Neredeyse otuz yıldır Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı okullarda görev yapan bir öğretmenim. Çalışma hayatım boyunca defalarca program, içerik, sınav sistemi, öğretim yöntem ve tekniklerindeki zorunlu değişikliklere öğrencilerle birlikte maruz kaldım. Fikrimiz sorulmadan, tartışılmadan uygulamaya konulan bu “yeniliklerin”, eğitim dünyasında, öğrencilerin gelişiminde, öğretmenlerin çalışma koşullarında olumlu bir etki yarattığına hiç şahit olmadım. Aksine her şeyin yalnızca kâğıt üzerinde kaldığını gördüm. Kredili Sistem, Süper Lise, OKS, SBS, TEOG, LGS, kubaşık öğrenme, çoklu zekâ vs. Bu süreçte, bazı derslerde haftalık ders saatleri arttırıldı, azaltıldı, konu ve kazanımlar eklendi, çıkarıldı. Keza proje görevleri, performans ödevleri, ders içi performans notları önem kazandı, önemini kaybetti. Bütün bu değişiklikler yapılırken her seferinde öğretmenler, öğrenci ve velilerle karşı karşıya getirildi. Son yıllarda yapılan değişikliklerle adı “seçmeli” ama kendisi “zorunlu” olan dersler ders programlarında yerini aldı. Öğrencilerin ilgi, beceri ve ihtiyaçları göz ardı edildi ve Kur’an dersi, Hz. Muhammed’in hayatı gibi derslere girmeye mecbur tutuldular. Sanırım “İmam Hatip Liselerine öğrencileri getiremedik, İmam Hatip Liselerini öğrencilere götürelim” dediler.
Yeni Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin göreve gelir gelmez eğitimdeki tüm sorunları “çözecek” bir atılım yapmış gibi görünerek “açık uçlu sorular, sınav senaryoları, il-ülke genelinde ortak sınavlar” gibi uygulamaları devreye soktu. Ama ne hikmetse, okullarda açık uçlu soruların sorulması uygun bulunurken, merkezi sınavlarda soruların çoktan seçmeli test şeklinde yapılmasına devam edildi. Hiç mi olumlu gelişme yaşanmadı derseniz, elbette kendi adıma “dil öğretimi” konusundaki değişiklikleri olumlu bulduğumu söylemeliyim; Türkçe, İngilizce gibi derslerde, olması gerektiği gibi “okuma, yazma, dinleme” becerilerinin ayrı ölçme ve değerlendirmeye tabi tutulması önemlidir. Ancak burada da Türkiye şartları düşünüldüğünde, bu olumlu görünen uygulama başka sorunları beraberinde getirdi. Okullarımızın fiziki şartları, derslik sayılarındaki yetersizlik nedeniyle, öğretmenler bu değerlendirmeyi yapmaya çalışırken oldukça zorlanmaktadırlar.
Gelelim sizlerle paylaşmak istediğim asıl konuya; son günlerin en çok tartışılan gelişmesi, 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu söylenen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ne. Yani yeni müfredat programı taslağına. Bakan Tekin, hazırlandığı rolün gereği olarak, iktidarın planları doğrultusunda çizilen yolda ilerlemeye devam ediyor. Taslak, bazı eğitim sendikaları, çeşitli TV programları, sosyal medya gibi mecralarda tartışılıyor iki haftadır. Ben de, eğitim-öğretim alanında çalıştığımdan, hem genel olarak hem de branşım açısından, programı incelemeye çalıştım. Programda öğrencilere kazandırılması istenen “aile bütünlüğü değeri” ve çocukların “millî, manevi ve bunlarla uyumlu evrensel değerleri yaşatmaya istekli etkin vatandaşlar olarak yetişmeleri”, “insanın fıtri özellikleri” gibi ifadeler özellikle dikkatimi çekti. Bunların ne anlama geldiğini, gelebileceğini düşündüm. Bu ifadeler bana kalırsa, programın ruhunu oldukça iyi bir şekilde yansıtıyor. MEB’in hangi amaçla bu programı hayata geçirmek istediğini, neye hizmet ettiğini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor. Yapay birtakım değerler öne sürerek, “toplumun buna ihtiyacı var, çünkü biz öyle istiyoruz” dediğini görmek zorundayız. Son yirmi yıldır, sorgusuz sualsiz her şeyi kabul eden, itaatkâr bir gençlik ve sindirilmiş bir toplum yaratma çabalarına bu müfredatla yeni bir açılım getirilmektedir. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” de bu isteğe hizmet edecek şekilde planlanmış ve hayata geçirilmek üzere adım atılmıştır.
Çağımızda bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı hepimiz için. Hele çocuklarımız, gerekli gereksiz her türlü bilgiye kolayca erişmenin yollarını hepimizden iyi biliyorlar. Sadece bu nedenle bile, zaman zaman gereksiz hale gelen bilgi yüklemesi yapan bir öğretim modeli yerine, öğrenmeyi öğreten bir modele geçmek, bazı konuların programdan çıkarılarak, içeriğin seyreltilmesi olumlu bile olabilir. Ancak giderek niteliksizleşen eğitimin sahte değerlerle, gerçek hayattan kopuk, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı unsurlarla doldurulması kabul edilemez, etmemeliyiz.
link: İzmit’ten bir öğretmen, İtaatkâr Gençlik Yaratma Çabalarının Yeni Adımı: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, 17 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8264
Soma’nın Hesabını Örgütlü İşçi Sınıfı Mutlaka Soracak!
Kobanê Davasında Şaşırtmayan Karar