Son yıllarda sermaye düzeninin efendileri dünyanın dört bir yanında ırkçılığı tırmandırıyorlar. Irkçılığı bu denli körüklemelerinin nedenlerinin başında sermaye düzeninin içinde bulunduğu derin tarihsel kriz geliyor. Egemenler ABD’den Rusya’ya, Çin’den Almanya’ya, Fransa’dan Türkiye’ye, hatta adı sanı bilinmeyen ülkelerde bile, bir yanda böbürlenme diğer yanda “dünya bize düşman” algısı oluşturuyorlar.
Irkçılığın dünyanın her yerinde burjuvazinin kanlı sopası olarak kullanıldığını tarihten çok iyi biliyoruz. Örneğin güpegündüz ırkçı polisler tarafından George Floyd katledildi ABD’de. AKP’nin havuz medyasında “bakın Amerika’da ırkçılık var” diyerek başlıklar atıyorlardı. Oysa aynı günlerde Türkiye’de benzer ırkçı saldırılar yaşanmıştı. Zaten ırkçılığın yaşanmadığı gün yok ama bu durum yok sayılıyor. AKP kendi ırkçılığını Amerika’nın ırkçılığıyla örtmeye çalışıyor. Ama Kürt halkına dönük ırkçı saldırılar sürüyor. Kürt halkından olanlar kadın çocuk denmeden ırkçı saldırılarda katlediliyor.
Bugün dünyada savaşlarda ölmemek, hayatta kalabilmek için üç yüz milyon insan evlerini, yurtlarını terk edip yollara düşüyor. Yollarda açlıktan, susuzluktan, boğularak ölenlerin sayısı belli değil. Hayatta kalanların da gittikleri ülkelerde başlarına gelmeyen kalmıyor. Varabildikleri ülkelerde bir yandan vebalı muamelesi görüyor, diğer yandan ucuz işgücü olarak çalıştırılıyorlar. Üstüne üstlük her yerde ırkçı saldırılara uğruyorlar. Egemenlerin her biri bu yersiz yurtsuz insanları kendi çıkarlarına göre kullanıyor. Mesela Erdoğan özellikle Suriyelilere ve şimdilerde daha büyük kalabalıklar halinde gelmeye başlayan Afganlara “din kardeşlerimiz” diyerek güya sahip çıkıyor. Gerçekte Erdoğan bu göçmenleri AB’ye karşı bir koz olarak kullanıyor, onları Türkiye’de tutmak için milyarlarca avro para alıyor. Ayrıca AKP’li Yasin Aktay’ın dediği gibi “Suriyeliler giderse ekonomi çöker” diye düşünüyor, yani onları ucuz işgücü kaynağı olarak görüyor. Yani din kardeşliği bahane, katmerli sömürü şahane.
Ana muhalefet partisi CHP’nin ve diğer muhalif parti İYİP’in pozisyonu da farklı değil, hatta daha da beter. CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın başta Suriyeliler olmak üzere tüm göçmenleri hedef alan ırkçı söylemine hep birlikte şahit olduk. Üstelik onun bu tarz bir çıkışı ilk değil. Ama göçmenleri Bolu’dan kovmak isteyen Tanju Özcan’ın evinde sigortasız olarak göçmen çalıştırdığı da açığa çıktı. “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olmak hakkı, köle olmak hakkı. Dost düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” diyen Mahmut Esat Bozkurt’un zihniyetinin devam ettiğini bir kez daha görmüş olduk. CHP’nin ırkçı-ulusalcı-devletçi kanadı sözde AKP’ye karşıymış gibi görünse de söz konusu devletin çıkarları veya Kürt meselesi olunca hiç de iktidardan farklı pozisyonda durmuyorlar.
Burjuvazinin çeşitli unsurları da sürekli kaşınan bu yabancı düşmanlığı konusunda renklerini belli ettiler. Örneğin Arzu Sabancı “ülkemde mülteci istemiyorum” diye buyurdu. Sabancı sülalesi geçmişten beri sömürüde aslan payına sahip ve işçi sınıfının sırtından elde ettiği artı-değer üzerinde tepine tepine yaşıyor. Sabancı sülalesi Adana’dan başlayıp ülkeyi de geçip dünyada işçilerin emeği, kanı, canı üzerinden büyümüştür. Sabancıların dünyanın istedikleri yerinde işçi sömürmesine yasak yok. Elbette Arzu Sabancı bu sözleri öylesine, laf olsun torba dolsun diye, gevezeliğinden söylemiyor. Burjuva bir kadın olarak mülteci kadınların yaşadığı dramı anlamasını beklemek en hafif ifadeyle saflık olur.
Bu kalpazan sömürücüler yoksulların gözlerine milliyetçilik, şovenizm, ırkçılık perdesini çekmeden düzenlerini sürdüremeyeceklerini çok iyi bilirler. Açlıktan mideleri guruldayan yoksullara “bizim büyümemizi istemiyorlar” derler. Ama sermayedarlar büyürken yoksulların lokması daha da küçülür. “Dört bir yanımız düşmanlarla çevrili” derler ama bu arada dünyanın dört bir yanındaki devletler ve sermaye sahipleriyle ortak iş tutarlar. İşçi yerli ve yabancı sermaye tarafından birlikte sömürülür. Ama yabancı düşmanlığıyla gözleri kör etmek için bir güzel kullanılır. Milliyetçilikle gözleri kör edilen işçi iliğine dek sömüren patronlara değil, başka ülkelerin yoksul halklarına düşman edilir. Örgütlü ve sınıf bilincine sahip olmaya işçiler milliyetçilikle zehir içtiğinin farkına bile varmazlar.
Faşizm, sermaye düzeninden bağımsız, kendinden menkul bir yönetim biçimi değildir. Burjuva sınıfın toplumu sopa yoluyla yönetme biçimidir faşizm. Bugün göçmenler üzerinden işçi ve emekçileri kışkırtıyorlar. Dün Suriyeliler, Afganlar yoktu. Fakat onyıllardır Türk işçiler ve emekçiler Kürt halkına karşı kışkırtılıyordu. Öncesinde Alevi-Sünni ayrımı üzerinden aynı provokasyonları denedi eli kanlı sermaye düzeni. Ancak örgütlü işçi sınıfı oyuna gelmez, naneli şekerin içine gizlenmiş ırkçılık zehrini yutmaz. Örgütlü işçi sınıfı hiçbir sınıf kardeşinin milliyetine, ırkına, dinine ve diline bakmadan hep birlikte mücadele eder. İşte sömürücü sınıfın asıl korktuğu da budur, işçi sınıfının enternasyonal bir temelde örgütlenmesidir. İşçi sınıfı dünya üzerinde örgütlendiğinde sermaye sınıfının ölüm borazanı çalınacaktır. Sömürü düzeni yok edildiğinde ırkçılık ve faşizm tehlikesi de yok olacaktır.
link: İzmir’den emekli bir işçi, Irkçılık Sermaye Düzeninin Hamurunda Var, 5 Ağustos 2021, https://marksist.net/node/7421