Kadın olmak kapitalist sistemde başlı başına bir sorundur. İş hayatında kadın işçiler erkek işçilere göre bir kat daha ezilir. Kadınların iş hayatındaki durumu böyleyken, ev hayatındaki durumu da çok farklı değildir. Kadınların omuzlarına yüklenen sorumluluk, insanın sömürüsüne dayanan bu kapitalist dünya sisteminde o kadar ağır ki. Bunu anlamak için toplumun kadın üzerindeki bakış açısını irdelemek yeterli olacaktır. Peki, ev kadınları ve işçi kadınlar olarak kurtuluşumuz için ne yapıyoruz?
Gerçek hayata şöyle bir bakarsanız, kadınlar üzerindeki baskının ilk olarak aile içinde başladığını ve ayrımcılığın orada bizlerin iliklerine kadar işletildiğini görürsünüz. Kadın doğar doğmaz bu ayrıma maruz kalır. Atasözlerine bile bu ayrım damgasını basar: “Erkek adamın erkek oğlu olur.” Ergenlik dönemine kadar ailesinden ve çevresinden etkilenerek büyüyen kız çocukları, hayatla ilgili tercihlerini de bu doğrultuda yapar ya da yapmak zorunda kalır. Bu döneme gelinceye kadar kız çocuklarının büyük bir kısmı topluma ve ailesinin kurallarına karşı çıktığı için tonlarca dayak yer, horlanır. Kız çocukları anneleri ve babaları tarafından toplumsal yaşama uygun birer kişi olarak böyle yetiştirirler. Boş kurtuluş hayalleri ile yola çıkmış kadınlar, bu baskılardan kurtulmanın tek yolunu genellikle evlenmek veya üniversite okuyabilmekte ararlar. Oysa ne evlilik kapısının ne de üniversite kapısının, kadınlar için kurtuluş kapısı olmadığını hayat acı bir şekilde kanıtlar. “Hak verilmez, alınır” diye çok yerinde bir söz vardır. Evet, biz kadınlar mücadele etmezsek kimse bize haklarımızı vermeyecektir. Kurtuluş yolu olarak içi boş amaçların peşinde sürüklenmek bizleri hayal kırıklığına uğratmaktan başka bir işe yaramaz.
Mücadeleye atılmak için sağlam temellere ayak basmak çok önemlidir. Bunun için işçi ve emekçi sınıfımızın tarihini iyi bilmek gerekir. Örneğin tarihin dönüm noktalarından biri olan 1917 Ekim Devrimi, birçok sorunda olduğu gibi kadın sorunu konusunda da büyük adımlar atmıştır. Kadın kapitalist sistemde işçi bile olsa, kocasından farklı olarak işten geri kalan zamanını ev işlerine ve çocuk bakımına ayırmak zorunda bırakılır. Erkekler bu işleri kadın işleri olarak görürler ve çoğu kez sanki kendisine bahşedilmiş bir hakmış gibi davranarak kadına yardımcı olmazlar. Ayrıca kadın emeği erkek emeğine göre bir kat daha fazla sömürülür. Böyle bir yaşamda kadının tek kurtuluş yolu, asırlardır sırtına yüklenen baskıyı ve cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmak için kapitalizme karşı savaş bayrağını açmaktan geçmektedir. Unutmamak gerekir ki, önderlerimizin dediği gibi, “Kadınsız Devrim Olmaz, Kadın Devrim Yapmadan Kurtulamaz”!
Kadının kurtuluş mücadelesi için hayatlarını bu yolda feda etmiş kadın ve erkek işçi önderlerinin hayatlarını doğru öğrenmeli, dersler çıkartmalı ve hayatımızın tüm alanına sokmalıyız. Nasıl ki burjuvazi kadın-erkek demeden biz işçileri iliğimize kadar sömürülüyorsa, bizler de buna inat kurtuluşumuzun kılavuzu olan önderlerimizin devrimci Marksist teorisini ve devrimci pratiğini tüm hücrelerimizde hissetmeliyiz. Ancak böyle yaşarsak ve hayatımızı böyle planlarsak mutlu ve devrimler için umutlu olabiliriz.
Yaşasın Dünya Emekçi Kadınlarının Devrimci Mücadelesi!
Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!
link: Gebze’den bir hizmet sektörü işçisi, Kadınsız devrim olmaz, kadın devrim yapmadan kurtulmaz!, 2 Mart 2007, https://marksist.net/node/1401
Diyalektik Materyalizm Üzerine /2
Dalların karanfil çiçeği