… parke taşlı yolların ortasındaki bir barikatta, erkeklerle birlikte on iki yaşındaki bir çocuğu da yakalarlar. Sorarlar: «Sen de onlardan mısın?» Yanıtlar: «Hepimiz onlardanız.» Bekle. Çocuk bekler. Makineli tüfeklerin ağzı şimşekler kusar ve tüm yoldaşları duvarın dibine yığılırlar. Sıra kendine geldiğinde izin ister: «Evime kadar gidip saatimi anneme verebilir miyim?» «Tüymek mi niyetin yani?» «Hayır, döneceğim.» «Nerede oturuyorsun?» «Şurada, çeşmenin yanında.» «Hemen döneceğim yüzbaşım.» Çocuk gider. Erler aralarında subaylarını alaya alır: Amma da kandırdı velet! Kahkahaları can çekişenlerin hırıltılarına karışır. Gülmeyi keserler birden. Çünkü çocuk gerçekten dönmüş. Duvara sırtını yaslar: «İşte buradayım, ateş!» der.
(Victor Hugo)
Komünarlar öldürülürken de savaştıkları gibi yiğitçe durdular düşmanın karşısında. Şöyle anlatmaktadır infaz timinde yer alan bir asker, Komünarların yiğitliğini:
Bu heriflerin 40 kadarını Passy’de kurşuna dizdik. Hepsi de asker olarak öldü. Kimi kollarını kavuşturarak başını yukarı kaldırdı. Kimi gömleğinin düğmelerini açarak «Ateş edin! Ölümden korkmuyoruz!» diye bağırdı. Öldürdüklerimizden tek bir tanesi bile gözlerini kırpmadı. Özellikle, bize tek başına bir taburun yaptığından çok daha fazlasını yapan bir topçuyu hatırlıyorum. Topu tek başına kullanıyordu. On beş dakika içinde arkadaşlarımızdan birçoğunu öldürdü ve yaraladı. Sonunda yoruldu. Barikatın diğer köşesinden indik. Onu hâlâ görür gibiyim. Sağlam bir adamdı. Yarım saattir verdiği mücadele nedeniyle ter içinde kalmıştı. «Sıra sizde», dedi, «öldürülmeyi hak ediyorum. Ama yiğitçe öleceğim.»
Despotların amansız düşmanı Victor Hugo da Bonapartist rejime başkaldıranlar arasındaydı. Cumhuriyetçiliğin önde gelen savunucularından olan bu büyük sanatçı, ütopik sosyalistlerden etkilenmiş bir toplumcuydu. Her ne kadar Komüne yönelik “hümanist” eleştirilerine küçük-burjuva sınıf doğası damgasını bastıysa da, Komünün ezilmesinin ardından girişilen korkunç katliam karşısında sessiz kalmadı:
Bir yığın insanı kurşuna diziyorlar. Hiç kimse sızlanmıyor, ağlamıyor. Ölüm, canlarını almıyor da hafifçe okşuyor onları sanki. Acı, eksik, hüzünlü bir dünyadan ivedi kaçmak istiyorlar sanki. Böylesi bir özgürlükten zevk alıyorlar sanki. Kimse sendelemiyor, tökezlemiyor. Torunla dede aynı duvara sırtlarını dayamışlar. Dede idam mangasını alaya alıyor; körpe ve kumral çocuk, torunu, gülerek «ateş» diye haykırıyor. Bu gülüşte, bu acıklı gülümsemede gizli, yaşam gerçeği. … Bütün bu öldürülmüş ruhlar adına diyorum ki: Bir çocuğun ölümü bir sarayın yakılıp yıkılmasından çok daha acı vericidir.
link: Marksist Tutum, “İşte buradayım, ateş!”, 20 Mart 2021, https://marksist.net/node/7313