Özgürlük Yazarları gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek yapılmış bir film. Bu hikâyede Woodrow Wilson Lisesindeki 203 numaralı sınıfın öğrencileri, renkleri, anadilleri, kültürleri farklı olmasına rağmen sınıf arkadaşlarıyla dost, kardeş olmayı öğreniyorlar. Sorunların derilerinin rengi, dilleri ve kültürleri farklı olduğu için kendilerinden görmedikleri insanlardan kaynaklanmadığını, aksine ayrımcılığın sistem tarafından zihinlerine zerk edilen bir zehir olduğunu fark ediyorlar. Gelin 203 numaralı sınıftaki öğrencilerin değişim serüvenine hep birlikte tanıklık edelim.
Gençlerin yaşadığı mahalle dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş göçmen ailelerden oluşmaktadır. Yoksulluk her ailenin ve dolayısıyla gençlerin yaşamını sarmalayan en önemli sorundur. Çeteler birbirleriyle kıyasıya dövüşür. Şehir onlar için uyuşturucu satışı, cinayet ve kavgaların eksik olmadığı bir yerdir. Gençler aile içi şiddete maruz kalmaktadır. Çoğu bir çeteye katılmak ve onların istediği gibi biri olmak zorundadır. Aksi takdirde kendilerini önemsiz ve dışlanmış hissederler. Onlara göre gelecekleri karanlıktır ve tek çıkar yolları “çeteler”dir.
Öğrenciler okulu hapishane gibi görürler. Okula gitmelerinin tek sebebi, gözetim memurunun diğer seçeneğin ıslah evi olacağını söylemesidir. Okulda öğrenciler “başarı” seviyelerine göre sınıflara bölünür. En iyi öğrencileri seçip, geri kalanları kendi kaderlerine terk ederler. En iyi öğrencilerin %99’u beyazlardan oluşmaktadır ve okulun kaynakları, imkânları sadece bu öğrencilere açıktır. Geri kalan öğrencilere sanki doğuştan suçlularmış ve suçlu olmak zorundalarmış gibi davranılır. Bütün okul yönetimi bu konuda hemfikirken okula yeni atanan ve ilk öğretmenlik deneyimini yaşayan idealist bir öğretmen olan Erin Gruwell bu duruma karşı çıkar. O her öğrencinin okulun imkânlarından eşit şartlarda yararlanması gerektiğini söyler ve bunun için okul yönetiminden daha üst yönetim kurullarına kadar herkesle mücadele eder.
Bayan Gruwell’in öğrencileri ilk zamanlar sınıf içerisinde kendi bölgelerini ilan etmiş, kimliklerine göre gruplaşmış ve düşmanlaşmış durumdadır. Öğretmenleri sürekli onları kaynaştırmanın peşindedir. Fakat beyinlerine zerk edilmiş ırkçılığın zehrini çıkartması kolay değildir. Bir gün öğrenciler kendi aralarında bir kâğıt dolaştırıp gülüşmeye başlarlar. Son olarak kâğıdı eline alan siyah bir öğrenci, Cemal, başını öne eğerek sessizleşir. Resimdeki kendisidir ve kocaman dudakları vardır. Bu durumu fark eden öğretmenleri kâğıdı alır. “Bir keresinde buna çok benzeyen bir resim görmüştüm, bir müzede. Bir siyaha ait değildi bir Yahudiydi. Büyük dudaklar yerine büyük bir burnu vardı. Bu çizimler tarihin en ünlü çetesi tarafından gazetelere dağıtıldı. Demek çeteleri biliyorsunuz. Siz amatörsünüz. Bu çete hepinizi utandıracak gibiydi. Onlar da yoksul ve kızgın başladılar. Herkes onları aşağılıyordu, sonunda onlardan biri onlara gurur vermeye karar verdi ve bir kimlik ve suçlayacak birileri. Mahalleleri ele geçirmek ha! Onlar ülkeleri ele geçirdi.” Bayan Gruwell’in bahsettiği Hitler ve Nazilerdir. Bu konuşma gençler üzerinde tesirli olur. Öğrenciler, içinde bulundukları şehrin dışına bile çıkmış değillerdir. O küçük dünyada ırkçılığı doğal ve olması gereken bir şey gibi algılarlar. Kendilerini ancak böyle güvende hissederler. Önceleri öğretmenin haksız olduğunu, kendilerinin yaşamına dair hiçbir şey bilmediğini ve asla anlamayacağını düşünürler. Fakat öğretmenin anlattıkları onları kendileri hakkında düşünmeye sevk eder. Soykırımın ne olduğunu sorarlar. Bunun üzerine öğretmen onları Hoşgörü Müzesine götürür. Orada soykırımın küçücük çocukları bile ayırt etmediğini ve ırkçılığın ne kadar zalim bir şey olduğunu fark ederler. Aslında gurur duymaları istenen şeyin en büyük utançları olduğunu görürler.
Sonraki günlerde öğretmenleri gençlerin yaşamlarının da sorunlarının da ortak olduğunu onlara göstermek için bir oyun düzenler. Sınıfın ortasına bir çizgi çizer ve sorular sorar. Bu sorulara verilen cevaplar ortaklaştıkça gençler çizgide bir araya gelirler. Keyif aldıkları hobilerinden başlayan sorular daha sonra yaşamlarının çekilmez ve acı yönlerini ortaya çıkarır. Öğrenciler çizgide buluştukça fark ederler ki aslında yaşamları birebir aynıdır. O halde bu gençleri birbirlerinden farklı olduklarına inandıranlar kimlerdir?
Bugün de egemenler ırkçılığı, milliyetçiliği körüklüyor. Irkçılığı halkları birbirine düşman etmek için kullanan egemenler tıpkı filmdeki gibi emekçilerin ortak sorunlarının üzerini kapatmaya çalışıyorlar. Fakat kapitalizm dinleri, dilleri, renkleri ne olursa olsun emekçilere aynı acıları yaşatıyor. ABD’de George Floyd’un katledilmesine karşı başlayan eylemler beyazıyla, siyahıyla emekçileri sokaklara döktü. Irkçılığa karşı başlayan gösteri ve yürüyüşler, renkler farklı olsa da sorunların aynı olduğunu gözler önüne serdi. Irkçılık karşıtı eylemler kısa sürede işsizliğe, yoksulluğa ve dolayısıyla kapitalizme ve onun yarattığı çelişkilere, adaletsizliğe, eşitsizliğe yöneldi. Kapitalizm altında yaşanan sorunlar dünyanın her yerinde emekçilerin ortak sorunlarıdır. Bunlar bu sistem altında çözülemez. Çözüm, işçi sınıfının dil, din ırk veya başka hiçbir ayrım gözetmeden birleşip yumruklarını kapitalist sömürü düzenine balyoz gibi indirmesidir.
link: Gebze’den bir grup işçi, “Özgürlük Yazarları”nın Değişim Serüveni, 20 Temmuz 2020, https://marksist.net/node/6991
ABD’de İsyan Büyüyor, Tarihsel Kavga Devam Ediyor /3
Suruç’un Acısı ve Öfkesi 5. Yılında da Taze!