AKP iktidarı ülkenin toprak, su, yeraltı kaynakları vb. tüm imkânlarını sermaye sınıfını daha fazla zengin etmek için kullanıyor. Başkanlık sistemiyle birlikte her türlü yetkiyi elinde toplayan Erdoğan, özellikle yandaş sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda, her türlü denetimden uzak kararlar alıyor, uyguluyor. Son yıllarda sayıları iyice artan ve tepkilere de neden olan “Acele Kamulaştırma” kararları da bunun bir parçasını oluşturuyor.
Acele kamulaştırma, Kamulaştırma Kanununun 27. maddesinde şöyle koşullandırılıyor: “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10uncu madde esasları dairesinde ve 15inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.”
Kanun maddesinde açıkça belirtildiği üzere “acele kamulaştırma” özel durumlarda başvurulması öngörülen bir uygulama. Özel mülke el koymayı içerdiği için burjuva hukuku gereği de hassas bir konu. Fakat temsilcisi olduğu sermaye kesimini “Acele zenginleştirme” peşinde olan AKP iktidarı, burjuva hukukunu dahi çiğnediği uygulamalara başvuruyor.
Normal kamulaştırmada kamu yararı ve gerekliliği şartı bulunuyor ve vatandaşın belirlenen bedele itiraz ederek konuyu yargıyı taşıması nedeniyle çok daha uzun bir süreç gerektiriyor. “Acele kamulaştırma”da ise normal kamulaştırmadan farklı olarak bilirkişi işleminden sonra doğrudan işleme geçiliyor ve gerekli prosedürler daha sonra tamamlanıyor.
Başkanlık sistemi öncesinde “acele kamulaştırma” kararı Bakanlar Kurulunca alınıyordu ve Danıştay’ın denetimine tabiydi. Sistemin değişmesiyle birlikte Bakanlar Kurulunun yetkileri Cumhurbaşkanına geçti ve böylece Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlayarak “acele kamulaştırma” kararı verme yetkisine kavuştu. “Kararları hızla alacağız, gereksiz tartışmalarla oyalanmayacağız, ülkeyi kalkındıracağız” diyerek “tek adam” rejimini meşrulaştırmaya çalışan iktidar, her türlü yağma ve talanla sermayeyi ihya etme yetkisini de eline geçirmiş oldu.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme yetkisi AYM’ye (Anayasa Mahkemesi) veriliyor. Fakat Anayasa Mahkemesi büyük ölçüde Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerden oluşuyor. Cumhurbaşkanı’nın kendi seçtiği üyeler tarafından ne ölçüde denetleneceği, cevabı belli bir sorudur.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla AYM’de doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı da Cumhurbaşkanına, TBMM’de en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere ait. Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümsüz hale gelmesi için TBMM’nin aynı konuda bir kanun çıkarması, konunun kanunlarda açıkça düzenlenmiş olması ya da mevcut kanunda farklı hükümler bulunması gerekiyor.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı kararnameleri üzerinde etkili Meclis denetimi, ancak muhalefet partilerinin Mecliste çoğunluğu elinde bulundurması durumunda mümkün olabilir. Cumhurbaşkanının genel başkanı olduğu siyasi partinin Meclis çoğunluğunu elinde bulundurması, Anayasa değişiklikleriyle yetkileri tırpanlanan Meclisin denetim imkânlarını daha da azaltıyor. İşte bu denetimden uzak yönetim tam bir yağma ve talan düzeninin önünü açıyor.
Türkiye’de uzun yıllardır kentsel dönüşüm, ulaşım, mega projeler, maden ve bazı enerji projeleri için acele kamulaştırma kararları alınıyor. AKP iktidarının inşaatın yanında enerji sektörünü de sermayeyi palazlandırmanın yolu olarak seçtiği koşullarda bir taraftan acele kamulaştırmayla vatandaşın malına el konuluyor, diğer taraftan kamulaştırılan bu yerler özel şirketlere peşkeş çekiliyor. İktidar yapılacak faaliyetin ülke kalkınmasına ve vatandaşa hizmet olduğunu, özel şirket ise yetkiyi devletin gerekli kurumundan aldığını söylüyor. Sonuçta insanın, ağacın, hayvanın doğal yaşam alanları kısa ya da uzun vadeli kârlar uğruna tahrip ediliyor. Köylünün, emekçinin, vatandaşın malı mülkü devlet gücüyle zor kullanılarak yağmalanıyor.
CHP milletvekillerinin 2020 yılı Ekim ayında TBMM’ye verdiği soru önergelerinde belirtildiğine göre 2004’ten bu yana tam 1609 “acele kamulaştırma” kararı çıkarıldı. Bazı somut örneklere bakarak acele kamulaştırmada asıl niyetin ne olduğunu ve neye mal olduğunu anlamak mümkün olacaktır.
6 Ocak 2021 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Mersin Mezitli’de1. sınıf tarım alanı olan ve narenciye bahçelerinin (60 bin narenciye ağacı) bulunduğu yaklaşık 400 dönüm arazi hakkında küçük sanayi sitesi yapılmak üzere acele kamulaştırma kararı verildi. Mezitli halkı bölgede sanayi sitesi yapılabilecek uygun alanlar olduğunu, arazilerinin ellerinden alınarak birilerine peşkeş çekileceğini söyleyerek karara itiraz etti. Çitfçi yüksek maliyetler nedeniyle zarar ederken, tüketici ise yüksek fiyatlar nedeniyle evine aldığı sebze meyveyi sürekli kısarken, birileri bedavaya arsa kapıp, üzerine inşaat yapsın ve kârına kâr katsın diye verimli tarım arazileri işte bu ve benzeri yollarla talan ediliyor. Tıpkı İkizdere’nin İşkencedere vadisinde yapıldığı gibi. Bu bölgede de Cengiz İnşaat’ın yapacağı İyidere liman inşaatına dolgu malzemesi sağlamak amacıyla açılacak taş ocağı nedeniyle ağaçlar köklerinden sökülmüş, bölge halkı hem taş ocağı yapımına hem de ağaçların kesilmesine karşı direniş başlatmıştı. Bölge halkının mücadelesi devam ediyor. Talana karşı direnen emekçi bir kadın, AKP iktidara geldikten sonra atadan kalma ama tapusuz olan arazilerinin tapularının kendilerine verildiğini fakat şimdi kendilerine sorulmadan Cumhurbaşkanlığı kararıyla ellerinden zorla alındığını söyleyerek yaşanan hukuksuzluğa isyan ediyor.
Başka bir örnekte ise Rize’nin Çamlıhemşin ilçesindeki Fırtınaderesi’nin 21 parsel alanı için toplu konut, turizm, ticaret ve cami alanı olarak kullanılmak üzere acele kamulaştırma kararı verildi. Vatandaşa dere yatağı, orman vb. olduğu gerekçesiyle tapusu verilmeyen araziler için otel ve benzeri tesis kurulması amacıyla acele kamulaştırma kararları çıkarıldı. Fırtınaderesi gibi 1. derece SİT alanı olan Ayder yaylasında da kamulaştırma yapılmış ve kamulaştırma sonrası bölge belli ki sermayeye peşkeş çekilmek üzere SİT alanı statüsünden çıkarılmıştır.
Kütahya’da ise 93 hektar alanda maden açma izni bulunan Zenit Madencilik, maden sahasını 10’dan fazla köyü kapsayacak şekilde 668 hektara çıkarmak için köylülerden arazilerini satmalarını istiyor. Arazisini satmak istemeyen köylüleri “Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği kapsamında kamulaştırma yapılacağını” söyleyerek korkutup arazilerini satmaya zorluyor. Fakat madenin kendilerine vereceği zararları araştıran köylüler gençlerin öncülüğünde kamulaştırma kararları ve maden ocağına karşı direndiler.
Ve daha yüzlerce bölgede “acele kamulaştırma” yoluyla yağma ve talan yapıldı, yapılıyor. Kamulaştırma yapılan bölgelerde yöre halkı öncelikli olarak doğal yaşamlarının bozulacağı ve anadan atadan kalma mallarını haraç mezat vermek, şehirlerde ucuz işgücü olmak istemedikleri için, son yıllarda artan oranda eylem ve protestolar, direnişler örgütlüyorlar. Emekçilerin kararlı direnişleri sonucu bazı yerlerde iktidar geri adım atmak zorunda kalıyor.
“AKP’nin en başından beri izlediği politika, devlet kaynaklarının eşi benzeri görülmedik bir hırsla yağmalanması ve yine devlet yetkilerinin tam bir keyfilikle sömürülmesi temelinde ilgili sermaye fraksiyonunun semirtilmesidir. Türkiye’nin geleneksel büyük sermaye çevrelerinin dışından gelen ve ağırlıklı olarak daha yakın dönem itibariyle taşra kökenli, nispeten daha küçük ölçekli sermayelerden oluşan bu fraksiyon, devleti tam bir yağma kaynağı olarak görmüş ve bu konuda sermayenin genel çıkarlarını gözetme ölçüsünü tümüyle kaçırmıştır. Bu yağmanın en tepeden makro ölçekte sistematik hale getirildiği artık iyice biliniyor.”[*]
Kapitalizm üretim alanlarında işçinin emek gücünü, yeryüzü üzerinde doğanın nimetlerini sömürerek, yağmalayarak kendine can bulur. Burjuva hukuku her ne kadar bütün bunlar olması gerekenmiş, başkası mümkün değilmiş gibi algı yaratsa da bu bir aldatmacadır. Kapitalizmin tarihi boyunca işçi sınıfı, emekçilerin yaşam hakkına sahip çıkmak ve sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele etti. Bugün de dünyanın her yerinde sömürüye, doğa talanına karşı mücadele sesleri yükseliyor. Belki şimdilik bu sesler kapitalizmin kalelerini yıkacak kadar yüksek çıkmıyor ama onları korkutacak, bizlere de geleceğe dair umut aşılayacak kadar çok çıkıyor. Gün kapitalizmin her türlü talanına karşı birleşme ve mücadele etme günüdür.
link: Ankara’dan bir işçi, Cumhurbaşkanlığı Kararıyla “Acele Kamulaştırma”, 14 Haziran 2021, https://marksist.net/node/7376
Procrust’un Yatağı ve 8 Saatlik İşgünü Mücadelesi
Uzaktan Çalışma Kalıcılaşıyor, Sömürü Derinleşiyor