17 Ekim gecesi Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında insanın kanını donduracak bir iş cinayeti yaşandı. 39 yaşındaki Ozan Çaplık maden ocağında vagon devrilmesi sonucu elektrik akımına kapılarak iş cinayeti kurbanı oldu. Kaçak maden ocağının patronu iki arkadaşıyla birlikte Çaplık’ın cesedini ocaktan çıkarıp yıkadı ve işe gelirken giydiği kıyafetleri üzerine giydirdiler. Daha sonra Ozan Çaplık’ın cesedini 15 km uzaktaki bir elektik direğinin altına bıraktılar. Sonra maden ocağının patronu polisi arayıp “arkadaşımı elektrik direğinin yanında ölü buldum” dedi. Polis elektrik direğinde kaçak olmadığını saptayınca maden ocağının patronu suçunu itiraf etti.
Bu haberi okuyunca insanın aklı almıyor. Patronlar biz işçilerin ne ölüsüne ne de dirisine rahat veriyorlar. Bizi sağlıksız, güvencesiz koşullarda her gün ölümle burun buruna çalıştırıyorlar. Sırf daha fazla kâr etmek için canımıza kastedip her ay yüzlerce işçiyi iş cinayetlerinde katlettikleri, sakat bıraktıkları yetmezmiş gibi, bir de tutup ölümüze bile saygı göstermeyip nasıl da akıl almaz şeyler tezgâhlıyorlar. Nasıl bir namussuzluktur bu, insan düşünemiyor.
Ama kapitalizmin hamurunda var bu. Patronlar işçilerin canı kanı pahasına palazlandıkça palazlanıyorlar. Bugün iş kazalarının %98’i önlenebilir kazalarken, fabrikalarda, işyerlerinde patronlar boşa masraf olarak gördükleri için gerekli güvenlik önlemlerini almıyorlar. İş güvenliği önlemlerini almak yerine, iş kazası geçiren işçiden kurtulmak için bin bir türlü namussuzluk yapmayı tercih ediyorlar. Elbette böylesi onlar için daha kolay ve maliyetsiz bir yöntem. Yasalarda işçi sağlığı ve güvenliğine, işyerlerine dair sözde bir sürü yaptırım var. Ama iş pratiğe, yani uygulamaya gelince hak getire. Kimi kime şikâyet edeceğiz? Kimi kim denetleyecek? Şıracının şahidi, bozacı! Yasalardaki kuralları gerçekten uygulatacak olan işçi sınıfının örgütlü gücüdür. Eğer bu yoksa o yasalar kâğıt üzerinde kalmaktan yani formaliteden başka bir anlam ifade etmez. Bu da yetmezmiş gibi işçi sınıfının örgütsüzlüğü koşullarında haklarımız geriledikçe geriler.
Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olarak 17. sıraya yerleşmiş durumda. Diğer taraftan da Türkiye iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Bu da bize en hızlı büyüyen ekonomiye ne pahasına ulaşıldığını gayet net gösteriyor. İş saatleri uzadıkça uzarken işçi ücretleri aşağı çekiliyor. Sosyal hak desen hak getire, neredeyse kalmadı. Fabrikalarda daha fazla kâr etmek için hiçbir güvenlik önlemi alınmıyor. Hal böyle oluca patronlar sınıfı biz işçileri düşük ücretlerle ve güvencesiz çalıştırarak sırtımızdan canımız pahasına kâr ediyorlar. Böylece patronların payına sermayelerini katlayıp dünya arenasında zirveye tırmanmak düşerken, biz işçi sınıfının payına da dünya arenasında en çok iş kazasına maruz kalmak sonucu ölmek ya da sakat kalmak düşüyor.
2012 yılının başı itibariyle yaşanan iş kazalarının yaklaşık bilançosu:
· Ocak ayında meydana gelen iş kazalarında en az 62 işçi öldü, 241 işçi yaralandı.
· Şubat ayında meydana gelen kazalarda en az 42 işçi öldü, 358 işçi yaralandı.
· Mart ayında meydana gelen iş kazalarında en az 59 işçi öldü, 185 işçi yaralandı.
· Nisan ayında meydana gelen iş kazalarında, en az 87 işçi hayatını kaybetti, 244 işçi yaralandı.
· Mayıs ayında meydana gelen iş kazalarında en az 69 işçi hayatını kaybetti, 372 işçi yaralandı.
· Haziran ayında meydana gelen kazalarda en az 59 işçi hayatını kaybederken 397 işçi de yaralandı.
· Temmuz ayında meydana gelen iş kazalarında en az 110 işçi öldü, 1004 işçi yaralandı.
· Eylül ve Ağustos aylarında en az 150 işçi hayatını kaybetti, yüzlerce işçi de yaralandı
Bu sayılar yalnızca bildiğimiz kadarı. Gerçek rakamlar ise bundan çok daha yüksek. Patronlar sınıfına göre iş kazaları işçilerin hataları ve dikkatsizliği sonucu yaşanıyor. İşçilerin “cahil ve bilinçsiz” olmaları onlara göre iş kazalarının başlıca sebeplerinden biri. Fabrikalarda iş güvenliği uzmanları tarafından verilen eğitimlerde, yaşanan tüm iş kazaları işçilerin “dikkatsizliğine, bilinçsizliğine” mal ediliyor. İşçiler daha dikkatli olsa bunlar yaşanmaz deniyor. Hiçbir güvenlik önlemi almadan işçileri kendi kaderine terk eden kendileri değilmiş gibi çıkıp bir de tüm faturayı işçi sınıfına kesiyorlar. “Tüm suç işçilerin, biz önlem alıyoruz” diyorlar. Oysa gerçek durum bu değildir.
İşçilerden adeta bir makine gibi daha seri, daha hızlı ve bu tempoda sürekli çalışması isteniyor. Koruyucu makine aparatları ve ekipmanları üretimi yavaşlatacağı düşünülerek işveren tarafından işçinin canı hiçe sayılarak ya tam anlamıyla kullanılmıyor ya da devre dışı bırakılıyor. Ne de olsa ölecek ya da sakat kalacak işçinin yerine dışarıda bir sürü işçi var. Patronlar için en önemli şey daha çok kâr etmek.
Sonuç olarak bir avuç asalak için bedel ödeyen, canından olan, geride öksüz ve yetim çocukları kalan biz işçiler oluyoruz. Bu gidişatı değiştirmenin tek bir yolu var. İşçi sınıfı olarak örgütlenip canımıza kasteden, bizi sakat, çocuklarımızı anasız babasız bırakan bu asalaklardan hesap sormalıyız. Ne ölümüzü ne de dirimizi rahat bırakmayanlardan hesap sormalıyız. Tam da böylesi iş cinayetlerinin ve iş kazalarının ardı arkası kesilmezken, patronlar sınıfı böylesine pervasızlaşıp gözü dönmüş bir şekilde işçi sınıfını fabrikalarda kâr uğruna katlederken, iş cinayetlerinin son bulması ve işçi ölümlerinin durdurulması için işçi sınıfı içerisinde yürütülen çalışmalar son derece önemlidir. Aksi halde işçi sınıfı bedel ödemeye devam edecektir.
İş kazaları kader değildir, işçi ölümlerini durduralım!
link: Tuzla’dan MT okuru bir metal işçisi, Patronların Pervasızlığı Sınır Tanımıyor, 7 Kasım 2012, https://marksist.net/node/3120
Sendikalardan ve Sanatçılardan Çağrı: Ölümler Durdurulsun!
Foxconn’da “Bir Milimetrenin Yüzde İkisi” Bardağı Taşırdı