadelesinin bir parçası olmalıdır. Anadolu’dan gelen birçok emekçi çocuğu hem okumaya hem de çalışmaya çalışıyor. Bu yüzden öncelikli olarak her alanda işçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirmek gerekiyor.
Üniversiteli öğrenciler olarak 12 Eylül’ün çocuğu YÖK’e karşı çıkmalı, bilimsel, parasız, eşit ve anadilde eğitim hakkımızı savunmalıyız. İşçi sınıfıyla birlikte örgütlü sınıf mücadelesi vermeliyiz.
link: ODTÜ’den MT okuru bir öğrenci, ODTÜ Direnişinin Gösterdikleri, 7 Ocak 2013, https://marksist.net/node/3169
İsrail’in Gazze Saldırısı
AKP’nin Otoriter Çizgisi Kalınlaşıyor