Kış geliyor Soğumaya başladı havalar Yazın sıcağı bezdirir fukarayı canından fakat Kıştan çektiğinin binde birini çekmez yoksullar burada. Odun, kömür yanına yaklaşılacak gibi değil Isınmak zengin işi şimdi Bizim şu memleket-i muasarada Serçelerin, sığırcıkların keyfine diyecek yok Ve bir de kumruların Onlar yaz kış burada Fakat Fabrika bacasının üzerindeki leylek yuvası Boş kalacak bir dahaki bahara kadar Sıcak yerlere uçuyor “göçmen” kuşlar. Göçmenlik nedir sahi? Göçmen kime denir? Bir sınırı aşıp geçince mi göçmen olur insan? Hadi diyelim öyle... Hadi diyelim yoksulluk Hadi diyelim savaş ölüm demek olmasın göçmenlik. Hadi diyelim paralı pulluların işi olmasın sınırlar çekmek Peki, nasıl göçmen oluyor kuşlar? Bırakınca kendini göğün mavi kollarına Ve kanatlarının altında rüzgâr Ey dünyaya dikenli teller geren O zaman senin çizdiğin sınırları kim takar? Bütün dünya kuşların kanatlarının altında, Bütün dünya kuşlara vatan. Var git sen kendi derdine yan. Ağaçlar Sarı, kızıl yapraklarıyla Kuş tüyü bir yorgan gibi örtüyorlar asfaltın üzerini Asfalt üşür mü ki? Üşür ya, üşümez mi? Hem de ciğerlerine kadar. Peki; Ya kaldırımların üzerinde kıskıvrak yatan çocuklardan kaçı sabaha çıkar? Belki bir, belki iki. Ya da kim bilir belki Bir gece vakti ayaz Gece bekçisinin düdüğü gibi soğuk ve öfke uyandıran bir ıslıkla Sımsıcak düşler gören çocukların cılız bedenlerine sarılıp sabaha bir tekini bile canlı bırakmaz. Kader midir taş kaldırımlarda donarak ölmek? Yoksa, Kendi kaderini Tarihin utancından nasibini almamışlara bırakanların kaçınılmaz sonu mu? Ve kış geldi. Yavaş yavaş uykuya daldı doğa Bembeyaz bir masumiyet gibi akıyor Karşıdaki dağların doruklarından eteklerine doğru kar Yemyeşil adam boyu çayırların ve yaprakların Rüzgâr Şef’in yönetimindeki senfonisinin yerini Sarı cılız, hüzünlü bir melodi aldı. Hoşça kalın kelebekler Uğur böcekleri hoşça kalın Kavuşmamız ancak bir dahaki bahara kaldı. Tek bir yaprak kalmadı Ağaçlar çırılçıplak şimdi Su çekildi damarlarından Dokunsan çatırdayarak kırılacak söğütlerin dalları Yollar, kaldırımlar dam boyu kar Ve ayaz Astığı astık kestiği kestik bir eşkıya Gelincikler Peygamber çiçekleri Ve papatyalar Tohumlarını toprağın sıcak bağrına bıraktılar Boy verip büyüsün diye bir dahaki baharda. Tipi Canlı olan ne varsa boğazına geçirip ipi Sıkıyor nefessiz bırakıp öldürünceye kadar Sokak lambasının etrafında dönüp duran sineklerin ömrü Hafif bir rüzgâr önüne katıp kovalayıncaya kadar Çatılardan dökülen damlalar Derelerden akan su dondu Mecburiyet gölü boydan boya buz. Gece uzun ve soğuk Tezden kararıyor artık havalar Sağında, solunda bir ölüm uğultusu evlerin İnim inim inletiyor duvarları rüzgâr. Sokaklarda ne kedi ne köpek Kuyruğunu kısıp bacaklarının arasına Sığınmışlar merdiven altlarındaki duldalarına Bembeyaz bir kefenin üzerinde ayaz Çekip kılıcını Yönünü şaşırmış talihsiz bir yolcu arar. Fakat Döner tekerleği zamanın İç içedir Dün, bugün ve yarın. Kış bitip eriyince kar Ne tipi, ne ayaz Eser kalmaz hiçbirinden Doğa uyanır Çatlar tohumları gelinciklerin Ne gecenin karanlığına mahkûmdur Ne de kışın haydutluğuna insan Dereler yine her zamanki neşesinde Gelincikler kızıla bürüdü her yanı Çayırlar başladı rüzgâr şefin yönetimindeki senfonisine Akıyor yaşamın damarlarından kan Devinip duruyor hayat Ey umudun goncası Toprak uyandı Sen de uyan, sen de uyan.
18 Eylül 2022
link: Ziya Egeli, Uyan, 18 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7753
... önceki yazı
Şili’de Yeni Anayasa Neden Reddedildi?
Şili’de Yeni Anayasa Neden Reddedildi?
sonraki yazı ...
İflas Eden Dış Politika, Açmaz ve Tornistanlar
İflas Eden Dış Politika, Açmaz ve Tornistanlar