Sizin IAG örgütleri konferansı ile ilgili mektubunuzu büyük bir ilgi ile okudum ve çok yararlandım, zira raporunuz çok açıklayıcıydı. Ama değerlendirmelerime başlamadan önce, doğru olarak gözlemlediğiniz olgulardan çıkardığınız sonuçların bana tek yanlı ve hatta yanlış geldiğini söylemeliyim. Bir zamanlar, Fransa seksiyonunun SFIO’ya girmesine muhalefet etmiştiniz ve ICL’nin IAG’ye girmesini önermiştiniz. Her iki olayda da aldığınız tavır yanlıştı.
Bizzat sizin tanımlamalarınızdan çıkan sonuç, IAG seksiyonlarında sadece değişik yönlerde bulunan değişik merkezci grupların ve eğilimlerin diplomatik temsilcileriyle karşı karşıya olduğumuz, ve bu diplomatların her birinin özellikle hiçbir şeye bağlanmamaya meraklı olmaları ve bu nedenle diğerlerine karşı liberal olma eğilimi içinde olmalarıdır. Başka bir deyişle, egemen ilke, yaşa ve yaşat ya da karmaşa yarat ve karmaşa yaratılmasına izin ver idi.
IAG’nin tarihi, zaman zaman yayınladıkları pek fazla önem taşımayan dokümanlarla her bir buçuk yılda bir düzenledikleri konferanslarda sekter olmadıklarını, yani kahrolası Bolşevik-Leninistlerden farklı olarak birbirlerini rahatsız etmeyi hiç istemediklerini kanıtlama çabalarıyla doludur. Böylece IAG, hiçbir şeyi riske atmak istemeyen ve günümüzün en yakıcı sorunlarıyla meşgul olmayı tarihsel “sürece” bırakmayı tercih eden muhafazakâr merkezci diplomatlar için bir sığınak haline gelmiştir. Yukarıda sözü edilen “süreç”, diplomatik beyler için kazara, sağlam direkleri olan, yeni, güzel bir Dördüncü Enternasyonal yaratmayı başarırsa, o zaman bu beyler, başarılan işi en nazik şekilde takdir etme tenezzülünde bulunacaklardır. Fakat bu ana kadar, kapıyı açık bırakmayı isteyeceklerdir. Belki İkinci ve Üçüncüsü artık eriyip yok olacak ve böylece bu karşılıklı olarak tamamlayıcı her iki iflâstan yeni ve parlak bir kuruluş üretecekler. Böyle bir fırsatı kaçırmayı hiç kimse istemeyecektir. Özellikle, belirli ilkelere bağlanıp kalmanın önüne geçilmelidir, çünkü çağımız çok belirsiz bir çağdır ve ilke çok katıdır ve tüm bunların da ötesinde, burnunuzun dibinde durup size ilke ile eylem arasındaki çelişkiyi hatırlatacak öfkeli Leninistler olacaktır.
Konferansta hakim olan SAP’lıların, kararların kabul edilme zamanı geldiğinde bu aynı ilkelere hepten boş vermek için, bizim ilkelerimizi şöyle böyle içeren oldukça radikal konuşmalar yaptıklarını çok güzel gözlemlemişsiniz. Bunun klâsik merkezciliğin ta kendisi olduğuna haklı olarak işaret ediyorsunuz. Sorun, kitlelerin dürüst, saf merkezci ruh hali olduğunda, uygun koşullar ve doğru bir politika altında, gerilememek ve kitleleri ileriye götürmek mümkündür. Fakat yalnızca liderlerle karşı karşıya gelinirse ve bu liderler de “klâsik” merkezcilerse, yani düzenbaz merkezci spekülatörlerse, ne emekçi ne de komünist olan böyle bir emek derneğinden çok az şey beklenebilir. Marksist düşüncelere SFIO’dan beş genç işçi kazanmak, zararsız yani aldatıcı çözümlere oy vermekten ya da bu konferansların dört duvarı içinde onlara karşı oy kullanmaktan yüz kez daha önemlidir.
Katı bürokratların bu şekilde toplanmaları, özellikle bunlar farklı ülkelerden geliyorlarsa, genellikle etkileyici bir izlenim uyandırır. “Orada olmak” en iyisidir. İnsan “yalıtılmışlıktan” kurtulur ve Tanrının yardımıyla güç ve prestij kazanabilir. Ne çocukça bir yanılsama! Sadece güç için mücadele eden kişi bu güce sahip olur, örneğin devrimcilerin gücü açık düşünceleriyle sıkı sıkıya kaynaşmıştır.
Fransa’daki dönüşümüze ilişkin itirazınız nedir? Sol Bund’un (Polonya) bir delegesinin mektubundan alıntı yapmışsınız, ki bu mektup sayıca küçük bir grubun ideolojik netliği sayesinde büyük bir etki yapabileceğini doğru bir şekilde onaylamaktadır. Ama bu tartışılamaz olgudan, siz, ICL’nin en son dönüşünün onun büyüyen etkinliğine zararlı olduğu ve talihsiz sonuçların Sol Bund’a kadar ulaştığı gibi beklenmedik bir sonuç çıkarıyorsunuz. Bu nasıl anlaşılabilir?
Bolşevik-Leninistlerin gücü, sizin ve Sol Bund delegesinin de belirttiğiniz gibi, düşüncelerinin netliğinden gelmektedir. Dönüşten itibaren (ki bu korkunç bir yalandır) etkimizin azaldığını söylüyorsunuz, öyleyse bizim düşüncelerimizin bu dönemde açıklığını kaybettiği varsayılabilir. Sorunlu konu gerçekte budur. Fransa seksiyonumuz SFIO’ya girişinden itibaren daha az kararlı, daha çelişkili, daha oportünist mi oldu? Yoksa temel konumu açısından tümüyle uzlaşmaz tutumunu korudu mu? Bu, sevgili dostum, sizin karar vermeniz gereken şeydir, aksi takdirde bütün değerlendirmeleriniz desteksiz bir temel üzerinde kalacaktır.
İlke ve ideolojik açıklıkta sağlamlık, diyorsunuz, Bolşevik-Leninistlerin gücünü belirlediğinden, örgütsel yöntemlerimizdeki değişiklik, örgütümüzün etkisi açısından ölümcül bir hale geliyor. Uyak tutmuyor, sevgili dostum. Şüphesiz, örgütsel yöntemlerde yapılan değişikliğin (SFIO’ya katılma) ideolojik netlikten ayrılma olduğu görüşünü ileri sürebilirsiniz. Bu gayet mümkündür. Tek sorun, şu anki durumun gerçekten bu olup olmadığıdır.
Seksiyonlarımızdan hiçbirinin, Fransa seksiyonumuzun Sosyalist Parti içinde bir eğilim oluşturduğundan beri yaptığı kadar, düşüncelerini keskin bir şekilde formüle etme ve bunları doğrudan doğruya kitlelerin önüne getirme fırsatı henüz bulamadığını söyleyebilirim. Ve olayları gözlemleyen kişi, komünist partilerin olduğu kadar sosyalist partilerin tüm faaliyetlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak olumlu ya da olumsuz bir şekilde, küçük Fransız seksiyonumuzun görüşleri ve sloganları tarafından belirlendiği ya da en azından etkilendiği sonucuna varmak zorundadır.
Fransızca okumayan ve Fransa’daki yaşamdan haberdar olamayan Polonya’daki ya da başka yerlerdeki yoldaşların, İkinci Enternasyonal’e giriş gerçeğinden elverişsiz bir şekilde etkilendiğini çok kolaylıkla anlayabilirim. Fakat devrimci politikada önemli olan çabuk sonuç almak değil, uzun süreli etkidir. Eğer SFIO’ya girişimizin etkimizin genişlemesi açısından yararlı olduğu kanıtlanırsa, Polonyalı ve diğer yoldaşlarımız, yaptığımız bu hareketle ilgili değerlendirmelerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklar. Yoldaşların büyük çoğunluğu doğal olarak, bunu şimdiden yaptılar. Net düşüncelere sahip küçük bir grubun, geniş ama heterojen bir gruptan daha önemli olduğu doğrudur. Ama bu tanımlamayı bir fetiş haline getirmemeliyiz. Çünkü küçük grup, doğru düşünceleri için gerekli kitleyi yaratmak zorundadır. Ve bunu yaparken, örgütsel olarak, kendini varolan koşullara uyarlamak zorundadır.
Bütün sorunu, tıpkı Fransız seksiyonunun yalıtılmasından korkan Vidal’in yapay olarak dönüş icat etmesi ve bunu tüm hareketin zararına Fransız seksiyonuna telkin etmesi gibi sunuyorsunuz.
1929’da Vidal, Sol Muhalefeti sekterlikle suçlayan bir Fransıza şunları yazmıştı: “Tekil Sol Muhalefet gruplarına dikkat çekiyor ve onlara "sekter" diyorsunuz. Bu terimin içeriği konusunda ortak bir noktaya varmamız gerekiyor. İçimizde, kendilerine daha somut görevler vermeden, hiçbir pratik devrimci çözüm üretmeden, devrimci muhalefeti bir boşluğa, Onur Nişanı benzeri bir şeye dönüştürerek evlerinde oturmakla ve resmi partinin hatalarını eleştirmekle tatmin olan unsurlar var. Bunlara ek olarak, kılı kırk yararak sekter eğilimler gösteren unsurlar var. Buna karşı mücadele etmek zorunludur. Ve ben kişisel olarak bu mücadeleye hazırım, ve bunu yaparken de gerekirse eski dostluklardan, kişisel bağlardan, vb. etkilenmeyeceğim.”
Altı yıl önce yazılmış bu mektup, daha sonra Bolşevik-Leninistlerin niçin bir dizi büyük uluslararası bozgundan sonra, verili koşullar altında görevlerini bir propaganda grubu olarak sekter bir biçim altında sürdürdükleri ve sürdürmek zorunda kaldıklarını açıklamaya devam eder ve bu aşamanın şüphesiz üstesinden gelinmek zorunda olacağı tahminiyle sona erer; tarihsel gelişmenin kendilerini nihayet dikkate aldığı, onları içten bir şekilde davet edip işçi sınıfının liderliğini sunma lütfunda bulunduğu ana dek, eğilimimizin ideolojik hazinesinden, kılı kıpırdamayan bir muhafazakâr olarak kalma hakkını türetmek isteyenlere karşı bir mücadele olmaksızın değil. Hayır sevgili dostum, doğru düşüncelere sahip olmak yeterli değildir. Onları nasıl uygulayacağını bilmek de gerekir. Nasıl? Bunun için evrensel olarak geçerli reçeteler yoktur. Doğru düşüncelerin gücünü en uygun örgütsel kaldıraçla pekiştirmek için, her seferinde durumun somut tahlilini yapmak gerekir.
Brandlercilerle ayrılmanın gündemde olduğu günlerde, Walcher grubundan bir yoldaş bana dönüp, azınlığın SAP’a olası katılması hakkındaki görüşlerimi sordu (sanırım 1931 yılıydı). Yanıtım aşağı yukarı şöyleydi: Bu sol sosyal demokrat partiye katılma, kendi başına her durumda suçlanamaz. Hangi ilkeler ve amaçlar adına bu katılımı gerçekleştirmeyi istediğinizi bilmek gerekir. Bu nedenle, herşeyden önce, kendi platformunuzu açık ve belirsizliğe yer vermeyecek şekilde hazırlamanız zorunludur.
Bildiğiniz gibi, Walcher ve onun adamları bu şekilde hareket etmemişlerdir. Onlar düşüncelerle saklambaç oynadılar ve bugün de aynı şekilde davranmaya devam ediyorlar. Biz onları, belirli bir politik durum altında, belirli bir sosyal demokrat örgüte girmekle değil de asıl bunun için suçluyoruz.
Genç bir SAP üyesinin IAG konferansında şu açıklamayı yaptığını öğrendim: Bolşevik-Leninistlerin Fransa’daki dönüşleri SAP ilkelerinin kabulü anlamına gelir. Ciddi insanlar buna ancak gülerler, çünkü katılım, kendi başına hiçbir şeyi kanıtlamaz; belirleyici olan programdır ve katılımın ardından bu programın ruhuna uygun şekilde yapılan eylemdir. Onlar SFIO’da temsil edildikleri ölçüde, SAP, biçimsizlik ve ılık merkezcilik etkisi uyandırmaktadır. Dostlarımız ise Marksist netlik ve kararlılık içinde hareket etmektedirler.
Ama Lenin reformistlerle kopuşun gerektiğini söylemişti, biz ise şimdi reformist bir örgüte giriyoruz. Bu şekilde olayları karşı karşıya getirme tavrı tümüyle Bordigistlerin ve onların öğrencilerinden Vereecken’in tavrına benzemektedir ve Leninizmle ortak hiçbir yanı yoktur. Lenin, reformistlerle kopuşun gerektiğini savaşın, dünya savaşının patlak vermesinden sonra ilân etmiştir. O bunu merkezcilerden acımasızca istemiştir. O zamanlar hiçbir ülkede, Rus göçmenler dışında istikrarlı Bolşevikler yoktu. Lenin’in bahsettiği sola dönen unsurlar merkezcilerdi, bunlar sadece örgütsel olarak değil, ideolojik olarak da sosyal demokrasi içinde kökleşmişlerdi. Lenin’in reformistlerden kopmalısınız dediği insanlar bunlardı. Ama bunu söyleyebilmek için Rus Bolşevikler, Fransa, İsviçre ve İskandinav sosyal demokrasisinin iç yaşamına gayretli bir şekilde katıldılar.
1914’e göre bizim en büyük avantajımız, hemen hemen her yerde, uluslararası bağları bulunan ve bu nedenle de uluslararası denetime tabi olan sertleşmiş Bolşevik grupların ve örgütlerin varolmasıdır. Onlar, reformistlerle kopuşun gerekliliği konusunda ikna edilmek zorunda değildirler. Onlar, tümüyle farklı bir sorunla karşı karşıyadırlar: Bugünkü koşullarda, net fikirleriyle bizim küçük grubumuz, kendini kitlelere nasıl duyurabilir ve nasıl duyurmalıdır? Durum çok karmaşık ve karışıktır, eski örgütlerin kalıntılarıyla öylesine kuşatılmıştır ki, ilkelerimiz söz konusu olduğunda mutlak uzlaşmazlığı korurken, örgütsel olarak çok becerikli, çok çevik, çok kıvrak ve çok girişimci olmak zorundayız. Aksi takdirde, en doğru düşüncelere rağmen yok olup gideriz. Sorge ile mektuplaşmalarında Engels, defalarca Amerika’daki İngiliz ve Alman Marksistlerin, en canlı teoriyi, Marksizmi, varolan işçi hareketi dalgasına tüm güçleriyle ve kararlılıkla müdahale etmek yerine pasif kalabilmek için örtü olarak kullanıp sekter bir dine dönüştürdüklerinden yakınmaktadır.
İspanya’ya bakın, sevgili dostum. İçinde bulundukları devrimci heyecanın ortasında, seksiyonumuzun liderliği, bütün dönem boyunca kuramsal bir pasiflik tavrı sergilemiştir. Yoldaşlarımızın birçoğu, bireysel olarak cesurca savaşmışlardır. Ama, seksiyonumuz bütün olarak, devrimci etkinlikten çok, “nesnel” eleştirilerle meşgul olmuştur. Bu, şüphesiz, ICL’nin tarihindeki en trajik örnektir. Ve gözlemleyin, Fransa’daki “oportünist” dönüşe karşı şimdi tümüyle uzlaşmaz bir tavır sergileyen de bu seksiyondur.
Amerika’da, gelişmeler farklı bir gidişat sergiledi. Birlik’imiz, bağımsız bir parti kurmak için Muste örgütüyle birleşti. Örgüt, ısrarlı bir biçimde, bugünkü kitle hareketi içinde yer alıyor ve dikkate değer başarılar kazanıyor. Ve kesinlikle bu nedenledir ki, o, koşullardaki ve uygulanan yöntemlerdeki farklılıklara rağmen, Fransa’daki dönüşün net bir kavranışını göstermeye adaydır.
Marksistler olarak bizler merkezileşmeden yanayız. Biz aynı zamanda devrimci güçlerin birleşmesi için uluslararası düzeyde çaba sarf ediyoruz. Ama Marksistler olarak biz, tutarsız kuramcılar, bilgiçlik taslayan insanlar olamayız. Biz daima güncel eğilimleri inceler ve kimliğimizi kaybetmeden kendimizi her yeni duruma uyarlarız. Devrimci başarının tüm sırrı burada yatmaktadır. Ve biz, bedeli ne olursa olsun bu sırra ulaşmalıyız.
Çeviri Tarihi: Mart 1997
link: Lev Troçki, Merkezci Kombinasyonlar ve Marksist Taktikler, Mart 1935, https://marksist.net/node/595
Gebze'de 1 Mayıs
Kapitalist Sistem Sağlıklı Bir Toplum Yaratamaz